Paylaş
SON Amerika gezimden bazı izlenimler aktarmış ve Mississippi nehri üzerindeki bir gemi gezintisi ile ilgili anılarımı yazmıştım. Yazının can alıcı noktası, Boğaz’da niçin böyle bir gezinti yapılamadığı sorusuydu.
Türkiye Denizcilik İşletmeleri (TDİ) geç de olsa bir mektup yolladı. Onu da yayınladım. Özetle söyledikleri, bu işin üstlerine aslında vazife olmadığı ama yine de böyle bir tur programlarının olduğuydu.
Pis tuvaletler
Nedense adını rumuzla geçiştiren bir okurumdan bu gezintiye ilişkin bir mektup aldım.
Yazdıklarından bir kısmını buraya aktarmak istiyorum.
Okurum, beni onaylayan satırlarından sonra mektuba şöyle devam ediyor...
'Şimdi vapura biniyoruz ve traji-komedi başlıyor' diyor ve ekliyor, 'Bu iş için her gün değişik bir vapur tahsis edildiğinden, özel olarak hazırlanmayan gemi tuvaletleri her zamanki gibi kokmaktadır. Tuvalet kağıdı bulunmaz. Turistlerin kimisi girdiği gibi, diğerleri ise küfrederek tuvaletten çıkarlar. Kerli ferli bir İtalyan hanımın kadınlar tuvaletine bir göz atıp 'da morire' (öleyim daha iyi) diyerek çıktığını gözlerimle gördüm.
Meşrubat kazığı
Vapur açılıp biraz yol aldıktan sonra, 'çay, oranç, kola, fanta, tii, appıl tii, neskafii' diye bağıran vapur garsonları dolaşmaya başlar. Bir ya da iki, hadi üç kez bağırsalar canımız yanmayacak. Üşenmedim saydım. Bir tanesi yankısı bol olan baş taraf ve yanı kapalı güvertede bunları tam on sekiz kere bağırarak tekrarladı. Bu meşrubat ayrıca özel gezi fiyatı diye, bir misli pahalı olarak yerli-yabancı her yolcuya yansımaktayken, yabancılar kazıktan paylarını daha yüksek alırlar. Hiçbirine paralarının üstü doğru dürüst verilmez.'
Yoğurt terörü(!)
Mektup devam ediyor...
'Beşiktaş’a uğrayan vapurun Boğaz’daki ilk durağı Kanlıca’dır. Burada gemi büfesine Kanlıca yoğurdu alınır ve bir yoğurt terörüdür başlar.
Her garson elinde bir yoğurt kolisi ile bir öncesinden daha tiz sesle turistlerin burnunun içine kadar girip, 'Yoğurt, yoğurt, yoğurt, Kanlıca’nın, yoğurt' diye haykırır.
Bir keresinde gariban turistler bu avazeyi duyunca resmen yerlerinden hopladılar. Soygun var zannetmiş de olabililirlerdi.
Bir defasında da garson, şöyle dolgun ve bol makyajlı bir İspanyol senyorasının burnunun dibinde serenat yapar gibi, gözünün içine dimdik bakarak, onlarca kez 'yoğurt' dedi. Ve başka bir şey demedi!'
Seyyar satıcılar
'Derken Yeniköy, Sarıyer ve Kavaklar gibi iskelelerde seyyar satıcılar vapura biner.
Bundan sonra meydan onlarındır.
İnsanlar ışıltılı bir günde püfür püfür Boğaziçi’ni seyreder, rehberlerini veya içlerini dinler ya da fotoğraf ve video çekerken, pespaye kılıkları, traşsız suratları, kirli gömlekleri, boyası çıkan şalları ile manzaranızın önüne geçer ve dönüş seferini insana zehir ederler.
Kimse de bunlara mani olmaz.
Kötü mallarını bilerek almayan Türk yolculardan hoşlanmazlar. Sigara, çay parası isterler. Vermezseniz, küfür ederler ve içlerinde vapur ve iskele personeli ile gelirini paylaştığını ileri süren de olur. Bir keresinde eşimin üstüne yürüyen güya Ali isimli, on senedir hep aynı serkeş 'Lakost'çu gibi...'
Ne eğlence!
'Böylece' diyor okurum, mektubunun sonunda, 'ruh ve beden açısından sağ kalırsanız dinlenmiş (!), eğlenmiş (?) ve öğrenmiş olarak şehre dönersiniz.
Bir daha da böyle bir geziye çıkmamaya yemin edersiniz.
Ama ne çare? Gelecek bahar veya yaz yine çıkacaksınız. Çünkü normal sefer yoktur Boğaziçi’ne!'
Okurumun 'normal' seferle 'medeni' bir gezintiyi anladığını varsayıyorum.
Bir de sonuç bölümü olarak nitelendirdiği cümlelerine katılmamak elde değil.
Şöyle diyor: 'Ya normal ama temiz vapurlu sefer konulsun ve satış meselesi iyi kontrol edilsin, ya da 'özel seferler' ismi gibi özelleştirilsin ve düzgün bazı firmalar bu işi daha doğru yapsınlar. Koca İzmir’e haftada sadece bir gemi kaldırabilen devlet bu işi yapamıyor!'
Benim son sözüm de özel şirketlere. Allah aşkına sizin elinizi kolunuzu bağlayan mı var? Yoksa Boğaz gezileri kar getirmeyecek kadar düşük potansiyelli bir alan mı?
Son ihtimal ise Türkiye’de denizcilikten anlayan veya ilgilenen kimsenin kalmamış olması.
Her iki durum da kabul edilir gibi değil. Ama parmağını kımıldatan bile yok. Öyleyse 'su akar Türk bakar' dendiği zaman da kızmayalım.
Levent esnafı kan ağlıyor
BİRKAÇ yıldır iş görüşmelerimin neredeyse tümünü Levent’teki Galatasaraylılar Derneği’nde yapıyorum. Hem evime, hem ofisime yakın. Tabii bu arada cemiyet başkanımız Cengiz Nayır’ın başkanlığındaki yönetim kurulunun yeniden oluşturduğu mekanın şıklığını ve işletmeci kardeşlerimizin olağanüstü çabası ile gerçekleşen lezzetli yemekler ve mükemmel servisi de anmadan geçmek istemem.
Son günlerde işletmecilerin yüzünden bir sıkıntı olduğunu görünce merak edip sordum. Meğer günlerdir Levent bölgesine elektrik iki faz olarak veriliyormuş.
Ticari işletme sahibi olmayanlara bu fazla bir anlam ifade etmez. O yüzden küçük bir açıklama yapayım: Birçok profesyonel alet trifaze cereyanla çalışır. 'Trifaze' deyiminin Türkçesi 'üç fazlı'. Elekriği iki fazlı olarak verirseniz, bu aletler iflas eder.
Ya da elektrik yükünün fazla olduğu yerlerde tesisat üzerinde yük farklı fazlara bindirilir. Bu takdirde de mesela işyerinizde bir odada her şey yolunda giderken bir başka odada bilgisayarlar durur.
Bu durumun Levent-Zincirlikuyu bölgesinde uzun zamandır şikayet konusu olduğu söyleniyor.
Türk Elektrik Kurumu (TEK) Levent Bölgesi’ne yapılan şikayetler her defasında geçiştirilmiş.
Söylentiler bir işçi direnişi olduğu yolunda diyorlar ama bunu doğrulatmak elbette mümkün değil.
Levent esnafı cidden kan ağlıyor. Buna mutlaka bir açıklama değil, ama bir çözüm getirilmeli.
TEL: 677 04 25
FAKS: 677 04 21
E-MAİL:
tsavkay@hurriyet.com.tr
Paylaş