Avrupalı yelkencinin gözdesi, Türkiye

Neredeyse 20 yıl önce, mayıs ayının ortasında denizin ortasında dişlerim soğuktan birbirine vurduğunda, Türkiye’nin değerini daha iyi anlamıştım.

İngiltere’deydim, yelkene yeni başlamış bir adam olarak Manş Denizi’ndeki gemi trafiğine yakalanmamak için dev kaba dalgalar arasında atılan tremolalar birazcık içimi ısıtıyordu. Sigma 36’daki altı kişilik öğrenci ekibinin denizi ilk keşfi bu şartlarda gerçekleşti.

Şimdi o İngilizler Türkiye’yi, Türkiye’nin sıcak denizlerini keşfetti ve her yıl binlercesi Gökova’da ve Göcek’te yelken yapıyor. Yeni yayımlanan İngiliz yelken dergilerinin neredeyse tümünde, bir yelken ülkesi olarak Türkiye’den övgüyle söz ediliyor. Yalnızca denizinden, güneşinden, rüzgarından ve tarihinden değil; insanlarından, hoşgörüden, güleryüzden ve iyi hizmetten bahsediliyor. Yani deniz, Türkiye’nin tanıtımında, büyükelçilik rolü üstleniyor.

*

Diğer Avrupa yelken dergilerinde de bu turizm dalında, Türkiye’yi öven röportajlar, yazılar yayımlanıyor.

Türkiye ise kelimenin tam anlamıyla kış uykusunda; yıllardır olduğu gibi... Bu yazıların yayımlandığı dergilerde Türkiye reklamlarına ancak arada bir rastlanıyor. Yunanistan Turizm Ofisi’nin dünya televizyonlarında uzun süre yayınlanan rüzgar, yelken ve deniz temalı reklamlarının etkisinden bihaber folklorik ve oryantal reklamlar, Türkiye’deki turizm yönetiminin hálá hedefe odaklanmış bir iletişim stratejisine sahip olmadığını ortaya koyuyor. Ama buna rağmen Türkiye, Avrupalı yelkencilerin yaz tatili ve emeklilik planlarında büyük yer alıyor çünkü sonuçta mal çok iyi; kendini satıyor.

İşin bir diğer yönü de, Türkiye’ye yelken yapmak için gelen Avrupalıların bindiği teknelerin çok büyük bölümünün yabancı bayrak taşıması. İngiltere’de, Almanya’da veya İsveç’te uzun vadeli kredi ile teknesini alan orta direk, yılda birkaç hafta yararlanma karşılığında, teknesini şirketler aracılığı ile Türkiye’de kiraya veriyor ve kredi taksitlerini o şirketler tekne sahibi adına tıkır tıkır ödüyor. Vade sonunda, borcu biten tekne üzerindeki banka ipoteği kalkıyor. Uzun lafın kısası, Ege Denizi, güneş ve rüzgar üçlüsü, Kuzeyli misafirin emekli olduğunda Türkiye sularında emekli maaşı ile yaşayacağı bir tekne sahibi olmasını sağlıyor. Yani, işin kaymağını, kiralama şirketleri ve Avrupalı orta direk yemiş oluyor.

Bize ise geride onların bıraktıkları çöp torbaları, Gökova ve Göcek büklerindeki yemeklere, marketlerden alışverişe ödedikleri Eurolar kalıyor. O kadar...

*

Bu tabii ki akılsızca bir düzen.

Tekneyi lüks, tekne sahipliğini de cezalandırılması gereken büyük bir ayrıcalık olarak gören zihniyetin, yıllardır değiştirmeye yanaşmadığı bir düzen bu.

Yüksek oranlı verginin, yüksek vergi geliri anlamına gelmediğini, bu vergi mevzuatının yabancı bayraklı Türk tekneleri ile dolu Ege Denizi’ni Türk bayrakları ile "bizleştirmeyi" ve önemli bir gelir kaynağı haline getirmeyi engellediğini anlayamayanların yönettikleri bir düzen...

Bakalım bu bürokrasi Türkleri cezalandırmaya çalışırken daha kaç Avrupa vatandaşını tekne sahibi yapacak, kaç Avrupa şirketini Ege Denizi üzerinden zengin edecek?

Göreceğiz, bekliyoruz.

Malta Şahini’nden iyi haberler var

Maltese Falcon, boyutları ile dünyadaki birkaç tekneyle aynı ligde yer alıyor: Mirabella V 75 metre, Athena ise 90 metre. Tuzla’da yapılan bu teknenin asıl özelliği, devrimci yelken düzeni. Kendi ekseni etrafında dönen direklerin Maltese Falcon’u birkaç düğmeye basılarak yönetilen, kolay ve hızlı bir tekne haline getireceği düşünülmüş. Tasarım masasındaki düşüncelerin gerçeğe dönüştüğünü, tekneyi gezen uluslararası yelken yazarları heyecanlı bir şekilde okurlarına anlatıp duruyor.

Showboats International Dergisi’nin teknenin sahibi Tom Perkins, İtalya’daki Perini Navi şirketinin kurucusu Fabio Perini, tekne tasarımcısı Gerard Dijkstra ve iç tasarımı gerçekleştiren Ken Frievokh ile görüşerek hazırladığı uzun yazıda, teknenin çok güzel fotoğrafları da yayımlandı.

Amerikalı milyarder, mal sahibi Perkins, "Türkiye harikaydı. Tekneyi orada tamamlamaya karar verdik. Söylediklerini harfiyen yapıyorlar. Üstelik işlerini iyi yapmalarını sağlayacak en yeni makinelere sahipler. İşin kalitesi, Almanya ve Hollanda’daki en yüksek kaliteye denk" diyerek Türkiye’nin yat inşa sanayisine inanılmaz bir destek veriyor. Perkins’in, bir ithalat yüzünden yaşadığı sorunlar ve bu güçlüklerin ancak Başbakan’ın devreye girmesi ile çözülmesine rağmen bu sözleri etmesi, Tuzla’da yapılan işin gerçekten olağanüstü olduğunu gösteriyor.

BU AVANTAJI KULLANMALIYIZ

Dergi’nin kapak konusu yaptığı uzun yazıda, Perini Navi Şirketi’nin sahibi Fabio Perini’nin Maltese Falcon yatını klasik yat değil, yeni bir yat sınıfı olarak tanımladığı belirtiliyor. Navi, "Maltese Falcon, şirketim açısından ne anlama geliyor, hálá anlayabilmiş değilim. Benzer projelerle ilgilenenler var. Maltese Falcon tasarımındaki devrim sayesinde birçok kişiyi yeniden yelkene döndürecek. Ben her zaman, ’aptalların bile yapabileceği şeyler en iyisidir’ düşüncesine inandım. Maltese Falcon’un kullanımı o kadar kolay ki. Tom Perkins yarım saatte herkesin bu tekneyi kullanmayı öğreneceğine inanıyor."

Hem kullanımı kolay, hem performansı yüksek bir tekne Maltese Falcon. 58 metrelik üç direğindeki 2 bin 400 metrekare yelken alanı ile her açıdan seyirde yüksek hızlara ulaşabiliyor.

Böylesine radikal bir tekneyi üretebilen Türkiye’nin, ortaya çıkan rekabet avantajını kullanması gerek. Bunun için ise bu avantajı merkeze alıp yaygınlaştıracak resmi politikaların oluşturulması zorunlu. Ama o yönde henüz hiçbir çalışma yok.
Yazarın Tüm Yazıları