Çocukluğunu yetmişli yıllarda Türkiye’de geçirenler için televizyonda müzikle ilgili bir şeyler seyretmek çok büyük bir meseleydi.
Tek kanallı; bırakın tek kanalı, renkli televizyonun sayılı evde olduğu günlerden söz ediyorum. Seksenlerle birlikte renkli televizyonların sayısı arttı. Ve ardından hayatımıza videolar girdi. Almanya’dan gelen komşunun getirdiği video kasetleri ağzımız açık izlerdik.
Bir müzik klipinin ne olduğunu da bu sayede öğrenmiş olduk. Top 10 listeleri, sunucular, klipler; cennet gibi bir şeydi. Daha sonra bizim de müzik programlarımız oldu. TRT’nin devlet televizyonu olarak belirli müzik türlerine belirli oranlarda zaman ayırma gibi bir politikası vardı. Biz de bu işten maksimum fayda sağlıyorduk. İzzet Öz’den ‘Teleskop’, Sezen Cumhur Önal’dan ‘Müzik Yelpazesi’, Erhan Konuk’tan ‘Pop Saati’, Şener Yıldız’dan ‘Rock Dünyasından’, Ömer Karacan’dan ‘Genç Çizgi’...
Bizim şarkıcıları da ancak hafta sonları yayınlanan eğlence programlarında playback yaparken izleyebiliyorduk. Ne CD, ne internet, ne müzik televizyonu; varsa yoksa bu programlar. Birini kazayla kaçırsak, uykumuz da kaçardı.
TRT, bize bir sürpriz yapıp Spandau Balet, Duran Duran ve Pink Floyd konserlerini yayınladığında bir nesil, ufak çaplı bir şok geçirdik. O sahne şovları, o ışıklar, onca seyirci... Gözlerimize inanamıyorduk.
Yıllar yılları kovaladı. Hayatımıza özel televizyonlar girdi. Türk popu bir şekilde patladı; pop biraz arabeske yaklaştı arabesk haliyle poplaştı. Fantezi müzikler, özgün müzikler; artan satış rakamları, gözünü para bürümüş, kural tanımaz müzik televizyonları, yapımcıları derken fena halde kirlenmiştik.
Dünya bu kadar hızla dönüp, teknoloji başını alıp gitmişken TRT doğru refleksi göstermiş olsa bugün her şey daha farklı olabilir miydi dersiniz...
TRT aynı şekilde kirlendi mi? Hayır. Ama taşın üstüne taş da koyamadı. Birçok müzik programına neredeyse seksenli yılların görsel düzeyinde devam etti. Reyting kaygısızlığına; elindeki akıl almaz arşive, teknik olanaklara, insan kalitesine karşın yerinde saydı.
Yorumsuz’un baŞIna gelenler
Son beş yıla bakıyorum, onca televizyon kanalından hepi topu iki tane düzgün müzik programı çıkmış. Biri Burhan Şeşen’in ‘Yorumsuz’u, ötekisi Şafak Ongan’ın ‘Frekans’ı. Şafak, CNN Türk’te uzun süredir çizgisini bozmadan programını yapıyor.
Burhan Şeşen’in Yorumsuz’unun başına ise gelmedik kalmadı.
TV 8’de yayınlandığı dönemde Yorumsuz markası neredeyse TV8 markasının önüne geçmişti. Kısıtlı olanaklara rağmen programın kalitesinden ödün vermeyen Şeşen ve ekibi kısa sürede bağımlılık yarattı. Sonra ne mi oldu? Üst yönetimi değişen TV 8, Yorumsuz’u kibarca kapı dışarı etti. Sonra bir baktık ki, Yorumsuz TRT 1’de.
Tam TRT mevzuya uyanıyor diye düşünecektik ki, Yorumsuz’un yayınına ara (belki de son) verildi. Sebebini bilmiyorum. Ama reyting kaygısı olmadığına eminim. Türkiye genelinde kendi yaptırdıkları bir araştırmada da en çok izlenen programlarından biri olduğu ortaya çıkmış Yorumsuz’un.
‘Sevgili TRT peki bu ne kaygısı?’ diye soracak mecalim de yok açıkçası. Ancak TRT’nin Yorumsuz gibi doğru programlara inanıp ilgi göstermesinin de en çok TRT’ye fayda sağlayacağı bir gerçek.
TRT, yine seksenlerde olduğu gibi güzel sürprizler yapsa; bizi şaşırtsa ne iyi olur.