Geçen hafta yazmaya başladığım Dünya Sinema Tarihi'nin yankıları büyük oldu... İnanın tüm dünya sinema çevrelerinden, ‘‘Bize gerçek tarihimizi öğrettin, sinema seninle gurur duyuyor...’’ diyen binlerce faks ve telefon geldi...Olayları ve gerçekleri tüm çıplaklığıyla açıklamam üzerine, Hollywood sinema tarihçilerinin her şeyi silbaştan ettikleri, verdiğim bilgiler ışığında tüm sinema tarihini yeniden gözden geçirmeye başladıkları da bu arada bana ulaşan bilgiler arasında...Yalnız bu arada gelen fakslar arasında, eğer yanlış anlamıyorsam benim hafiften bunamaya başladığım konusunda bazı imalar, dokundurmalar var...Örneğin bazıları, sinemanın gelmişini geçmişini birbirine sokup, sinema tarihini alt üst ettiğimden söz ediyorlar... Kimileri de çevrilmiş en iyi filmlerden biri olan, başrolünü benim oynadığım ünlü ‘‘Kanun Der ki...’’ adlı filmi neden sinema tarihi içinde layık olduğu yere koymadığımı soruyorlar...İlkine cevabım: Biraz tarihleri karıştırmış olabilirim ama, patlamayın... Yazılan bu büyük eser içinde herkes layığını bulacak, pardon, yani sinema tarihi içindeki yerini alacaktır...‘‘Kanun Der ki...’’ filmine gelince... Yazdığım sinema tarihi içinde o filmin eksikliğinin ben de farkındayım...Ama kendi yazdığım bir eserde kendi filmimi methetmek bana yakışmaz...Şimdi gelelim, Dünya Sinema Tarihi'nin ikinci bölümüne...*Sinemada Kovboy filmleri gözden düşmeye başlayınca, yapımcılar perdeye Müzikal filmleri itelediler... Ve bir ‘‘Müzikal’’ modası esmeye başladı...Fred Astır (Astaire), Gene Kelly, Vera Ellen, Donald O'Connor müzikallerin yıldızlarıydılar...Özellikle dans virtüözü Fred Astır, müzikal filmlerin ilahıydı...Daha sonra dekorları vs.'siyle bu Fred Astır'lı filmlerin Astır'ı yüzünden pahalı olmaya başlayınca, müzikaller de bir süre sinemadan elini eteğini çekti...Rita Haywort nefis endamı, o uzun lüle lüle saçlarıyla birden beyaz perdede fırtına gibi esmeye başladı... ‘‘Yar saçların lüle lüle’’ şarkısının bile Rita için bestelendiği söylenir...Rita Haywort'un Glenn Ford'la birlikte oynadığı ‘‘Şeytanın Kızı Gilda’’ filmi, sinema tarihinin önemli filmlerinden biri oldu...O filmde Glenn Ford'un Rita'yı tokatladığı ünlü tokat sahnesi yıllarca unutulmadı...Ama yıllar sonra, üstelik de bizim bünyemizden sarışın bir başka ‘‘Şeytanın Kızı’’ çıktı... Alayımızı tokatlayarak (!) Gilda'nın intikamını feci şekilde aldı...Marlon Brando'nun sinemadaki yeri tartışılmaz... Gençliğinde çevirdiği ‘‘Rıhtımlar Üstünde’’, ‘‘Viva Zapata’’ gibi filmlerde büyük başarılar kazanan Brando, daha sonra çevirdiği ‘‘BABA’’ filmleriyle tekrar sinemanın zirvesine oturdu...Ama ‘‘BABA’’ olduktan sonra, sinemayı boşlayıp, orda burda açılışlara katılan, olur olmaz yerde ‘‘Benim işçim, benim köylüm...’’ diye konuşmaya başlayan Marlon Brando, şöhretini giderek yitirdi!..Komedi filmleri sinemanın her zaman cankurtaranı olmuşlardır...Ünlü ‘‘Üç Ahbap Çavuşlar’’, Marx Kardeşler, Chaplin'ler, Laurel-Hardy'ler sonrası, Jerry Lewis, Louis de Funes, Fernandel, Peter Sellers sinemaya gelmiş en başarılı komedyenlerdir...Ama ben size birşey söyleyeyim... Bizim Meclis Başkanı Kamer Genç'i ben bunların en kralına değişmem... Tabi bu benim fikrim... ‘‘Anlayana davul zurna çok... Anlamayana sivrisinek az!..’’*Brigitte Bardot... ‘‘Ve Allah Kadını Yarattı...’’ Bardot'un kadın özgürlüğüne göndermeler yapan bu filmi dünyada büyük yankılar uyandırdı...Ama bizde ters tepti... Bizim bir kısım erkek takımı ‘‘Allah yarattı!..’’ deyip, kadınlara sille tokat girişmeyi sürdürdüler...Benim bu ‘‘Allah Kadını Yarattı’’ filmiyle ilgili başımdan geçen bir olay var...Brigitte'in filmi geldiğinde yer yerinden oynadı...Film, o zamanlar Beyoğlu'nun en bi sosyete sineması ‘‘Yeni Melek’’te oynuyordu... Tabi biletler de karaborsaydı... O güzelim sinema yıllarında, Beyoğlu'ndaki tüm sinema biletleri hep karaborsadaydı zaten...Sözünü ettiğim gün, ben de bilet almak için karaborsacıların mekan tuttuğu, Beyoğlu'nun arka sokağı sayılan Ağacami sokağına gittim... Bileti alacak karaborsacı adamımı da buldum...Tam parayı verip biletleri alıyordum... Arkadaş elindeki biletleri bana verip, ‘‘Sen şunları tut, ben hemen geliyorum...’’ dedi ve tüydü...Ve anında tepemde Belediye Zabıtaları'nı gördüm... Beni yaka paça karakola götürdüler... Karakolda adamlara durumu ve karaborsacı olmadığımı anlatana kadar akla karayı seçtim... Ama şimdi af buyurun ne büyük hıyarlık yaptığımı anlıyorum... O gün o karaborsacılığı benimseseydim, bugün kimbilir işi nerelere vardırmış, köşeyi nasıl dönmüştüm...Gina Lollobrigida sinemayı kasıp kavuran bir İtalyan dilberiydi... Gina'nın saç biçimi, kendisi kadar meşhur oldu... Dünya sineması yanısıra, dünyanın bilumum berberleri de o ünlü bukleli ‘‘Gina saçı’’ sayesinde köşe oldular...Gina'nın en önemli filmlerinden biri, Burt Lancester ve Tony Curtis ile çevirdiği ‘‘Trapez’’ filmidir...Burt Lancaster ise daha sonraki yıllar oynadığı ‘‘Alcatraz Kuşçusu’’ filmi ile ününe ün kattı...Bizde niye böyle ‘‘Sağmalcılar Kuşçusu’’, ‘‘Bayrampaşa Kuşçusu’’ gibi filmler çevrilmez anlamıyorum... Oysa herşey ne kadar müsait... Buralara giren istediği an ‘‘Kuş’’ gibi uçup gidiyor...Örneğin bir ‘‘Dustin Hoffman var... Ben de kendi çapımda bir ‘‘Geceyarısı Kovboyu’’ olduğumdan Dustin'i çok severim...Örneğin onun her türlü hesabı kafadan anında yaptığı bir ‘‘Yağmur Adam’’ filmi vardır... Bizim Güneş Taner de her bir hesabı kafadan yapan Dustin Hoffman ayaklarında ama Dustin Hoffman hesap kitap bakımından Güneş'e beş basar...Daha sonra sinemada Steven Spielberg gibi dehalar çıktı... Örneğin Spielberg'in Sadettin Teksoy'dan esinlenerek çektiği ‘‘İndiana Jones’’ filmi hasılat rekorları kırdı...Ve Titanic... Şu an tüm sinema tarihinde en büyük hasılatı yapan film...11 dalda ‘‘Oscar’’ alan filmin bunca tutulup, hasılat rekorları kırma nedeni, geminin batması değil, gemide geçen aşk hikayesiymiş...Af buyurun, yahu o zaman o koca gemiyi batırmaya, onca masrafa ne gerek vardı ki...Di Caprio ile Kate'in aşk hikayesi pekala bir sandalda da geçebilirdi...James Bond filmleri sinemada çok iş yaptı...Sean Connery'nin oynadığı ilk Bond'ları, Roger Moore ve diğerleri takip etti...Ne zaman ki bizim ‘‘Susurluk’’ işi çıktı, ajan James Bond pes edip köşesine çekildi...Sylvester Stallone, adeta Beyaz Saray'ın görevlendirdiği bir ‘‘Devlet Sanatçısı’’dır... Rambo oldu, Vietnam'da, Afganistan'da savaştı, gerilla takımının canına okudu... ‘‘Rocky’’ oldu Rus boksörü dövdü vs.Daha sonra bunun iki beden büyüğü Arnold Schwarzenegger adlı bir kas yığını icadedildi...Ben bu ikisini bir arada Londra'da ortak açtıkları ‘‘Planet Hollywood’’ lokantalarında gördüm...Bu iki insan azmanı ortada dolandıklarından kimse hesaplara itiraz edemiyor, paraları kuzu kuzu ödüyordu...*Tüm sinema tarihi tabii bunlardan ibaret değil...Şimdi, ‘‘Yahu bu sinema tarihi içinde Türk Sineması’nın hiç mi yeri yok?..’’ diyeceksiniz...Olmaz mı?.. En kısa zamanda onu da anlatacağım...Ben Sinema Tarihi yazarken, öyle haybeye konuşmuyorum. İşte ispatı...Üstteki fotoğrafta sinemanın devi, çok büyük oyuncusu Ernest Borgnine ile görülüyorum.Sağdaki fotoğraftaki arkadaş ise, şu an Hollwood'un en büyük yıldızı James Wood...