Hayatın İçinden






Tuğrul ŞAVKAY
Haberin Devamı

Kültür, Fazıl Say ve Refik Fersan

PİYANİST ve besteci Fazıl Say’ın, Milliyet’teki köşesinde 'Kültürsüzlük üzerine' başlıklı bir yazısı yayınlandı.

Hikaye, Rus piyanist Sviatoslav Richter’in kırk yıl kadar önce Kazakistan’ın küçük bir kasabasında başından geçen bir olayı anlatıyor...

Richter, ertesi gün konser vermek üzere gittiği kasabaya yorgun argın vardıktan sonra otele dinlenmeye çekilir. Bu sırada birkaç asker ziyaretine gelir ve komutanlarının konserin o gün akşama alınmasını istediğini söyler. Sanatçı teklifi reddeder. Ancak akşam çöktüğünde aynı askerler tekrar otele gelip, Richter’i zor kullanarak konser salonuna götürür. Orada komutan silah çekerek ünlü piyanisti sahneye çıkmaya zorlar. Richter, hiçbir şeyden haberi olmadan salonu tıklım tıklım doldurmuş olan seyircilerin karşısına çıkar.

Gerisini Fazıl Say’dan dinleyelim...

'Richter ruh gibi, yüzü bembeyaz, ağır hareketlerle oturuyor piyanosunun başına. Sonra bir ölüm sessizliği.

1 dakika, 5 dakika, 15 dakika, 35 dakika. Evet tam 35 dakika çalmadan, tek notaya basmadan duruyor piyanosunun başında. Sonra ağır adımlarla kalkıyor, selamını veriyor. Salonda bir alkış fırtınası, bir kasırga gibi. O arada sıvışıp kaçan komutanı kimse farketmiyor bile.'

Fazıl Say, 'Bu olayı sıkça kendime hatırlatırım. Sanatçının ödünsüzlüğü, sanatına olan saygısı, emeği, cesareti... Moral verir bana' diyor.

Bizden bir öykü

Yazıyı okuyunca aklıma, büyük tanbur ustalarımızdan ve bestecilerimizden Refik Fersan geldi.

Murat Bardakçı’nın 'Refik Bey' adlı kitabında anlattığı benzer bir öykü vardır. Yalnız sonu Richter’inki gibi bitmez.

Sözü Murat Bardakçı’ya bırakalım...

'27 Mayıs İhtilali’nden sonra ’radyo kumandanlığı’na tayin edilen bir binbaşı, radyoevinde görevli herkesi odasına çağırmakta ve ’ne iş yaptıklarını’ sormaktadır. Refik Bey o yıllarda artık neşriyata katılmamakta, jürilerle kurullarda görev almakta, tasnifle ve nota tercümeleriyle meşgul olmaktadır.

Refik Bey’i de çağırıp 'Sen burada ne iş yaparsın?' der binbaşı... Refik Bey komisyonlardan, nota tercümelerinden bahseder ama, 'Onları bırak, mesela bugün ne yaptın?' diye bir başka soruyla, sonra da o güne kadar hiç işitmediği bir sözle, hakaretle karşılaşır... Odadan çıkar, aşağıda yayın saatini bekleyen Fahire’sine (eşi, büyük bir saz sanatçısı olan Fahire Fersan’a) 'Bana bir taksi çağır' der...

Çift Levend’deki evlerine gider... Refik Bey ateşlenmiştir... Ölümüne sebep olan 'pneumothorax' o gün başlamıştır...'

İnsan olabilmek

Fazıl Say’ın hikayesindeki Rus komutanın adını bilmiyorum. Refik Fersan gibi çok zarif bir İstanbul beyefendisi, büyük bir saz ustası ve çağının en önde gelen bestecisini tahkir eden ve ölümüne neden olan radyo kumandanı binbaşı ise Kenan Ersoy adında bir kendini bilmezdir.

Nedense bu hikayeyi ne zaman hatırlasam gözlerim yaşarır.

Aslında Fazıl Say’a bu yazıyı yazdıran neden, bir lokantada bir başka kendini bilmezin 'Senin bu klasik müzik meseleleri bizim kültürümüz değil, anlamayız' demesiymiş.

Fazıl Say, bütün bunların bir genel kültür meselesi olduğunu söyledikten sonra, böylelerine artık kızmadığını, sadece onları 'şanssız' bulduğunu belirtiyordu.

Bence bu şanssızlığın Batı veya Doğu musikisiyle, 'bizim kültürümüz' ile 'onların kültürü' meselesiyle bir ilgisi yok. Mesele adam olmak meselesi.

Ne Rus komutan ne de İhtilal’in radyo kumandanı Binbaşı Kenan Ersoy bu insanlık aşamasını geçememiş olmanın talihsizliğinin kurbanlarıydı.

Ol hikayet aslında bundan ibaret...

Şiir köşesi

GEÇEN hafta başlattığım şiir köşesine ilgi o kadar büyük oldu ki, doğrusu ben bile bu teveccühe, deyimi mazur görürseniz, bu 'izdiham'a şaşırmadım desem yalan olur.

Tek anlayamadığım şu: Madem bizde şiir meraklısı bu kadar çok, öyleyse şiir kitapları neden az satıyor? Yoksa ben şiir kitaplarının az sattığı yolundaki yanlış bir görüşü mü dile getirmekteyim?

Yine de zengin bir şair tanıdığım yok. Üstelik orta halli geçimlerini de şiirden değil, başka uğraşlardan sağlamaktalar.

Her neyse... İstanbul şiirleri okurlar arasında büyük ilgi gördü. Birçok şiir yollandı. Okuyucuların paylaşmak istedikleri şiirlerini bu köşede görmeyi istemeleri çok doğal. Ama yer gördüğünüz gibi kısıtlı. Üstelik, şiirini gönderemeyecek olan şairlere de haksızlık yapmamak gerek.

Kararım, -hiç olmazsa şimdilik- bir hafta bir okuyucu şiirine, bir diğer hafta ise şiirini gönderemeyecek şairlerden birinin şiirine yer vermek.

Sıra bugün okuyucularda idi, ancak yer darlığından başka bir şiire izin vermelerini dileyeceğim. Şiirin tamamı bile değil, bir alıntı. Çok kısa, ama eskilerin 'mısraı berceste'leri gibi. Maksud eser olunca gerçekten bu kadarı da yetiyor...

İSTANBUL

İstanbul’da ne var deme,

İstanbul’da ne mi var?

İstanbul’da İstanbul var.

Cahit Irgat

Yazarın Tüm Yazıları