Valencia’dayım iki gündür. Dün basın merkezindeki ekrandan, bugünse geceki fırtına ardından çırpınan Akdeniz’de, hızlı bir tekneden izledim Amerika Kupası’nı geri vermemek için mücadele eden Alinghi ile Emirates Team New Zealand arasındaki yarışı.
Dünkü çok heyecanlı geçen yarışın galibi Emirates Team New Zealand idi; bugünse, Valencia’da beni ağırlayan İsviçre Bankası UBS’nin desteklediği Alinghi kazandı ve durum çarşamba akşamıitibarıyla 2 - 2 oldu. 2 takımdan 34 sporcunun beyinlerinin ve kaslarının karşılaşması gerçekten çok heyecanlı ve keyifli. Yazının yarış kısmı bundan ibarettir. Duyurulur.
Bilmeyenler için, bu yarışların yapıldığı Valencia, Barcelona’nın hem batısında, hem de önemli ölçüde gölgesinde kalan bir Akdeniz şehri. Bu şehri aslında, Amerika Kupası’ndan önce ve sonra diye iki ayrı dönemde değerlendirmek çok daha doğru.
Sevimli bir tarihi merkezi olan, insanları mutedil, taksicileri güleryüzlü, lokantaları keyifli, futbol takımı iyi, yani yaşamak için bayağı düzgün bir yer olan ve Avrupa Birliği üyeliğinden sonra hayli gelişen Valencia, Amerika Kupası olmasaymış sıradan bir şehir olarak kalabilirmiş. Büyük yük gemilerinin yanaştığı bir liman şehrinin, akıllı bir merkez ve yerel yönetim girişimi ile 4 yıl içerisinde nasıl bir dünya şehri haline geldiğinin öyküsünü anlatıyor bu şehrin sokakları ve kıyıları.
Denizle zaten hep barışık olan İspanya’nın, dünyanın en zengin imparatorluğunu kurduğu 16. yüzyılda Yeni Dünya’ya yüzlerce komutan, binlerce asker gönderen, yağmalanan gümüşle yüklü gemilerin yanaşma limanlarından biri olan Valencia, Amerika Kupası finallerine ev sahipliğini, gerekli yatırımı yapma sözü vererek aldıktan sonra büyük dönüşüm içine girmiş.
Sözü veren Valencia Belediyesi... Sözü alan, İsviçreli milyarder Ernesto Bertarelli’nin kurduğu ve 2003 yılındaki ilk denemesinde Amerika Kupası’nı kazanan Alinghi takımı. İsviçre’de deniz olmadığı ve bu yarışmanın tuzlu suda yani denizde yapılması gerektiği için, Avrupa şehirleri arasındaki ciddi güzellik yarışmasının galibi Valencia olmuş.
Ve sonuç gerçekten dudak uçuklatıcı. Geleneği olan ama yüzyıllar içinde sıradanlaşmış bu şehrin dönüşümü, dökülen eski liman bölgesinin Amerika Kupası Limanı’na çevrilmesi kararı ile başlamış.
26 Kasım 2003 günü 32. Amerika Kupası evsahibi şehri olmasından bugüne harcanan para 410 milyon Euro. Dönüştürülen alan 600’ü denizde olmak üzere 930 dönüm. Doldurulan alan 60 dönüm. Yenileme çerçevesinde bir de kanal açılmış.
Yapılan yeni marinanın kapasitesi boyları 8 ile 29 metre arasında değişen 636 tekne. Akdeniz’in zenginlerini çekmek için hazırlanan ultra lüks Süperyat Marinası’na ise boyları 30 ile 140 metre arasında değişen 40 tekne bağlanabiliyor. Bunlar büyük gelir kalemleri.
Açılan lokantalar, oluşturulan açıkhava konser alanı ve müzeleri ile olağanüstü bir çekim merkezi Amerika Kupası Limanı.
David Chipperfield tarafından tasarlanan, içinde dev bir Louis Vuitton mağazasının da bulunduğu Liman, sıkı durun, son 2 yılda 5 milyon kişi tarafından ziyaret edilmiş. Şu günlerde günlük ziyaretçi sayısının 100 bini bulduğu söyleniyor; yani final karşılaşmalarının yapıldığı 10 günde, dünyanın dört köşesinden yaklaşık 1 milyon kişi, Amerika Kupası Limanı’nın turnikelerinden geçecek. Şehirdeki otellerde tek kişilik yer, iyi lokantalarda rezervasyonsuz masa bulabilemek mümkün değil. Yani esnaf da memnun halinden.
İstanbul’un, Hürriyet Cap Istanbul ardından, bir yelken şehri olduğunu bu yarışa katılan Fransız sporcular görmüştü. Amerika Kupası’nda Fransa bayrağını dalgalandıran Arreva Challenge Takımı’nın Başkanı Stephane Kandler ile konuşurken, Hürriyet Cap Istanbul ile Türkiye’de önemli bir yelken hamlesi yapıldığını, bunun devamının Amerika Kupası bağlantılı birtakım etkinliklerle getirilebileceğini, çünkü Türkiye’de yelkeni bilen ve yapan kişi sayısının çok olduğunu söyledi. İşte bir Fransız’dan İstanbul’u yönetenlere bir fikir... İstanbul’u gerçek bir dünya şehri yapmak için Amerika Kupası projeleri geliştirecek kimse yok mu?