İlk gençliğime denk geliyor Beyoğlu Hayal Kahvesi. İlk günden beri giderim. İstanbul gece hayatı içinde gerçek anlamda marka olmayı becerdiler.
Sonra arada -kendi adıma söylüyorum- bir dönem küstüm mekána. Küstüm çünkü gelen insanlar değişti, kapıda duran arkadaşlar bir tuhaflaştı, sahneye çıkanlar heyecan vermedi.
Ama son dönemde o kadar keyif alıyorum ki Hayal Kahvesi’ne gitmekten. O küçücük mekánda, o daracık sahnede öyle iyi gruplar çıkıyor ki. Müdavimler var, müzisyenler geliyor müşteri olarak. Personel desen son derece kibar.
Gevende’siydi, Peyk’iydi, 4x4’üydü, Soul Stuff’ıydı, Deep’iydi, Nefes’iydi, Cingi’siydi, Keyif’iydi; çok sevdiğim gruplar izliyorum.
TUNA KİREMİTÇİ DE SAHNEDE
Türkiye’nin en çok satan yazarlarından, ama müziğe de bir o kadar sevdalı dostum Tuna Kiremitçi’nin performanslarını izliyorum. Ta Kumdan Kaleler günlerinden bugüne uzanan bir hikáye Tuna’nınkisi. Grubu da çok iyi; şimdi çaldıkça o şarkılar olgunlaşıyor çok seviniyorum. Yine eskiden beri çok sevdiğim Demet Sağıroğlu eşlik ediyor iki şarkıda. Demet de sahneye çıkınca tadından yenmiyor. Tuna; Tuna olduğu için gelenler gene gelsin ama zaman geçtikçe, iş olgunlaştıkça salt şarkılar için gelenlerin sayısı artacaktır.
Sonra Özge Fışkın var, çarşambaların prensesi. Özge’nin müthiş bir sahne enerjisi var. İçten... Ankaralı dostlar bilir Özge’yi. Çok güzel de bir albüm yaptı.
Cem Özkan çıkıyor. Cem de müzikten başka bir şey düşünmeyen bir müzisyen. Son dönemde yaptığı işleri çok beğeniyorum. Sahnede izlemek çok keyifli oluyor.
Gökçe var, Aslı var, İhtiyaç Molası var. Mirkelam bir program yapıyor ki hele... Fergan Mirkelam hem çok iyi bir müzisyen hem de çok samimi bir sahnesi var.
İskender Paydaş Project var sonra, Levent Yüksel’in Sıfır Km projesi var...
Türkiye’nin en iyi caz müzisyenlerinin parçası oldukları Quartet Muartet, Passiflora...
Redd çıkıyor, Sertab Erener çıkıyor, Zeynep Casalini çıkıyor, Yeni Türkü çıkıyor, Bulutsuzluk Özlemi çıkıyor, Cem Adrian çıkıyor. Avrupa Yakası’ndan sevdiğimiz, aynı zamanda çok iyi bir solist olan Hale Caneroğlu çıkıyor.
Whitesnake gibi bir grup Türkiye’ye geldiğinde konser sonrasında "takılmak" için yine Hayal’in sahnesini tercih ediyor.
İstanbul’da bir sürü canlı müzik mekanı vardı, oldu. Kemancı’sı, Flatline’ı, Sis’i, şimdi adını sayamayacağım diğerleri hepsi birer okuldur. Ama Beyoğlu Hayal Kahvesi’nin kendini yeniden tanımladığı, çok güzel bir yola girdiği de gerçek. O kadar küçük bir mekánın bu kadar iyi bir performans mekánına dönüşebilmesi de ayrıca ders niteliğinde. Müdavim yaratması, içersi o kadar kalabalıkken kapıya gelen müşterisini rencide etmeden reddedebilmesi de cabası.
Albümlerin satmadığı, konser yapmanın ziyadesiyle zorlaştığı koşullarda, bu tip özel performans mekánları müzik için, hayatını müzikten kazananlar için çok önemli. Tabii bizim gibi kaliteli işler seyretmek isteyenler için de...