YILLAR önceydi. Daha lise öğrencisiydim. İlhan Selçuk'un köşesinde okuduğum bir yakınma beni çok etkilemişti.
Hálá unutmam; İlhan Selçuk okumasını sevmeyen bir toplumun yazarı olmaktan duyduğu iç sızısını anlatıyor, Batılı ülkelerin yazarlarının şanslı olduğunu vurguluyordu.
O gün belki yazıp da az okunmanın ıstırabını tam anlamıyordum ama yine de bu haklı yakınmadan çok etkilenmiştim.
İlhan Selçuk'un bu yazısını sık sık anımsarım ve her seferinde de hüzünlenirim. Çünkü durumda bir değişme olmadı.
Geçenlerde bir gazetede gözüme çarpan küçücük bir haber (Magazin haberlerinden yer kalmadığı için bu tip haberler ancak kıyıda köşede yer bulabiliyor) beni yine etkiledi.
Habere göre, Türkiye'de kişi başına yıllık kitap harcama tutarı topu topu 2 dolarmış.
Düşünün, Türkiye'de insanlar kitap almak için yılda ortalama 2 dolar harcıyorlarmış.
Bu oran Batılı ülkelerde 500 doları buluyormuş.
Bizdekinin kaçta kaçı oluyor, artık siz hesap edin.
* * *
Durun bitmedi, haber küçük ama verdiği çarpıcı rakamlar devam ediyor.
Türkiye'de evine günlük gazete almayanların oranı yüzde 59, dergi almayanların oranı ise yüzde 88.
Yani ülkemizde yaşayan 65 milyon insanın yarıdan fazlasının gazeteyle, hemen hemen tamamına yakınının ise dergiyle bir ilgisi yok.
Demek ki çoğunluk, gazete ve dergileri sadece gelip geçerken tezgáhlarda görüyor, hepsi o kadar.
Bir rakam daha var o minnacık haberde. İstanbul, Türkiye'nin en çok okuyanı olan kenti.
Gazete ve kitapların yüzde 50'ye yakını bu kentimizde satılıyor aslında.
Ama... Bu kentimizde yaşayanların da yüzde 60'ı düzenli gazete ve yüzde 68.5'i de kitap okumuyor.
Televolelerin, magazin haberlerinin reytinginin neden yüksek olduğu böylece çok net olarak anlaşılıyor.
* * *
1982 yılıydı... Gazeteci arkadaşım Erhan Akyıldız'la bir kitap yazmaya karar verdik.
Konu olarak da 1979 yılında katledilen gazeteci ustamız Abdi İpekçi'nin yaşamını seçtik.
Tam 3 yıl uğraştık. O kadar işimizin arasında büyük özverilerle kitabı 1985 yılında tamamladık.
Hayallerimiz çok para kazanıp zengin olmak değildi kuşkusuz. Ama daha başka kitapları hazırlayacak bir parasal özgürlük kazanacağımızı umuyorduk.
Kitap çıktı, o döneme göre çok da iyi sattı. Ama aralıklı aralıklı aldığımız üç beş kuruş, günlük sıkıntılar nedeniyle eriyip gidiverdi.
Salt kitapla uğraşma özgürlüğü kazanma hayalleri de bir daha gündeme gelmemek üzere rafa kalktı.
Oysa iyi olsun, mükemmel olsun, Abdi Bey'e yakışsın diye ne emekler vermiştik o kitaba.
O meşakkatli günlerde İlhan Selçuk'un ne demek istediğini çok daha iyi anlamıştım.
Şimdi bir iki rakam daha verip yazıyı bağlamak istiyorum.
Tahmin edeceğiniz gibi yine iç açıcı rakamlar olmayacak bunlar.
Bilir misiniz, ünlü hikáye yazarımız Sait Faik tüm hikáyelerinden ne kadar para kazanmıştır?
Sıkı durun: Topu topu 400 lira...
Ya ünlü romancımız Orhan Kemal?
O da 30'u aşkın romanından sadece 1 milyon lira...
Bunların yanında bir de çekilen yasal eziyetleri sakın unutmayın.
Ne dersiniz, Türkiye'de yazar olmak gerçekten de çileli iş değil mi?