Nedir bu lüks düşmanlığı

Sayın Sabancı'nın en iyi bildiği alanın ekonomi olduğu konusunda hiç şüphem yok. Yıllardır üreten ve satan bir kişi.

Ayrıca, haklı olarak övündüğü bir husus da Türkiye'ye para kazandırdığı, Türk insanına iş imkanı sağladığı. Peki, öyleyse lüks düşmanlığı niye? Gerçi demecinde ‘‘Gösteriş için lükse karşıyım’’ diye bir ihtiyat notu var ama sözlerinin bütünü bu itinanın ötesinde bir lüks düşmanlığı içeriyor.

Genel doğru diye bir kavram var. Anlamı, bir fikrin ilk bakışta sarsılmaz ve aksi öne sürülemez bir doğru gibi gelmesi. Aynı görüş veya fikre eleştirel bir gözle ikinci kez bakıldığında ve üzerinde düşünüldüğünde ise tartışma götürdüğünün fark ediliyor. Genel doğrular başlangıçta ne kadar parlak ve sarsılmaz görünürlerse, genellikle o kadar kof olmakta. Bunu fark edebilmek için sağduyudan, akıldan ve eleştiriden kaçınmamak gerek. Bu kavramlardan nasibi olmayanlara elbette sözüm yok.

Şimdi size birkaç genel doğrudan söz edeyim...

Sakıp Sabancı basında sık yer alan bir işadamı. Başarısı düşüncelerini toplum nezdinde itibarlı kılmakta. Popüler kişiliği de toplumsal etkinliğini güçlendirmekte. Sakıp Bey, geçtiğimiz hafta Sabah gazetesinden Olay Tan'a bir demeç vermiş. Atlı Köşk'ün Sabancı Üniversitesi'ne müze olarak bağışlanması münasebetiyle, kendisinin ‘‘bonköroğlu bonkör’’ olduğunu belirtmiş. Buna karşılık harcamaları konusunda, ‘‘İsrafa ve gereksiz harcamaya karşıyım. Gösteriş için lükse karşıyım. Havyar gereksiz bence. Anamdan havyarla mı doğdum. Havyar ne?’’ demiş. Söz şaraba gelince, eleştiri devam etmiş. ‘‘Şampanyanın, şarabın şu markası bu markası diyorlar. Bunu sana deden mi, nenen mi belletti? Hadi markasını öğrendik, ille de pahalı olacakmış. Pahalıoğlu pahalı olunca marifet mi oluyor? 5-10 bin dolara şampanyanın, şarabın şişesi. Allah'tan kork be! Bir adam 10 bin dolara bir şişe şampanya veya şarap içerse ben ona eşekoğlu eşek derim.’’ Demecin sonu gerçekten çok çarpıcı. Sakıp Sabancı şöyle diyor: ‘‘Havyarı, istakozu, en pahalı şampanyayı, şarabı içecek ağız bizde de var. Ama bunu ben yapmam ve yapamam.’’

ŞEYTAN BUNUN NERESİNDE

Özellikle şu günlerde, yukarıdaki sözleri okuyup da gözleri yaşarmayacak pek az Türk vatandaşı olmalı. Sanırım haberi okuyanların neredeyse tamamı, ‘‘İşte bize örnek olacak iş adamı’’ demişlerdir.

Gelelim bir başka genel doğruya...

Perakende sektörü ile ilgili çok şık bir dergi yayın hayatına başlamış. Adı, ‘‘Alışveriş Noktası’’. Dergi ilgi çekici ve iyi kaleme alınmış yazılar içeriyor. Dergiyi okurken Prof. Dr. Mehmet Demirci'nin ‘‘Sağlıklı Beslenme’’ yazısına takıldım. Tekirdağ Üniversitesi Ziraat Fakültesi'ndeki değerli hocamız, doğru beslenme ile ilgili kuralları sayarken şöyle diyor: ‘‘Alkol hiçbir zaman tüketilmemelidir. Zira verdiği fazla enerjinin yanı sıra başta karaciğer olmak üzere, birçok organa önemli ölçüde zarar vermektedir.’’ Aynı hocamızın sonuncu önerisi de ilginç: ‘‘Yemeklerin evde hazırlanıp pişirilmesi teşvik edilmelidir. Böylece gıdaları kontrol edebilir ve çocuklara sağlıklı gıda seçimi yanında yemek hazırlama yöntemlerini gösterebiliriz.’’

Şimdi başa dönüp bunları ikinci bir kez akıl, sağduyu ve eleştiri süzgecinden geçirerek ele alalım.

Sayın Sabancı ile tanışmak onurunu elde ettim. Kısa zamanda kendisini çok iyi tanıyabildiğimi söyleyemem. Ama kendisinin en iyi bildiği alanın ekonomi olduğu konusunda hiç şüphem yok. Yıllardır üreten ve satan bir kişi. Ayrıca, haklı olarak övündüğü bir husus da Türkiye'ye para kazandırdığı, Türk insanına iş imkanı sağladığı.

Peki, öyleyse yukarıdaki lüks düşmanlığı niye? Gerçi demecinde ‘‘Gösteriş için lükse karşıyım’’ diye bir ihtiyat notu var ama sözlerinin bütünü bu itinanın ötesinde bir lüks düşmanlığı içeriyor.

BAFRA'DA HAVYAR ÜRETİLİYOR

Mesela havyar meselesini ele alalım. Çoğu kimsenin sandığının aksine, Türkiye'de de havyar üretilmekte. Kendi hesabıma, Bafra havyarını birçok İran veya Rus havyarına tercih ederim. Peki biz bu havyarı daha çok üretsek fena mı olur? Havyar gibi dünyada ender bulunan ve elde edilmesinde zahmet ve azlığından dolayı yüksek değeri olan bu üründen para kazansak, Şeytan bunun neresinde? ‘‘Üretelim, ama tüketmeyelim’’ de denebilir. Bu da bir yol. Sosyalist blok yıllarca bu formülü denedi. Sonunda ne olduğunu hep birlikte gördük. Sözü genelleyerek söyleyeyim: Bir işadamı var mıdır ki, sadece ihracat için üretim yapsın? Uygar dünyada böyle bir örnek mevcut mu?

Gelelim 5-10 bin dolarlık şampanya ve şaraplara. Şarap işinin iki ayağı var. Üzümü yetiştirmek ve bundan şarap yapmak. Biz dünyanın ilk beş büyük üzüm üretici ülkesinden biriyiz. Bizim ürettiğimiz üzümlerden para kazanmak, deveye hendek atlatmaktan daha zor. Oysa bir Fransız, İtalyan, Alman üreticisi daha pahalı üzüm üretiyor. Aradaki fark el emeğinden çok bilgi, teknoloji ve özenden geliyor. Yoksa işin ameleliği her yerde üç aşağı beş yukarı aynı. Bitmedi... Biz üzümümüzü şaraba çevirirken buna küçük bir katma değer ekliyoruz. Üç kuruşluk üzüm, beş kuruşluk şarap oluyor. Onun da yurt dışında alıcısı çok sınırlı. Ama Fransız beş kuruşluk üzümünü bin beşyüz kuruşluk şaraba veya şampanyaya çeviriyorsa ve bunu bütün dünyaya satıyorsa kızacağımıza bundan ders çıkarmaya çalışsak daha doğru olmaz mı?

Tabii burada devreye, ‘‘Alkol hiçbir zaman tüketilmemelidir’’ buyuran muhterem hocamız Prof. Dr. Mehmet Demirci giriyor. Ona bakacak olursak, şarap ve şampanya işinden derhal vazgeçip memlekette gül suyu ve şerbet endüstrisini kurmamız gerekiyor.

Prof. Demirci'nin ikinci genel doğrusu olan, ‘‘Yemeklerin evde hazırlanıp pişirilmesi’’ önerisini ise bir de aşçı, garson, restoran işletmecisi, toplu yemek üreticisi veya çalışanı gözüyle okuyup değerlendirin. Çocuklara evde yemek eğitimi vermek uğruna koca bir sektörü ayaklar altına almanın ucu nereye varır bir düşünün.

Bir düşünün dedim, ama bence bir değil bin düşünelim. Akıl, sağduyu, bilgi, hikmet ve benzeri kavramlarla özgürce bin defa düşünelim. Genel doğruları aşamadığımız sürece, hamasi bir edebiyattan ve yoksulluktan kurtuluşun yolu yok.
Yazarın Tüm Yazıları