Herşey dahil turlar en tehlikelisi

Akdeniz kıyılarında turizmde ‘‘her şey dahil’’ diye bir sistem geçerli.

İşin esası şu: Turun başladığı havaalanından bittiği havaalanına kadar elinizi asla cebinize atmıyorsunuz. Ne güzel değil mi? Ama değil! Çünkü sistem böyle olunca, en düşük gelir grubuna hitap eder hale geliyorsunuz. İkincisi, turist otel dışında hiçbir yere gitmiyor, hiç para harcamıyor.

Son günlerde çok tartışılan konulardan biri, Türkiye'nin milli futbol takımının başarısından ülke adına yararlanmak! Birçok sektör arasında, ilgi alanım dolayısıyla, turizmcilerin sözleri dikkatimi çekiyor. Unutmayalım ki, turizm bu konuda en çabuk sonuç alınacak alanlardan biri, belki de birincisi. Oysa Türk turizmi birkaç yıldır ‘‘her şey dahil’’ furyasına kapılmış durumda. O zaman ne olacak?

Konuyu tartışmaya açmadan bir anımı nakletmek isterim.

Bir ay kadar önce Antalya civarındaki bazı otellere konuk oldum. Oteller yepyeni. Hele biri daha inşaat halindeydi. Önlerinde masmavi ve tertemiz bir Akdeniz mevcut. Hemen arkada mor dağlar yükselmekte. Etraf çam ormanı. Hava biraz sıcak ve rutubetli ama o kadar kusur kadı kızında da bulunur. Havaalanına mesafe bir iki saati pek aşmıyor.

ÜÇ PARAYA TATİL

Bizde otellere yapı ve donanım özelliklerine göre yıldız verilir. Bu otellerin neredeyse tümü 4 veya 5 yıldızlı. Yani içlerinde yok, yok! Derde deva dahil aranan hemen her şey bulunmakta.

İlk konuk olduğum otel Rixos'un methini daha gitmeden duymuşum. Otele gittiğimde, arkadaşlarım çoktan yerleşmiş, hatta bir de tekne turuna çıkmışlardı. İçimden, ‘‘ziyanı yok. Ben de odaya çıkar, kitap okurum’’ diye geçirdim. Tam o sırada otelin yöneticilerinden birisi, ‘‘mayonuzu giyin. Sizi aşağıda bekliyoruz’’ dedi. Beni plaja götürdüler. Otele ait bir deniz uçağına bindirildim. Teknenin bulunduğu koya geldik. Tekneden bir motorla beni uçaktan aldılar. Sonra gelsin serin bir köpüklü şarap ve Akdeniz'in güzel suları...

Sevgili okurlar, bu anlattıklarım bir düş değil. Gerçekten yaşanmış anılar. Üstelik bunları Türkiye'de yaşadım. Ama böyle tesisler hemen bütün kıyı şeridimizde üç paraya pazarlanmakta. Rixos, mevcut sistemin en pahalısı olmakla övünüyordu. Ya diğerleri? Buralara gelenler, Avrupa'da tatil yapabilecek toplumsal kesimin en alt düzeyinin mensupları. ‘‘Olsun, onlarınki para değil mi?’’ demeyin. Çünkü verilen para bir Avrupalı için devede kulak bile değil. Bu bir...

DIŞARI ÇIKMIYORLAR

İkincisi, buralarda ‘‘her şey dahil’’ diye bir sistem geçerli. Biraz daha fazlasını arayanlar için de bu sistemin ‘‘ultra’’sı mevcut. İşin esası şu: Turun başladığı havaalanından bittiği havaalanına kadar elinizi asla cebinize atmıyorsunuz. Ne güzel değil mi? Ama değil! Çünkü sistem böyle olunca, bir defa en düşük gelir grubuna hitap eder hale geliyorsunuz. İkincisi, her şeyi otelin sınırları içinde bulabilen müşteri topluluğu, civarda bir restoran, bar, gece kulübü, kafe veya benzeri bir yer aramıyor. Bunlara gitmek için taksiye binmiyor. Dışarı çıkmak para demek olduğundan ören yerlerini gezmiyor, müzeyi boşveriyor. Yine dışarı çıkmadığı için, hatıralık eşya düzeyinde de olsa, alışveriş yapmıyor.

Bitmedi... Ödenen paranın büyük kısmı, Türkiye'yi pazarlayan tur operatörlerince Türkiye'nin dışında tahsil ediliyor. Bu paradan otelin sahibi, otelini birkaç yıllığına bu ucuzculara tur satanlara peşin peşin satarak belki inşaatının parasını çıkartıyor. Ya bizim kamu malımız olan ve bedavaya gelen arsalarımız, ormanlarımız, denizimiz ne olacak? Onların hesabını soracak bir kamu yetkilisi yok. Turizm Bakanımız ise hálá bu uygulamayı destekler bir tavır sergiliyor.

Tabii bu arada Türkiye'ye hiçbir şey kalmıyor değil. Onları da sayayım. Önce istihdamdan bahsedelim. Personelin çoğu civar köylerden toplanmış. Ancak durumun böyle oluşuna bakmayın. Çalışanlar o kadar canı gönülden, öylesine güleryüzlü bir hizmet sunuyorlar ki, Avrupa'nın veya Kuzey Amerika'nın en lüks otellerinde böylesine rastlamak adeta imkansız. Buna karşılık, özellikle yerel personelin, birçok tesiste halleri perişan. Ama çoğunda, üç kuruşa da olsa, yazı para kazanarak geçirmenin mutluluğu seziliyor.

Sonra bir de yiyecek-içecek alımları var. Ortalama rakam, genellikle kişi başına 5-6 Euro civarında (Türkçesi 8-10 milyon lira.) Bu para bize kalıyor. Çarpın bir haftalığına gelen 10 milyon turist ile, kazancımızı bulun.

DERS ALALIM

Böyle bir düzende Türk milli futbol takımı dünya şampiyonu olsa ne yazar? Japonya bize hayran kalıp Türkiye'ye doluşsaydı, onların aradığı servisi verebilecek miydik Allah aşkına?! Avrupalı, Amerikalı zenginler niçin bize gelmiyor? Yat sahipleri niçin bizim kıyılarımızı tercih etmiyor? Cevaplanması gereken sorular bunlar. Ama herkesin kısa zamanda köşeyi dönüp zengin olmayı hayal ettiği bir ülkede bu soruların cevaplarını arayanlara aptal muamelesi yapılıyor. Oysa hesap, kitap en sonunda kimin akıllı kiminse aptal olduğunu ortaya koyuyor.

Türkiye bir çok şeyi yüzüp yüzüp kuyruğuna gelmiş bir ülke. Medeni ölçülere saygı, dünya normlarını kabullenme, çıtayı daha yükseğe koyup onu aşabilmek için sabır ve gayretle çalışma ve bunun içinde de en önemlisi daha iyi vasıflarla donanmış bir insan gücü yaratabilmemiz gerekiyor. Olmaz, bu bir düş demeyin. Futbolda dünya üçüncüsü olmak da bir düştü, ama gerçekleşti. Ders alalım!


Garip bir durum


İki hafta önce Trakya Üniversitesi Ziraat Fakültesi Gıda Bilimi ve Teknolojisi Bölümü Başkanı olan muhterem bir hocamızdan söz etmiştim. Yazım üzerine birçok okurum aradı. Kendisinden hakkında hemen herkes, ‘‘çok nazik bir kişi’’ tanımlamasını yaptı. Buna sevindim.

Ancak üzüldüğüm nokta, ‘‘alkol hiçbir zaman tüketilmemelidir’’ yolunda bir kesin ve keskin yargının sahibi olan bir kişinin, Trakya gibi bağcılık ve şarapçılığın Türkiye'deki en önemli yöresindeki bir üniversitede böylesine önemli ve kilit bir mevkiye getirilmiş olması.

Prof. Dr. Mehmet Demirci, özel hayatında içkiden nefret edebilir. Dini inancı buna elvermeyebilir. Bunları saygıyla karşılarım. Özel hayatı da beni ilgilendirmez. Ama bulunduğu yer, görüşlerini tatbik edebileceği yer olmamalı. Ama galiba üniversitede bu ayrım yapılmıyor.

Mesela iki yıl önce bu üniversitenin çatısı altında şarapçılıkla ilgili olarak yapılan ‘‘Türkiye Bağcılığı’’ konulu seminere hocamızın bölümünden bir tek öğretim üyesi, görevlisi veya öğrenci katılmadı. Bir de Şarköy'deki şarapçılıkla ilgili meslek yüksek okulunun durumunu merak ediyorum.
Yazarın Tüm Yazıları