Paylaş
Ada sanılıp üstüne çıkılan balık. Tasvir 16. yüzyıl ürünü.
GÜNÜMÜZ teknolojisine uygun düşünüp geçmişi kavramaya çalıştığımızda oldukça zorlanıyoruz. Açıkçası, kavrayamıyoruz. O kadar hızlı gelişti ki her şey, hayatımızın 10 yıl gibi kısacık bir süresinin öncesi bile “eski” geliyor artık. Hepimizin ağzındadır şu cümleler: “Cep telefonu yokken ne yapıyorduk?”, “İnternet yokken nasıl yaşıyorduk?”
Geçenlerde bir videoda gördüm, iki gencin önüne bizim eski çevirmeli telefondan koyuyorlar ve falanca numarayı arayıp görüşmelerini istiyorlar. Gençler numarayı, o yuvarlak kadranla bir türlü arayamıyorlar! Çocukların bir suçu yok, her şey çok hızlı gelişti. 25 yılı aşkın süredir hayatımızda olmayan bir telefon tipinin, henüz ergenlik dönemindeki gençlere bir şey ifade etmemesi son derece normal. Korkutucu olan, değişimin hızı. İşte bu hızlı değişim içinde bizim tutup, örneğin 500 yıl öncenin denizciliğini, keşif ruhunu, korkularını, endişelerini anlamamız hayli zor. Olanaksız değil tabii, biraz konuya eğilip okumak gerek.
BİLENLER-BİLMEYENLER
Okyanuslara “ilk” kez yelken açan, bilinmeyene giden insanların neler hissettiğini, neler düşündüğünü anlamaya çalışmak zorlu bir uğraş. Bilen (bilgiye ve değişime açık) insanların elinde giderek biçim ve anlam kazanan dünyanın, bilmeyenlerin (bilgiye ve değişime kapalı) hayal gücüyle ne hallere girdiğini, batıl inanışların, insanlığın ne kadar çok zaman kaybetmesine neden olduğunu gördükçe insan üzülüyor.
Örneğin Dünya’nın yuvarlak olduğu bilgisi, milattan önce 6. yüzyıldan beri var aslında. Fakat tersine inananların sayısı da az değil. Çünkü onlara göre kanıt yok! Bir de işin başka bir tarafı var: Bilimin kazanması işlerine gelmiyor. Çünkü bilim kazanırsa, hayatı kendi kafalarından uydurdukları kurallara göre idare etmeye çalışanların otoriteleri sarsılır! Ortaçağ boyunca Dünya’nın düz olduğuna inanıldığını sanmak, artık modası geçmiş bir düşünce. Öyle değil. Ortaçağ’da da Dünya’nın yuvarlak olduğu biliniyor. Ama bazı topluluklar, bu konuyu dillendirmek istemiyor, kimi kıt akıllılar da düz olduğunda ısrar ediyor. Çünkü Kilise ve belki de yanlış yorumlanan eski kutsal metinler, ancak bu saçma düşünce ile beslenebileceklerini, bilimsel bilginin yayılmasının kendi çıkarlarına aykırı olduğunu, otoritelerinin sarsılma tehlikesi altında bulunduğunu ısrarla dile getiriyorlar.
Kolomb’un üç gemisi Nina, Pinta ve Santa Maria’nın replikaları. Bilinmeyene giden ilk üç gemi. Cesur gemiler.
BİLGİ YOK, FİKİR ÇOK
Ama işin asıl ilginç kısmı şu ki, daha önce hiç kimsenin gitmediği, en küçük bir kanıtı ya da tanığı bulunmayan okyanuslar ya da topraklar hakkında, en az bilinen yerler kadar çok fikir sahibi olan insan bulunması! Hem de ne fikirler! Kimse gitmemiş, kimse görmemiş, kimse hakkında en küçük bir bilgi kırıntısı bile toplayamamış fakat fikirler uçuşuyor ortalıkta.
İnsanoğlunun masal takıntısı çok eski. Bilinmiyorsa uydur, bolca acayiplikle süsle ve herkes inansın! İnanın binlerce yıldır böyle bu. Örneğin, düz dünyanın altında ters yaşayan insanların var olduğuna inanmışlar uzunca bir süre.
ADA SANILAN BALIK
Çok ilginç bir örnektir, Aziz Brendan Adası diye bir ada var inanışlarda. Sözde, keşişler denizde giderken bir ada görür ve üstüne çıkarlar. Ateş yakıp ısınırlar, otururlar, uyurlar vs. Sonra ada birden bire hareket etmeye başlar. Anlaşılır ki o bir ada değil, dev bir balıkmış. İrlandalı Aziz Brendan öyküsündeki bu balık-ada, Kelt mitolojisinde (haklı olarak) olduğu gibi, çok ilginçtir, Doğu kaynaklı (ama Batı yazımlı) Bin Bir Gece Masalları’nda bile var.
Gemici Sindbad’ın Öyküsü’nde rastlarız buna: “Böylece üzerimizden yorgunluğu atarak dinlenirken, birdenbire adanın tümüyle sarsıldığını ve bizi birkaç adım öteye fırlatacak şiddette sarsıldığını duyumsadık. Ve aynı anda, geminin önünde kaptan belirerek bize, korkulu bir ses ve ürkmüş tavırlarla, ‘Ey yolcular, kurtarın kendinizi, acele edin! Çabuk gemiye binin! Her şeyi orada bırakın! Eşyalarınızı terk edip canınızı kurtarın! Sizi bekleyen uçurumdan kaçın! Çabuk koşun! Çünkü üzerinde bulunduğunuz ada, ada falan değil, dev bir balina! Denizin bu kesiminde eski çağlarda mekân tutmuş olduğu anlaşılıyor; öylesine ki denizin kumu sayesinde üzerinde bitkiler bitmiş! Siz onu uykusundan uyandırdınız! Rahatını bozdunuz ve sırtında ateş yakarak tedirgin ettiniz! Bakın işte kıpırdıyor! Yoksa bir daha dönmeksizin sizi denizin derinliğine sürükleyecek! Kurtulun! Her şeyi bırakın! Ben de hemen demir alıyorum!’ diye haykırdı.”
(Bin Bir Gece Masalları, Çeviren: Âlim Şerif Onaran, YKY, 2004, I/1130)
Küçük bir not: Eğer bu bir balina ise balık diyemeyiz elbette. Ben burada, resmedilişine göre balık demeyi tercih ettim.
PÎRÎ REİS’İN ADA-BALIĞI
Tabii kültürel alışverişin sınırı, hududu yok. Hangi öykü kimden alınmış, kim kime ne anlatmış de kim onu sahiplenmiş, bunu bilmek olanaksız ama izini sürmek çok keyifli. Şimdi sıkı durun lütfen. Bu ada-balık, Pîrî Reis’imizin üçte biri elimizde bulunan Dünya Haritası parçasında da var! Neyseki İrlanda öyküsünde olduğu gibi sadece erkeklerden kurulu bir meclis yok balığın üzerinde, bir erkek ve bir kadın ateş yakmakta. Ama bu örnek bile bize düşüncelerin ne kadar uzun süre hayatta kaldığını açıklamaya yetiyor.
KORKULAR KORKULAR…
Dünyanın hiç bilinmeyen sularına yelken açan ilk denizcilerin korktuğu o kadar çok şey vardı ki. Yanlış olduğunu bilseler bile, kuytularda fısıldanan öykülerin etkisi hep sürüyordu. Örneğin dünyanın sonuna gidip kenardan aşağı düşmek mümkün müydü? Ya da Karayip Korsanları filminden tanıdığımız, daha önce başka bir yazıda hakkında sohbet ettiğimiz, gemileri yutan dev mürekkepbalığı kraken gerçek miydi? Daha neler neler. “Oraya sakın gitmeyin, çünkü orada boynuzlu ve ayakları kafasında insanlar var” gibi uyarılar da bolca duyuluyor olmalıydı. Eminim birileri çıkıp sormuştur; “Hadi oradan zevzek! Sen nereden biliyorsun? Ne zaman gittin de gördün?”
Kimse sormasaydı, zaten kimse gidemezdi korkusundan belki de.
CESARETE SAYGI
Zaten bütün iş de bu değil mi? Dünyayı, bilinmeyene korkusuzca yelken açanlar güzelleştirmediler mi? Elbette istenmeyen sonuçları da oldu bu keşif ve seyirlerin ama istenmeyen sonuçları doğuran, hep insan egosu, kibri ve açgözlülüğü oldu. Bugüne kadar bilinmeyene yelken açabilen, bugünden sonra da açabilecek olan tüm denizci ve denizci yüreklilere selam olsun.
BU HAFTA SONU HAVA VE DENİZ
BİRAZ ILIK, BİRAZ SOĞUK
RÜZGÂRDA ciddi bir hareket yok hafta sonu boyunca. Hatta epey durgun diyebiliriz. Bugün (cuma) ve yarın yağış da beklenmiyor ama cumartesi gecesi bölgemizi kaplayacak yağmur bulutlarının gece ve pazar gündüz boyunca toprağı bereketlendireceğini öngörmek mümkün. Hava hayli ılık diyebiliriz, hele cumartesi 15 derece bile görülebilir bir ara. Fakat pazar günü yine ocak ayarlarına geri dönüyor. Tüm denizcilere selamet, tüm dostlara keyifli bir hafta sonu dilerim. #tayfuntimocin
Paylaş