Paylaş
En berbat laneti yendi. O bir kahraman. Milyonlarca denizcinin hayatını kurtaran. O, lahana turşusu.
Mucizevi lahananın turşusu da bambaşka.
OKYANUSLARA açılmak, yani kıyıdan yola çıkıp ufka doğru yol almak, hep korkutucu olmuştur. Çünkü bilmediğimiz şey korkutur bizi. Ufkun ötesinde ne olduğunu bilmiyorsak, hele bir de oralara dair korkutucu hikayeler, canavar masalları, dünyanın sonuyla ilgili kurgular ağızdan ağıza dolaşıyorsa, korkumuz delirtici olabilir. Elbette cehalettir korkuyu besleyen. Her zaman ve her yerde böyle olmuştur, olacaktır. Ama sözünü ettiğimiz çağ, 15’inci yüzyılın başları, yani 1400’ler. Cehalet, korku, dogmalar, Kilisenin neredeyse vahşete dayalı egemenliği, hiç kuşkusuz bu döneme damga vurmuş ruh halinin ana unsurları.
BÖYLE Mİ OLDU?
Kolomb bir sabah uyandı ve “Yahu ben batıya doğru gideyim de yeni bir kıta bulayım” dedi; giyindi, gemiye bindi, yelken açtı ve Amerika’yı buldu! Ertesi sabah da Portekizliler uyanıp, “Vay adiler! Biz de doğuya gidip Hindistan’a ulaşırız” dediler ve hemen yola çıkıp Hint Okyanusu’na vardılar!
Tabii ki böyle olmadı ama böyle zannedenler yok değil. Bu okyanus seyirlerinin ardında birkaç yüzyıllık bilgi birikimi, merak ve yanılgıyla sonuçlanmış denemeler var. Hele, “Biz İstanbul’u fethettik de onların Doğu’ya giden yolları kapandı, onun için okyanuslara açıldılar” düşüncesinin konuyla hiç ilgisi yok!
İskorbüte teslim olmuş bir mürettebat. Ressam Gustave Doré (1832-1883)
ÜÇTE İKİ KAYIP
Şimdi burada açıklaması uzun süren pek çok nedenin bir araya gelmesi sonucu okyanuslara açıldı Batı Avrupalılar. Ve bir anda bambaşka bir korku sardı ortalığı. Çünkü, nereden geldiği bilinmeyen garip bir hastalık musallat oluyordu okyanustaki denizcilere. Önce dişetleri kanamaya başlıyor, ardından bütün ciltleri kararıyor, kol ve bacaklar istemsiz olarak saçma hareketler yapmaya başlıyor, yemek yiyemez ve bir şey içemez hale geliyorlar ve kısa sürede ölüyorlardı. Örneğin 1499’da Hindistan’a gidip dönen Vasco da Gama’nın 170 kişilik ekibinden sadece 55 kişi evine dönebilmişti. Üç gemiden birini, kullanacak yeterince adam kalmadığı için yolda bir yerde yakmışlardı. Korkunç bir durumdu bu. Elbette hayal gücü derhal çalışmaya başlamış, “okyanusların lanetinden” söz edilmeye başlanmıştı. Kilisenin bağnaz yapısı da devreye girmiş, “Tanrı okyanuslarda gezmemizi istemiyor, işte kanıtı!” diyenler çoğalmıştı.
TİKSİNTİ VERİCİ
Bir sürü gerekçe sıralamaya başlandı. Pislikten diyen de vardı, okyanusun tuzunu suçlayanlar da. Ama bilim çalışmaya başlamıştı ve bunun nedeni bulunmalıydı çünkü bu seyirlerden vazgeçilemezdi, ülkelerin çıkarları söz konusuydu. Hastalığın belirtileri o kadar iğrençti ki buna, “aşağılık, tiksinti verici” anlamına gelen “scurvy” sözcüğünü verdiler isim olarak. Bu isim bizim dilimize “iskorbüt” olarak geçti. İskorbütün tedavisini bulmak, 250 yıldan fazla zaman aldı. 1500-1800 yılları arasında iskorbütten yaklaşık 2 milyon denizcinin öldüğü varsayılıyor bugün. Kesin bir sayı belirlemek güç. Ancak 2 milyon, gemilerin sınırlı ortamlarında seyahat edenlerin nüfusu göz önünde bulundurulduğunda, çok ciddi bir sayı.
Sebze meyvenin önemi anlaşılduktan sonra limanlara yaklaşan her gemide bol alışveriş yapılırdı.
C VİTAMİNİ EKSİKLİĞİ
Dünya denizlerinde yavaş yavaş bir egemen haline gelen İngiltere’nin Kraliyet Donanmasında doktorlar, bilim insanları harıl harıl çalışıyorlardı tedavi bulmak için. Çünkü İngiltere’nin okyanuslardaki varlığı, ülkenin bekası için hayati önem taşıyordu ve bu tedavi bulunmazsa, denize açılacak adam bulmak bile sorun haline gelecekti. Tedavi bulma çalışmalarının temeli, ne yazık ki “deneme-yanılma” metodu olmuştu. Fakat 1700’lerde hafiften anlaşılmaya başlandı ki hastalığın nedeni, ne lanet, ne denizde kaybolmuş kötü ruhlar ne de Tanrı’nın istememesiydi. Hastalık, sadece C vitamini eksikliğinden kaynaklanıyordu. Taze sebze ve meyve yiyenler bu hastalığa yakalanmıyorlardı.
2000’DE 700
Ama bir sorun vardı. Aylar süren gemi yolculuklarında sebze ve meyveleri taze olarak saklamanın bir yolu yoktu. Pek çok şey denediler. İngiliz Kraliyet Donanma komutanları, farklı reçetelerle hazırlanmış kuru gıdalar, malt, bira çeşitleri ve bolca çorba tarifleri ile gemilere, “Alın bunu deneyin bu sefer” diye yeni yöntemler emrediyordu. Bir şekilde ölenlerin sayısı azalıyordu ama hastalık bitmiyordu. Her deneme, yeni ölümler anlamına geliyordu kuşkusuz. Doğru ilaç henüz bulunamamıştı. Örneğin İngiliz Komodor George Anson, İspanyollarla savaşması için denize 6 gemi ve 2000 denizci ile çıkmış, sadece 1 gemi ve 700 kişi ile geri dönmüştü. Takvimler 1740’ları gösteriyordu. Yani 2 asırdır değişen fazla bir şey olmamıştı.
DENEME-YANILMA-DOĞRUYU BULMA
Kraliyet Donanması, farklı reçeteler hazırlayıp bunları dört ayrı ekibe dağıttı. Bu ekiplerden biri Kaptan James Cook’un kumandasındaydı. Cook’un hesabına lahana turşusu düşmüştü. 1768’de yapılan bu seyirde hiç kimse ölmedi. Batı’da “sauerkraut” olarak bilinen, fermente edilmiş lahana, yani bildiğimiz lahana turşusu, inanılmaz bir iş başarmış, iskorbütü yenmişti. Hastalığa çare bulanın Cook olduğunu söyleyenler olsa da başarılı Kaptan Cook, aslında Kraliyet Donanması’nın verdiği bir ilacı “denemişti”. Neyse ki deneme başarılı oldu. Sonradan anlaşıldı ki lahana turşusu, fermente olurken, çiğ lahananın içerdiğinden çok daha fazla C vitamini açığa çıkartıyordu. En iyi tarafı ise turşu, aylarca bozulmadan saklanabiliyordu, hatta durdukça daha da verimli hale geliyordu.
MEĞER BİNLERCE YILDIR VARMIŞ!
Sonra Doğuya gidip gelirken ne fark ettiler biliyor musunuz? Asyalıların zaten binlerce yıldır soğuk ve uzun kış aylarını atlatırken, önceden hazırladıkları lahana ve diğer turşu çeşitlerini kullandıklarını! Yani bizim sofralarımızın vazgeçilmezleri arasında bulunan ve gerçekten de kış aylarında bolca tükettiğimiz lahana turşusu, C vitamini eksikliğinden başka bir şey olmayan iskorbütü, yani okyanusların lanetini yenen başlıca ilaç oluvermişti. Elbette sonrasında başka pek çok çare ve ilaç ortaya çıktı ancak lahana turşusu, çoktan efsane olmuştu.
BUGÜN DE DEVAM EDİYOR
İskorbüt olmasa da bugün, sebze ve meyveden uzak duran kimi insanların (ve ne yazık ki bu akıl ve bilgi çağında yaşayan gençlerimizin) bazen dişetleri kanar. C vitamini eksikliği, önemli bir neden olmaya devam etmektedir çünkü. Aylarca denizde dolaşmıyor olabilirler ancak aylardır portakal, limon ve diğer C vitamini kaynaklarını tüketmiyor olabilirler. İşte o dişeti kanamaları bile C vitamini eksikliğinden olabilir. Yani bilim ilerlese, bize çareler bulsa da, bazen kendi inatçılığımızdan ya da takıntılarımızdan dolayı kimi lanetleri yenemiyoruz bir türlü. Aman bu kış aylarında C vitaminini eksik etmeyelim. Bayıldığım lahana turşusunu da öyle. Çünkü ister inanın, ister inanmayın, o bir kahraman!
BU HAFTA SONU HAVA VE DENİZ
BİRAZ GÜNEŞ BİRAZ BULUT
ELBETTE soğuk. Ocak ayındayız. Ocak ayı, adından belli, evde ateşin (yani ocağın) başında oturma zamanı. Bugün (cuma) güneşi görme şansımız bolca olacak gibi ama pazara kadar yavaştan bulutların artması bekleniyor. Marmara’nın batısından başlayarak pazar günü yağış beklenebilir; ama çok da abartılı bir yağış beklentisi olmadığını söyleyelim. Rüzgâr ise gayet sakin. Yelkenlere çok yardım etmese de, en azından soğuğu daha beter hale getirecek bir hava yok. Keyifli bir hafta sonu dilerim. #tayfuntimocin
Paylaş