İlhan İrem, Türk popüler müzik tarihi içindeki en ilginç motiflerden biri.
Bundan 35 yıl önce başladığı müzik yolculuğu sırasında hem iç dünyası hem de dünya meseleleri ile ilgili yaptığı mesai sonucunda bir İrem felsefesi yarattığı apaçık. Bu mesajı bize ulaştırmak için kullandığı müziğinin yanı sıra kitaplar yazan İrem, öte yandan bir başka ders de veriyor. Bunca yıl içinde ben İlhan İrem’in bir televizyon programına konuk olup meramını anlatmaya çalıştığını görmedim. Popüler olmaya çalıştığını da hiç sanmıyorum. Bilakis bundan kaçtığına eminim. Çok uzun zamandır sadece şarkıları, kitapları ile yaşıyor. Ne söylüyorsa onu söylüyor. Az da olsa verdiği konserlerde sevenleriyle buluşuyor. Hatırlayacaksınız son konserini de 16 Ağustos’ta Rumeli Hisarı’nda verdi. Simsiyah kostümüyle ellerini iki yana açarak "ışık ve sevgiyle" selamladı hayranlarını.
Birçok kişinin amiyane tabirle İrem’in "sıyırdığını" düşündüğünü biliyorum. Şarkılarında, kitaplarında kullandığı ağdalı dili hiç anlamayan, deli saçması olarak görenler de var elbet. Konserlerindeki atmosferi; İrem’in sevenleriyle arasındaki bağı algılayamayan, tuhaf bulan, hatta bıyık altından gülen gazeteci arkadaşlarım da var.
Bu tip yaklaşımlara en güzel yanıt yine İlhan İrem’den geliyor: "Bazıları için hiç olmayan, bazıları içinse hiç ölmeyen güzellikler anlatıyorum."
İç dünyası zengin, insan sevgisini esas almış çağdaş bir ozan İlhan İrem aslında. Ne mevcut pop yıldızı terazisinde tartabilirsiniz, ne de en küçük bir reklam kaygısı olmadan 35 yıl içinde sevenleri için nasıl olup da böyle büyük bir efsaneye dönüştüğünü anlayabilirsiniz, merak edip sorgulamadan.
İrem’in belki de mevcut halimize koyduğu en doğru teşhislerden biri beni epeyce düşündürmüştü. Diyor ki usta: "Popüler müzik de sanat eseri olmalı... İyi bir kitap, iyi bir film, güzel bir resim sergisi insana bir şeyler katar. İşte pop müzik bu işlevini yitirdi..."
Popüler olanın sanatsal olamayacağı; saman alevi, sabun köpüğü olma zorunluluğu varmış gibi ne zaman kötü ve ticari bir işle karşılaşsak bu klişeye sığınmıyor muyuz? Yani kaliteli ve sanatsal bir şey yaptığınızda insanlar bunu anlamaz. Dolayısıyla o ürün ticari ve popüler olamaz. Oysa gün gibi ortada ki, neyin popüler olacağını belirleyen yine o yemeği sunanlar. Bu televizyon için de böyle, edebiyat için de, müzik için de. Yozlaşma böyle başlıyor işte. Ondan sonra koca bir endüstri çökerken öyle kenara geçip seyretmek durumunda kalıyorsunuz. Yapılan işin kendisi neyse tüketicisi de o. Yapılan işle tüketicisinin kurduğu ilişki de tıpkı işin kendisi gibi sabun köpüğü oluyor çünkü. Bir anda vazgeçiyorlar, terk ediyorlar. İşte İlhan İrem’in 35 yıllık sırrını, farklılığını en iyi anlatan ifade de bu galiba; İlhan İrem’le sevenleri arasındaki güçlü bağ, fikir ve duygu alışverişi. Ve dışarıdan göründüğü gibi bu durum da ticari olmayan marjinal bir alana işaret etmiyor sektör açısından. Ben aklı başında iyi bir prodüktör şirketin hem kendine hem de İlhan İrem’e çok para kazandırabileceğine inanıyorum. Mesele para olmasa da "bu ticari olamaz" klişesine saldırmak için altını özellikle çizmek istedim.
Geçtiğimiz günlerde "Ölümsüz Ozan İlhan İrem" adlı bir kitap çıktı piyasaya. İki büyük İlhan İrem dostu Hakan Taştan ve Ersin Kamburoğlu’nun kaleme aldığı kitap, sizin de İlhan Usta’yla daha yakından tanışmanız için fırsat olabilir. Hakan mimar, Ersin mühendis aslında. Galatasaray Lisesi sıralarında başlayan dostlukları ve İlhan İrem sevgileri bu kitapta buluşturmuş onları. Kafanızı alıştığınız seslerden kurtarıp ufkunuzu genişletmeniz ve 35 yıl sonra İlhan İrem’i biraz olsun anlamanız için okuyun derim.