Paylaş
Reytingler yerlerde süründüğünden kimseler fark edemedi belki ama, Kurt Seyit dizisi görünümlü Kıvanç Tatlıtuğ gösterisinin son bölümünün dip yaptığı sahne (pik yapmadığı ortada!) 1920’lerin kocaman körüklü fotoğraf makinasıyla Kıvanç ve Şura’nın selfie “çekindiği” sahnelerdi! O Nuh Nebi’den kalma ağır makinayı, herkül misali, bir elinde tutarken diğeriyle de deklanşöre basıyordu. Bu arada, Şura’mız dekoltesini gösterip, “ayıp! çekme böyle!” diye kıkırdıyor, yatakta bir o yana, bir bu yana seğirtip duruyordu. Kıvanç bu takar mı, kendini de öne alıp, şakada şakada selfileri çekip duruyordu. Anladık, bu bir senarist fantazisi de, o güzel kitapların müellifi Murat Uyurkulak (senaristimiz oluyor kendileri) hiç mi bir fotoğraf erbabına danışmamış, hiç mi film seyretmemiş? O körüklü makinelerde pozlama süresi hem uzundur, hem de netlik için insanlar kazık gibi oturtulur! Üstelik, netlik ayarı için, makinadan üç-beş metre ötede durulması gerekir. O da yetmez, her bir poz için bir üstünde film olan bir ayna gerekir, öyle “şakada şakada” çekim imkânsızdır. Belli ki bilmiyor, şeytanî bir faidemiz olsun, hatırlatalım. O güzelim “Ah Güzel İstanbul”da, düşmüş bir saray ailesinin son ferdini oynayan sokak fotoğrafçısı Sadri Alışık, evinden kaçan, İstanbul’a “artiz” olmak için gelen kız (o en gencecik hâliyle Ayla Algan) için “artistik” resimler çekerken bir de “al artist hanımın resmini kutuya / aman düşmesin kirli suya / karanlıktan çıkıp fotoğraf haline gelsin / inşallah ötekilere benzemesin” diye bir mâni okur. Neden mi? Pozlama süresi tutsun diye!
Paylaş