Paris'e gidene suşi önermek, İstanbul'da hamburger yiyin demeye benzer
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Editörüm Ayşen Gür'ün bu sayfa için iki haftadır ertelediği bir bal yazısı var. Yazı yine ertelendi çünkü, eskilerin deyimiyle, öfke baldan tatlı!
Bir okuyucum, Aslıhan Karay, birkaç gün önce bana internet ortamında ciddi bir sitede yayınlanan ilginç bir yazıyı yollamış. Tabir çirkin ama oldukça da yaygın. O yüzden söylemekten çekinmeyeceğim: Birileri Zemzem kuyusuna işeyerek şöhret sahibi olmaya çalışıyor. Böyle bir zatı naşerif, yurtdışı gezisi izlenimlerini okuyuculara aktarmış. Söyledikleri şöyle...
‘‘Kötüsü olmayan iki şey varmış: Reklam ve tatil. Yurtiçi ve yurtdışı tatil maliyetleri birbirine eşit olunca bu yıl da yurtdışını tercih ettim. Yazının hemen başında küçük bir uyarı: Bu bir yeme-içme-gezme-görme yazısı. Yani akıl-fikir-engin düşünce-bilgi-birikim vs yok, yalnızca görmemişin gözünden Avrupa şehirlerinden görüntüler var.’’ Kendi kendine vardığı yargı için, kem söz sahibine aittir hatırlatmasını yapayım.
Bu arada bir de korkumu aktarayım. Yazar, ‘‘Yol yakınken uyarayım, zamanınıza yazık olmasın. Sonra oturup 'orayı işgal etme, biz insan kaynakları, yönetim vs okumak istiyoruz, seninle zaman mı kaybedeceğiz' şeklinde başlayıp, giderek çıldırıp iltifatlar düzenler oluyor. Onlar için çok üzgünüm. Çünkü bana işgaliye parası ödendikçe yazılar bu mahiyette olacak. Ve başlıyoruz’’ diyor. Başlangıç böyleyse sonuç nasıl olur hayal bile edemiyorum. Devamından da Allah'a sığınıyorum!
Yazarın gezi izlenimleri arasında Paris ve yazarın bu kentte yiyip içtikleriyle ilgili izlenimleri yer alıyor. Sözü tekrar yazara bırakayım...
‘Paris'in nüfusu yaklaşık 17 milyon. İstanbul'da doğrudürüst bir nüfus sayımı yapılsa neredeyse aynı nüfusa sahip olduğunu söyleyebiliriz. Ancak Paris'e yılda 26 milyon turist geliyor. İstanbul'a ise 2 milyon. Anlayacağınız Paris'te, Parislilerden çok turistler yaşıyor. Turistlerin başını Japonlar çekiyor. Metrekare başına en az iki Japon turist düşüyor. Oteller, sokaklar, müzeler, alışveriş yerleri, Japonlarla dolu. Asla yorulmuyorlar, sıcaktan etkilenmiyorlar, her şeye şaşırıyorlar, büyük bir disiplin içinde, gruplar halinde, dere tepe gezip fotoğraf çekiyorlar. Zaten ortalık 'suşi'cilerden de geçilmiyor. En vizyoner lokantalar onlara ait. Çünkü tamamında klima bulunuyor.’’
Sonra söz dönüp dolaşıp Fransız mutfağına geliyor...
‘‘Fransız mutfağını merak edenlere de bu meraklarından hemen vazgeçmelerini öneriyorum. Olur olmaz her şeyin üzerine krema döşeyip (sümüklü böcekler dahil) bunun yemek olduğunu düşünürseniz sorun yok. Bunun dışında Paris'te yiyebileceğiniz üç şey: Japonların 'suşi'si, Meksikalıların gyros'u (ya da Yunanlıların ya da bizim... Çünkü dönere gyros da deniyor. Bu yemek kime aittir vallahi anlayamadım), İtalyanların pizası ve makarnası.’’
Nihayet yazı, ‘‘Görmemişin tatil yazısı ancak bu kadar olur’’ diye bitmekte. Yazının sonuna görüş ve öneriler için bir de internet adresi eklenmiş.
YAZARA VERİLEN CEVAP
Ben söyleyeceğimi internet ortamı yerine bu köşede dile getirmek istedim. Ama gönderinin altında okuyucumun yazara yolladığı cevaba rastladım. İşte, benim de altına imzamı atacağım okuyucu görüşü.
‘‘... Fransız Mutfağı dünyanın en büyük üç mutfağından biridir. Paris gibi seçkin restaurantları olan bir şehirde nasıl olur da yiyecek birşey bulamayıp Meksika ve İtalyan yemekleri yemelerini tavsiye edebilirsiniz?
Kendi damak zevkinize uyacak hiç bir yiyecek bulamasanız da, Fransız mutfağını denememesini insanlara önermeniz inanılır gibi değil. Böyle bir öneri yapmak için kişinin çok ciddi ve derin bir yiyecek-içecek bilgisine ve görgüsüne sahip olması gerektiğini düşünüyorum açıkçası. Paris'te Fauchon'un (zarif yiyecekler ve hazır yemekler satan bir mağaza T.Ş.) önünden geçtiniz ve vitrinine baktınız mı?
Fransız yemekleri krema ve salyangozdan ibaret değil. Fransız yemeklerinden hoşlananları ise 'Olur olmaz her şeyin üzerine krema döşeyip (sümüklü böcekler, yani salyangozlar dahil) bunun yemek olduğunu' düşünen insanlar olarak görmemek lazım, değil mi?
Yemekleri bir yana, Fransızların peynirleri, ekmekleri, şarapları, reçelleri, kruasanları, krepleri... Bunları bırakıp Paris'te suşi ve döner yemek, Türkiye'ye gelip Boğaz'da hamburger isteyen Amerikalıların tavır ve tarzına benziyor.
Ayrıca son olarak da şunu ilave etmek istiyorum, dünyanın en iyi yemek kitaplarını yazanlar Fransızlar olduğu gibi (örnek, Larousse Gastronomique), en ünlü aşçılar da Fransa'da yetişmekte. Bu ülkede yemek üzerine araştırmalar yapılmakta. Fransızların uzun yaşamaları ve sağlıklı olmaları gibi özellikleriyle beslenme alışkanlıkları incelenmekte.
Yukarıda adı geçen konular konusunda, daha derin bilgiyi temin edebilirsiniz,
Bilgilerinize arz eder, iyi çalışmalar dilerim.’’
Benim yukarıdaki sözlere ekleyeceğim fazla bir şey yok. En iyisi bu kadar ciddi görünümlü, iddialı ama aynı zamanda önyargılı, saplantılı, cahilce ve yüzyılların birikimini hiçe sayan bir yazıya cevap vermeyi bir Fransıza bırakmak. Büyük Aydınlanmacı Michel de Montaigne, 500 yıl önce Denemeler'in ikinci kitabında bakın ne demiş: ‘‘Düşüncede saplantı ve azgınlık en açık ahmaklık belirtisidir. Canlılar arasında eşekten daha kendinden emin, daha vurdumduymaz, daha ciddi, daha ağırbaşlı olanı var mıdır?’’
Ona şampanya değil, köpüklü şarap derler
Söz cehaletten açılınca aklıma bir gazete haberi geldi. Pazar günü ağzımın tadını bozan yazıyı önce aynen aktarayım.
Başlık, ‘‘Şarap gecesinde şampanya krizi.’’ Haber ise şöyle: ‘‘Türkiye'deki şarapçılık sektörünün önde gelen yayın organları arasında yer alan Dionisos Dergisi'nin düzenlediği yaza veda partisinde şampanya patlatıldı. Kutman Şarapları ve Dionisos Dergisi'nin şarapseverler ve şarapçılık sektörünün önde gelen simalarını buluşturmak amacıyla önceki akşam Euro Plaza Oteli'nde parti düzenledi. Gecenin pastası Kutman Şarapları Satış ve Pazarlama Müdürü İbrahim Kutman, Dinoisos Dergisi'nin editörü ve Halkla İlişkiler Müdürü Melek Koçkar tarafından kesildi. Bu sırada garsonlar tarafından yine Kutman Şarapları tarafından üretilen 'Köpüren' şampanyası patlatılarak davetlilere ikram edildi. Kokteyle katılan bazı şarapseverler, 'şarabın ruhuna ihanet etmemek için' ikram edilen şampanyayı reddettiler.’’
Şimdi haberi mercek altına alalım.
Hemen başta kullanılan ‘‘Türkiye'deki şarapçılık sektörünün önde gelen yayın organları arasında yer alan Dionisos Dergisi’’ ifadesine katılmadığımı belirteyim. Ama bu benim kişisel yargım elbette. Beğenenlere bir sözüm olamaz.
İlk cümlenin sonundaki ‘‘şampanya patlatıldı’’ ifadesi de yanlış. Şampanya askeriyenin topu değil ki patlatılsın! Şampanyayı ancak görgüsüzler patlatır. Uygar ve görgülü insanlar şampanyanın açılmasında olabildiğince sessizliği tercih eder. Bir şarap firmasının ve bir şarap dergisinin ortaklaşa düzenlediği gecede böyle bir görgüsüzlük yapılmamış olacağını düşünüyorum. Hata olan biteni iyi gözlemleyememiş muhabir arkadaşımızda olmalı. Aksi ise evsahipleri açısından çok ciddi bir suçlama olur.
Haberde, daha aşağılarda, Kutman'ın yaptığı bir ‘‘Köpüren’’ şampanyasından ve yine bunun patlatılmasından söz ediliyor. Önce şunu söyleyeyim: Şampanya sadece Fransa'nın kuzey doğusundaki Champagne bölgesinde belli tür üzümlerden (Chardonnay, Pinot Noir ve Pinot Blanc) ve son derece kesin kurallara bağlanmış bir üretim düzeni içinde üretilir. Üzümler ve üretim teknikleri ve kuralları aynı olsa bile, Fransa'da dahi, Champagne bölgesi dışında üretilen benzer şaraplara ‘‘köpüklü şarap’’ denir, şampanya değil! İtalyanlar köpüklü şaraplarını ‘‘Spumante’’, Almanlar ‘‘Sekt’’ diye anar. Sadece işin ucu kendilerine dokununca aslan kesilen Amerikalılar bu isim hakkına riayet etmez. Bu da onların görgüsüzlüğüne ve pervasızlığına verilir. Özetle, Türkiye'de kimse şampanya üretemez. Kutman'ın, bırakın şampanya yapması, şampanya yöntemlerini uygulaması bile sözkonusu değil. Öyleyse köpüren şarabı şampanya sınıfına sokmayalım.
Haberde en çok takıldığım ise son cümle oldu. (Başlık da zaten buradan geliyor.) ‘‘Kokteyle katılan bazı şarapseverler, 'şarabın ruhuna ihanet etmemek için' ikram edilen şampanyayı reddettiler’’ denmiş. Kimmiş Allah aşkına şampanyanın bal gibi bir şarap olduğunu bilmekten aciz bu seçkin şarapseverler? Tabii insan hayatı boyunca şarap diye sadece belli birkaç ürünü görmüşse, şarapların en seçkini olan şampanyayı şaraptan saymaz. Önüne konan Almanların ‘‘Eiswein’’ını, İspanyolların Şeri'sini, Portekizlilerin Porto'sunu, Madeira Adası'nın kendi adıyla ünlü şarabını tanımaz. Sonra da şarabın ruhuna ihanet etmemek için şampanya sandığı köpüren şarabı reddeder.
Bütün gülünçlüğü içinde Cervantes'in Don Kişot'u bile bunlar kadar acınası değildi. Hadi oradan pabuçlarımın şövalyeleri!