Paylaş
Aslında adı "Lipton Tea Corner". Ama dükkanın üzerindeki tabelada "Lipton T Corner" diye yazıyor.
Amerikalıların her şeyi kısaltma huyu var ya, orada yer yer, çay anlamındaki "tea" yerine "t" harfini yazmakla yetiniyorlar. Nasıl olsa okuyan "ti" diye telaffuz ediyor. Çay anlamındaki "tea" sözcüğünün de okunuşu aynı.
"Corner" ise bulduğumuz köşe. Dükkanın ufağı.
İki kelimeyi birleştirdiğimizde ise ortaya kahvehaneden galat çayhane sözcüğü çıkıyor.
Eskiden İstanbul'un tatlısu frenkleri ile onlara özenenler böyle yerleri Fransızca adıyla, "salon de the" olarak anarlardı. O moda geldi geçti. Şimdi herşeyi İngilizce söyleme merakı var.
Sözünü ettiğim yer, Etiler girişindeki Mayadrom'da.
Mayadrom ise Maya sitesinin arkasında küçük ama şık bir alışveriş merkezi. (Yoksa "mall" mu demeliydim?)
"Tea Corner"ın fikir babası Unilever'in yöneticilerinden sevgili dostum Mustafa Seçkin. Başta gelen destekcisi ise aynı şirketin çay bölümünün yöneticilerinden sevgili Tolga Sezer idi.
Bir hayalleri vardı ve onu bugün gerçeğe dönüştürdüler.
Herhalde mutluluğun bir anahtarı da bu.
* * *
İçeride bir bölümde harika özel çaylar var.
Öte yanda çay aksesuarları bulunmakta.
Bir köşe de çay kitaplarına ayrılmış.
İşletmeci Haluk Pepey çok özenli. İki zarif hanım, Barış Çuhadar ve Semra Hanibu, bir çay eksperi gibi açıklama yapıyor, hemen her soruya cevap veriyorlar.
Geçenlerde orada Tolga'yla buluşup bir darjeeling ve bir de lapsansuçong çayı içtik.
Bir ara aramıza Dinç Bilgin ve Zafer Mutlu katıldı. Hem çay içtiler hem de kitap satın aldılar.
* * *
Bu pazar Hürriyet'teki köşemde çayla ilgili bir yazı yazmaya karar verdim. O yüzden sözü daha fazla uzatmayacağım.
Tek söyleyeceğim bu küçük köşeyi mutlaka ziyaret edin. Mükemmel çaylardan için.
İyi yapılan şeyleri takdir edin.
Bir davetin anatomisi
İşim gereği bir çok davete katılıyorum. Yeri geldikçe de bunlara değiniyorum.
Elbette hepsini yazmam mümkün değil. Gerekli olduğunu da sanmıyorum. Ama önemli bulduklarımı okuyucularımla paylaşmakta tereddüt etmiyorum.
* * *
Geçtiğimiz haftanın en kaydadeğer davetlerinden biri, Demir Sigorta'nın 10. Yılı dolayısıyla Atatürk Kültür Merkezi'nde düzenlenendi.
Konuklar, Alman yönetmen Michael Heinicke'nin sahneye koyduğu Wolfgang Amadeus Mozart'ın "Saraydan Kız Kaçırma" adlı "singspiel"ini, yani şarkılı oyununu izlediler.
İlk arada düzenlenen küçük bir kokteylle de ağırlandılar.
Sema Cıngıllıoğlu'nun davetinde salon doluydu.
Gelenler içinde Türkan ve Dilek Sabancı, Üzeyir Garih, Feriha ve Osman Göksu, Servet Koçak ve Nesligül Üstay gibi İstanbul sosyetesinin önemli isimlerinin bulunduğunu davetin ertesi günü Hürriyet'ten Bora Engin kültür ve sanat sayfasında yazdı.
* * *
Daha kapıdan girerken dikkatimi çeken, ev sahiplerinin kapıda saatlerce bekleyip davetlileri tek tek el sıkarak karşılamaları oldu.
Bu son zamanlarda sık rastlanan bir incelik değil. Ama işin doğrusu böyle davranmak. Nezaket bunu gerektiriyor.
Yine girişte dağıtılan küçük siyah kurdeleler de bir başka zarif davranıştı. Deprem felaketinin hemen arkasından verilen bir davette bu da ince düşünülmüş bir ayrıntıydı.
* * *
Oyun başlamadan önce birisi sahneye çıkınca, "eyvah, yine uzun bir nutuk dinleyeceğiz" diye düşündüğümü saklayacak değilim.
Ama öyle olmadı.
Birisi, salondakileri deprem felaketinde yitirdiklerimizin anısına bir dakikalık saygı duruşuna davet etti. Hepsi o kadar.
Davet sahipleri, sıkıcı ve nafile nutuklardan kaçınacak sağduyuyu gösterdiler.
Bence alkışlanacak bir tavır da buydu.
* * *
Yiyecek-içecek ilgi alanım. Onun için sözümü sakınmadan söyleyeceğim.
Birinci perdenin sonunda üst katta verilen kokteylin, saat itibariyle, çok ağır olmaması yerindeydi.
Ancak operanın kendine özgü bir stili vardır. Dünyanın her yerinde bu mekanlarda ikram edilen içki şampanyadır. Yanında birkaç şık ve zarif kanape ikram edilmesi de yeterli sayılır.
Verilen kokteyl, bütün tevazuuna rağmen, çok karmaşıktı. Üstelik ikram alışılagelmişin dışında garip bir mönü çerçevesinde yapıldı.
Böylesi hem gereksizdi, hem de pek yakışık almadı gibi geldi bana.
* * *
Davete eşimle birlikte katıldım. Eşim piyanist ve opera sanatçısı. Kendisi temsili teknik açıdan beğendiğini söyledi.
Benim müzik bilgim bu tür eleştirileri yapmak için yetersiz. Ama onulmaz bir opera tutkunu ve aynı ölçüde onulmaz bir Mozart delisiyim.
Ne yalan söyleyeyim, o akşam seyrettiğim "Saraydan Kız Kaçırma" beni bir seyirci olarak heyecanlandırmadı.
Yine de Mozart'ın Türklere duyduğu yakınlığı dile getiren ve bütün Mozart eserlerinde görülen derin felsefi anlamları açısından böyle bir eserin seçiminde bence tam bir isabet vardı.
Daha önemlisi, Demir Sigorta'nın bu etkinlik dolayısıyla operaya ve Türk opera sanatçılarına verdiği değeri göstermesiydi.
İşin bu yanı gözlerimi yaşarttı.
Paylaş