Paylaş
Gül, öncelikle çocukluğundan bahsetmek istiyorum. Nasıl bir çocuktun?
- Hakikaten çok güzel bir çocukluk geçirdim ve her zaman bunun meyvelerini yediğimi düşünüyorum. O yılların üzerimde pek çok olumlu etkisi oldu. Bana kalırsa insan hayatının en önemli bölümü çocukluk yılları, en önemli hatıraları da çocukluk hatıraları. Seni sen yapan özelliklerin oluşumunda söz konusu dönem çok önemli çünkü. İşte o konuda çok şanslıyım. Bir kere İzmirliyim. İzmir’de doğup büyümek de çok büyük şans, çok büyük avantaj kalırsa.
Hangi açıdan?
- Komşuluğun olduğu, insanların birbirine çekinmeden “günaydın” dediği, annelerin rahatlıkla “Ben yetişemeyeceğim okul çıkışına, sen Ayşe teyzene geç” diyebildiği bir çocukluktu. Birçok yaşıtımla aynı yerde büyüdüm. Gençlik kamplarına ve dil okullarına gittim.
Ben de tam onu soracaktım, çocukluğunda ne tür aktiviteler vardı hayatında?
- Annem beni atletizm olsun, tenis olsun, buz pateni, yüzme ve binicilik olsun pek çok aktiviteye taşıdı. Hepsini yaptım. Bazılarını okulla beraber yaptım, bazılarını bireysel olarak. Baleye başlamıştım, bak bir onu sevemedim.
Başka başlayıp da bıraktığın, sevmediğin aktivite oldu mu?
- Yok. Sadece baleyi sevmedim. Annem de zorlamadı sağ olsun. Hâlâ en çok severek yaptığın hangisini dersen, hayvan sevgimden dolayı binicilik derim. İlk 16 yaşındayken bir atım oldu. Sonra üniversite için İstanbul’a geldim. Polonezköy’de bir çiftlikte biniyordum, orada bir atım vardı. Şimdi de Garan var. At sevgim çocukluktan geliyor ve aynı şekilde devam ediyor. Bana kalırsa küçük yaşlarda çocuklara birçok aktivite denetip nelerde yeteneği var anlamalı. Çocuğun aile denetiminde birkaç farklı aktivite deneyip kendi hobisini seçmesi gerek. Yeteneğinin olmadığı konularda zorlamanın, itmenin de anlamı yok.
En sevdiğin oyuncağın hangisiydi Gül?
- Pembe Panter. Yatağımı topladıktan sonra direkt onu alır, üzerine koyardım. Bir de bebeklerim vardı. Barbie hastasıydım. Onları giydirir, süsler, evcilik oynardım.
Fotoğraflar: Emre YUNUSOĞLU
BABALARI KARŞI ÇIKSA DA ÇOCUKLARI JİMNASTİĞE GÖNDERDİM
Sizin çocuklarda durum ne şu anda? Hangi konulara ilgi duyuyorlar?
- Bizim babamız Boğaziçi Üniversitesi Makine Mühendisliği bölümü mezunu. Ama aynı zamanda sporcu. Eczacıbaşı’nda basketbol antrenörüydü zamanında. Ondan sonra profesyonel oyunculuk yaptı. Ardından televizyon geldi. Onun sporcu kimliğinin etkisiyle çocuklarda da inanılmaz bir spor disiplini oluştu. Şu anda basketbol oynuyorlar, yüzüyorlar. Satranç var, o da beyin jimnastiği sonuçta. Babamız biraz karşı çıkmasına rağmen ana sınıfında jimnastiğe de gönderdim çocukları. Çünkü tüm sporların başı esneklik. Bunun şu anki spor hayatlarına yansıdığını düşünüyorum. Çok güzel esniyorlar, vücutları çok çabuk ısınıyor.
İkisi de aynı spor dallarıyla mı ilgili?
- Evet, ikisi de aynı şeyleri seviyor. Futbola da merakları var. Erkek çocukları tabii... Ama basketbolda ilerliyorlar.
Sen hangi sporla ilgilisin?
- Pilates yapıyorum.
Ya çocukken?
- Atletizm yaptım, yüksek atladım, engelli koşu yaptım, voleybol ve tenis oynadım. Bir tek binicilik devam etti ama...
VETERİNERLİK SANDIĞIM GİBİ BİR İŞ DEĞİLMİŞ
Üniversitede radyo-televizyon okumuşsun. Bu bilinçli bir seçim miydi yoksa puanlar mı oraya yönlendirdi? Bir nevi zorunluluk muydu yani?
- Tamamen bilerek ve isteyerek yapılmış bir seçimdi. Çocukken veteriner olmak istiyordum aslında. Çünkü hayvan sevgisiyle büyüdüm. Hep bir hayvanım oldu; köpeğim, kuşum, civcivim, ördeğim... Veterinerliği şöyle sanıyordum ama, hayvanlar gelecek, ben onları sevip göndereceğim. Ta ki ortaokul döneminde veterinerliğin öyle toz pembe bir meslek olmadığını anlayana kadar. O zaman dedim ki ben dayanamam, bu işi yapamam. Sonra yönetmenliğe yöneldim.
Seni bu mesleğe yönelten ne oldu?
- Bir şeylerin sözden çok susularak anlatılmasını önemsiyorum. Mesela müzikle... Müzik benim için çok önemli, kısacık bir melodi beni yıllar öncesine götürebilir. Veya tek kelime edilmeden çekilen bir sahneyi “Bunu nasıl çektin de bana bu duyguları yaşattın arkadaş” diye hayretler içinde izlediğim olur. Sonuçta lise 1’inci sınıfta kararımı verdim. O zaman iki sınav vardı. ÖSS ve ÖYS... 24 tercih hakkımız vardı, biri olmazsa diğeri olur gibi. Ve ben tek tercih yaptım. Eğer o olmazsa tekrar sınava girerim dedim, bir senemi yakmayı göze aldım. Geldik annemle İstanbul’a, okulları gezdik. Bilgi Üniversitesi’nin imkanlarını görünce tamam dedim. Anneme söyledim, o da sağ olsun düşünceme saygı gösterdi. Aslında annem psikoloji okumamı çok istemişti. O konuya da ilgiliydim bu arada. Lisede psikoloji hocamız bana “Senin bu konuya çok yatkınlığın var, meslek olarak düşünebilirsin” demişti. Zaten geçen sene o alanda yüksek lisansa başladım.
Okul hayallerindeki gibi miydi? Mutlu oldun mu orada?
- Hem de nasıl. Çok keyif alarak okudum. O zamanlar bizi staja gönderirlerdi. O sayede setlerle de tanıştım. Derken bir gün oyunculuk teklifi geldi.
BENİ KAMERANIN ÖNÜNE ATTILAR “ÇİÇEK TAKSİ” ÖYLE BAŞLADI
Yönetmenlik hayalleri kurarken o geçiş nasıl oldu sahi?
- Fiziki olarak dikkat çektim herhalde. Genel yönetmenler “Sen mutlaka kamera önünde olmalısın” dediler. “Hiç o tarz bir deneyimim yok, nasıl olacak, yapamam” falan dedim, konuyu kapattım. Bir gün yine staj için setteyim. Görevim neydi onu bile hatırlamıyorum. Beni kameranın önüne attılar. “Çiçek Taksi” öyle başladı. İyi ki de olmuş. Tamamen tiyatroculardan oluşan bir ekipti. Set adabı dahil pek çok şeyi o sette öğrendim.
Ne kadar sürdü o macera?
- Toplam iki sene oynadım. Çok eski bir dizi ama hepimizin hayatında iz bırakan çok güzel bir serüvendi.
Sonra nasıl ilerledi kariyerin? Yönetmenliğe mi dönmek istedin yoksa oyunculukta devam edeyim mi dedin?
- Çok idealisttim. Sanat filmleri yapacağım, belgeseller çekeceğim düşüncesindeydim. Zaten bitirme tezimi de belgesel olarak çektim ben... Artık popüler bir isim oldum, okulu bırakayım falan diye hiç düşünmedim. Annem müsaade etmezdi zaten, gayet dominant bir anneydi. Okulumu güzel güzel bitirdim. Sonra bir gün Okan Bayülgen’in Kanal D’deki programına konuk oldum.
BEN HİÇBİR ZAMAN ÜNLÜ GİBİ YAŞAMADIM
Her şey değişti!
- Evet, aynen öyle oldu (gülüyor). O programdan sonra Kanal D’deki “Canlı Canlı” için sunuculuk teklifi geldi. Nasıl yapacağım diye ilk başta paniğe kapıldım ama sonuçta eğitim almışsın, ekrana ve kameraya aşinasın. Nitekim o da öyle başladı. Yanlış anlaşılmasın, ben hiçbir zaman “onu da yaparım, şunu da yaparım” diye kendimi ortaya atan biri olmadım. Mütevazı olmaya, ayaklarımın her zaman yere basmasına dikkat ettim. Belki de bu yüzden hiçbir zaman ünlü gibi yaşamadım.
Sunuculuk serüveni ne kadar sürdü?
- Üç yıl da o sürdü.
Sunuculuk mu, oyunculuk mu? Hangisi daha ağır basıyor?
- Kendim olabileceğim işleri daha çok seviyorum, o yüzden sunuculuk bana daha yakın. Oyunculuk da keyifli, bana birçok şey öğretti. Ama dediğim gibi, ben kendim olmayı seviyorum. O nedenle sunuculukta daha çok yol aldım.
UZUN VADELİ PLAN YAPMAK BANA UKALALIK GİBİ GELİYOR
Okul öncesinde kendine bir hedef belirlemiş miydin ve o hedefe ulaştın mı? Bundan sonrası için yeni hedefler var mı?
- Aslında hep anda kalmayı seven bir insanım. Çok fazla gelecek planı yapmak bana biraz ukalalık gibi geliyor. “Kul plan yapar, kader gülermiş” diye bir laf var ya, ona çok inanırım. O yüzden korkarım plan yapmaktan. Çok ileri tarihe uçak bileti bile alamam. O yüzden daha kısa vadeli hedefler koyarım kendime. Mesela psikoloji üzerine yüksek lisans yapmak hedefimdi. Onu da yaptım.
Yani kısa vadeli de olsa belirlediğin tüm hedeflere ulaştın.
- Evet evet, aynen öyle.
Bundan sonra ne yapmak istersin peki?
- Allah’a şükür meslek sahibiyim. Altın bileziğim kolumda. Yine kendi işimde, inandığım projelerde olmaya devam ederim diye düşünüyorum. Hayat bize ne gösterir bilmiyorum ama şu an için düşüncem bu.
Güzel kadın olmak avantaj mı?
- Güzel insan olmak avantaj aslında. Ama dezavantajları da var. Yaşadın mı dersen, evet.
Bu konuyu biraz açmanı istesem...
- Bir gün bir arkadaşım söyle bir örnek verdi. UEFA şampiyonu ile ikinci lig takımı karşılaşsa, hangisi kazansın istersin?
İkinci lig takımı kazansın isterim...
- Bak işte insan psikolojisi böyle bir şey. İnsanlar güçlülerin iyi olmasını istemiyor herhalde. Bir kıskançlık oluyor. Veya senin müdanasız dik duruşun birilerini rahatsız ediyor.
HERKESE ANDA KALIP KENDİNE DÖNMESİNİ TAVSİYE EDERİM
Kıskançlıkla nasıl mücadele ediyorsun?
- Bazı insanlar vardır, “Herkes beni kıskanıyor” der dururlar. Ben öyle biri değilim. “Kıskanılıyorum”u zikretmek çok doğru gelmiyor. Kıskanç insanlara şunu söyleyebilirim, herkes kendi yoluna baksın. Herkese anda kalıp biraz kendine dönmesini tavsiye ediyorum. Başkalarının hayatlarıyla ilgilenmek yerine kendi hayatlarına, davranışlarına bakıp öyle ilerlemelerini tavsiye ederim. Çünkü mutluluk bunda. Durmadan Instagram’a ben çok mutluyum diye fotoğraf koymakla mutlu olunmuyor. Ben bir şeye üzülürsem burada ağlamaya başlayabilirim, “Niye ağlıyor bu?” demeleri umurumda bile olmaz. Gülmek istersem de gülerim. Ben böyle bir insanım. Doğrularımla yanlışlarımla, artılarımla eksilerimle olduğum gibiyim en azından.
Sosyal medyayı da öyle mi kullanıyorsun?
- Evet aynen öyle kullanıyorum. Sosyal medya insanların karakterlerini anlamamızı sağlaması açısından çok iyi bir mecra. Bazı menfaatçi insanlardan karakterlerini anlayıp uzaklaştığım oldu. “Mesafe iyidir” diyorum artık. Eskiden insanları kırmamak adına esnek davranırdım, şimdi çok daha katıyım. Omurgasız insanlardan hoşlanmıyorum. Hata yaparım ama hile yapmam. Hayata bakışım bu. Bir de oradan oraya savrulanlar var. Onların köklerinde problem olduğunu düşünüyorum. Benim ilkokul arkadaşlarımla, öğretmenlerimle bile iletişimim sürüyor. Geçmişten bir şey getiremeyen, son iki üç yıldır kendilerine yalan bir hayat inşa etmeye çalışan insanların boşlukta olduğunu düşünüyorum o yüzden.
Sen kendi yeteneklerinin ne olduğunu düşünüyorsun?
- Kendimi tanımaya başladığımdan beri, iyi bir gözlemci olduğumu düşünüyorum. Kendimi de çok gözlemlerim bu arada. Ayrıca adaletliyimdir. Herkesin duracağı yeri bilmesi gerek. Had bilmek diye bir şey var. Bilmiyorsan kendini bilmiyorsundur. Mevlana okumakla, Instagram’a iki güzel Mevlana sözü yüklemekle olmuyor o iş. Önemli olan uygulamak. Bir de bir şeyi ne kadar göstermeye çalışıyorsan o kadar yalandır diye düşünüyorum. Niye bu kadar kendini göze sokmak istiyorsun? Ya da niye diğer insanlardan bu kadar şakşak bekliyorsun? Demek buna ihtiyacın var, demek mutsuzsun. Hepimizin üzüntüleri oluyor, hepimizin acıları oluyor. Ama ben bir kadın olarak her zaman güçlü durmaya gayret ediyorum. Hayatım boyunca kimsenin üzerinden rant sağlamaya çalışmadım. Bugüne kadar kimseyle polemiğim olmadı. 22 yaşından beri vergi veriyorum, istihdam sağlıyorum. Belki de böyle büyüdüğüm, boş bir hayat geçirmediğim için bugün ben oldum. Bu bir olgunluktur. Bir de babamı çok küçük yaşta kaybettim. 1,5 yaşımdayken vefat etmiş. Trafik kazasında... Belki o yüzden bir dik duruşum var, bilmiyorum. Ama bildiğim şu, ben kendime inanıyorum, kendime güveniyorum, gerisi boş. Öte yandan evrimini tamamlayamayanlar var.
Nasıl yani?
- Hazmedememe hali, onu kastediyorum. Her hareketlerinden belli oluyor bu. Bazı insanların da kendilerini farklı gösterme yetenekleri var ama olmuyor, sonunda ellerine yüzlerine bulaşıyor. Her şey kendini sevmekle başlar. Şu hayata gerçekten bir şeyler katmadıysan, şu hayatta gerçekten istediğin gibi biri olamadıysan, başka şeyler üzerinden rant sağlamaya çalışıyorsun işte. Ben o noktada yokum.
Televizyon dünyasında olmak, bu işi yapmak isteyen genç kızlara neler tavsiye edersin?
- Televizyon için okulu bırakmak ya da acele etmek çok yanlış. Bazıları daha şanslı oluyor, bazıları daha zor koşullarda, daha zor kulvarlardan ilerliyor. Ama eğitimini alırlarsa olur. Şunu da bilsinler, televizyon kolay bir sektör değil. Gönül vermek lazım. Sırf güzellikle olmaz, altını doldurmak lazım. Mutlaka okullarını bitirsinler. Bu sektörle ilgili bir eğitim alırlarsa, daha özgüvenli bir duruş sergilerler.
BAZEN GEREKSİZ YERE MERHAMETLİ OLUYORUM
Keşkelerin var mı?
- Düşünsem mutlaka bulurum ama inan ben keşke lafından da nefret ederim. Olduysa olmuştur artık, öyle değil mi?
Sosyal sorumluluk projeleriyle yakından ilgilisin. Yardımsever kimliğin ön planda genelde. Bu konuyla ilgili de bir şeyler söylemeni istiyorum.
- Vicdan en belirgin özelliklerimden biri. Bazen gereksiz yere merhametliyimdir. Kötülüğü unuturum, iyiliği unutmam.
Seni daha hiç tanımıyorken gazetede moda yazdığını gördüm, oradaki tavsiyelerini takip etmeye başladım. Tarzını çok beğeniyordum. Kendi markan var zaten artık. Onunla ilgili neler söylemek istersin?
- Modayı aslında hayatımın çok da ön planında tutmuyorum. Körü körüne trend takip etmem. Ruh haline göre hareket eden bir tipim. Bir gün süpermarket alışverişine giderken beni kırmızı ruj, saçını evde yapmış, giyinip kuşanmış, topuklularla falan görebilirsin. Önemli bir davette ise sıfır makyaj, saçını tepede toplamış bir halde de çıkabilirim karşına. Bu biraz kendini sevmeyle ilgili sanırım. Bir de başkalarının ne giydiğiyle çok ilgilenmediğim için gayet rahatım.
BUNUN ADI DOMİNANTLIKSA... EVET DOMİNANT BİR ANNEYİM!
Nasıl bir annesin?
- Otoriter bir anneyim aslında. Çok baskıcı değilim ama yemeklerine karışırım, çalışma saatlerine karışırım. Çok fazla televizyon izleyemezler. Tabletle çok fazla oynayamazlar. Bunun adı dominantlıksa, evet dominant bir anneyim. Onlarla çok zaman geçiririm. Küçüklüklerinden beri her yere götürüyorum; müzeye, yemeğe, sinemaya... Bunun vizyonlarını geliştirdiğine inanıyorum. Onun dışında yemeklerine hep çok dikkat ettim. Yiyeceklerini taze taze hazırlamak için rondo taşıyordum yanımda, düşün! Sınır koyarım bir de. Sınır çocuklara kendini güvende hissettirir biliyorsun. Özgüvenin sınırsızlıkla kazandırılacağına inanmıyorum. “Senin hakkın başkasının hakkının başladığı yerde biter”i öğretiyoruz. İnşallah mutlu bireyler, hayırlı insanlar olurlar.
İyi bir hayat standardın var. Şu anki standardını kaybetsen ne iş yapardın?
- Allah kimseyi gördüğünden geri bırakmasın ama kendi içimde mutlu olduğum için her koşulda mutlu olurum, her koşula adapte olurum ve devam ederim yoluma diye düşünüyorum. Herhalde psikolog olmak isterdim. Ya da avukat. Sen ne yapardın?
Öğretmenlik yapardım. Asıl mesleğim o zaten.
- Ben ne yaparım sahi. Yönetmenlik hemen yapamam ama yönetmen asistanlığı da yaparım mesela. Yine televizyonda bir yerde olurdum sanırım.
GÜL GÖLGE’DEN ÇOCUKLARINA ÖĞÜTLER
* Yarışın sadece kendinle olsun.
* Ağaçlara tırmanmayı öğrenmeden önce nasıl inileceğini öğrenmelisin.
* Hata yapabilirsin ama hile yapma.
OYUNCULUĞU BIRAKIP SUNUCULUĞA YÖNELMESİ ÇOK DOĞAL
Gül Gölge’nin çocukluğundan gelen hayvan sevgisini tercüme ettiğimizde, çok yüksek seviyede empati yeteneği olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla karşısındaki bireyin yerine kendisini yüzde 100 koyabiliyor. Bu yeteneğini iş hayatında avantaja da çevirebilmiş.
Oyunculuk ile başladığı profesyonel iş hayatında kazandığı başarının en önemli sebeplerinden biri işte bu empati yeteneği; kendisinden beklenileni anlama ve uygulamaktaki kıvraklık...
Yine bir başka güçlü özelliği, sorumluluk duygusu ve takım ruhuna sahip olması.
Empati özelliği yüksek bir kişi, aynı oranda sorumluluk bilincine sahip değilse, üstüne üstlük hayal dünyası genişse, maalesef iş hayatında Gül Gölge’ninki gibi bir performans sergileyemeyecektir. Çünkü hayatında disiplin ve düzen olmayanlar için sadece empati yeteneğinin iş hayatında hiçbir faydası olmaz.
Gül Gölge’nin fazla hayalci olmamasının, bu şartlar altında kendisi için avantaj olduğunu söylemek mümkün. Çünkü bu sayede ayakları yere sağlam basan, gerçekçi bir kişilik oluşturmuş. Aynı nedenle sonraki yıllarda oyunculuktan uzaklaşıp tercihini sunuculuktan yana kullanmasına da şaşırmamak gerek. Çünkü bu özelliklere sahip kişiler hem yalan söylemek zorunda bırakılmaktan hem de oyun oynamaktan hoşlanmazlar. Her ne kadar başarılı olsalar da bir dizide oyunculam yapmak ilk tercihleri arasına girmez. Sadece kendilerini tam anlamıyla yansıtabilecekleri işleri tercih ederler. Özetle: Bir işi becerebiliyor olmanız, başarıya ulaşsanız da sizi mutlu etmeyebilir. Bunun için insanın özündeki yeteneklere inmek gerekir.
SON 24 SAATTE YAŞANANLAR
Paylaş