Paylaş
Önce bütün çocuklar gülecek. Sonra bir bakmışız bütün insanlık gülüyor. Foto:Trevor Cole.
Her şeyden önce insanlık derken, ‘insanoğlu ne büyük aşamalar kaydetti’örnek cümlesinde kastedilen “insan soyunu” ifade ettiğimi belirtmek isterim; insanoğlu sözcüğünü, cinsiyet problemi nedeniyle kullanmak istemiyorum. Çünkü, Erkek Denizinde Kadın Gemiler kitabımda da döne döne vurguladığım gibi, dünyanın yarısı erkek, diğer yarısı da kadınken, bir yarının diğer yarıyı yok sayması kadar ahmakça bir şeyi kabul etmek mümkün değil. Evet artık başlayabiliriz.
YENİ BİR BOYUT EKLİYORUZ
Bakalım dünyadaki her çocuk ne zaman gülecek böyle. Foto: Ben White.
Bu sayfayı takip edenlerin çok iyi bildikleri gibi, sözcüklerin, kavramların ve olguların izini sürerken tarih içinde hızlı yolculuklar yapıyoruz; buna çok geniş coğrafyalarda oradan oraya koşturmalar da eklenince yolculuklarımız daha da keyifli hale geliyor. Zamanda ve mekânda yaptığımız bu yolculuklar, bize bugün neyin nereden, nasıl geldiğini, şeylerin isimlerinin kaynağını ve daha pek çok değerli bilgiyi öğrenmemizi sağlıyor. Bugün, zaman ve mekân yolculuklarımıza, yeni bir boyut daha ekleyeceğiz: Toplumsal boyut.
GEMİ TASVİRLERİ ANLATIYOR
Ağaç sallardan uzay gemilerine gelmek birkaç bin yıl aldı.
Değerli okurlarımın yine çok iyi bildikleri gibi, insanın bugüne uzanan yolculuğunu ele alırken sıkça uğradığımız yerlerdendir Mezopotamya ve Mısır. Çünkü ‘her şeyin’ şekillenmeye başladığı yerlerdir buraları. ‘Doğu’ dendiğinde akla ilk gelen, dünyanın ‘otorite’ saydığı Avustralyalı tarihçi, dilbilimci ve arkeolog V. Gordon Childe (1892-1957), ‘Doğunun Prehistoryası’ adlı eserinin bir yerinde, Nil Vadisi’nde tarımın ortaya çıkışı, buradaki toplulukların yaşam biçimleri ile ilgili detaylı analizler yapar. Tabii bu kitabın 1935’te basıldığını unutmamak lazım. Zira o günden bugüne çok sayıda yeni bilgi ve bulguya sahip olduk. Lakin Childe, yeni bilgilerin üzerinde yükseldiği sağlam temelleri atmış kişilerden biridir. Neyse, konumuz Childe’nin kendisi değil. Tarihçi, Mısır’ın predinastik yani hanedanlar öncesi dönemi ile ilgili bölümün bir yerinde şöyle der: “Keramiklerde görülen gemilerin tasviri, diğer taraftan, Badariyen’lerin, seyir ve sefer denemelerinde, ağaç gövdelerinden yapılmış basit sallar usulünü aşmış olduklarını göstermektedir.” (Doğu’nun Prehistoryası, V. Gordon Childe, Çeviren: Şevket Aziz Kansu, Türk Tarih Kurumu, 3. Baskı, Ankara 2010, s.53) Predinastik dönemdeki Badariyenler, bugün El Badari denen antik sitede MÖ 5500-4000 yılları arasında yaşamış bir topluluk. Childe’nin belirttiği gibi oldukça işe yarar kalıntılar bırakmışlar arkalarında.
ÇOK YOL KAT EDİLDİ
2008 yılında Amazon Yağmur Ormanlarında ilk kez temas edilen Piripkura kabilesi. Helikoptere bakıyorlar. Foto: Gleilson Miranda. Survival International.
Sayfaya koyduğum hanedanlar öncesi döneme (predinastik periyot) ait vazoya dikkat etmenizi rica ederim. Vazonun yapım tarihi Milattan önce 3500-3300 arasıdır. Mısır uygarlığı dendiğinde aklımıza ilk gelen, firavunlar, piramitler, gizemli hiyeroglifler vs.dir değil mi? İşte bu vazo yapıldığında, bu bahsettiklerimizin hiçbiri daha ortada yoktu. Hanedanlar dönemi, MÖ 3100-2686 arasındaki İlk Hanedan dönemi ile başlar! Ama Mısır’da tarım yapılıyordu, Nil’de ve muhtemelen Akdeniz ve Kızıldeniz’de gemiler yüzüyordu. Ve gemiler, Childe’nin de dediği gibi öyle ağaçlardan yapılmış uyduruk salları çoktan geride bırakmış bir teknolojiye sahiplerdi. Ağaçları oyarak hazırlanmış kanolara ise çok daha uzaktı bu gemiler. İçlerinde insan, hayvan ve bolca yük taşınıyordu. Yani insanlık, oldukça fazla aşama kaydetmişti. Günümüzden 5.500 yıl önce! Eminim o günlerde de birileri, “Yahu teknoloji amma da gelişti. Eskiden uyduruk sallarla, kanolarla yolculuk ederdik, bugün sahip olduğumuz şu gemilerin güzelliğine bak” diyordu. Ben olsam derdim. İnsanlık her geçen gün ilerliyor.
O ESNADA PİRİPKURALAR...
Ama hangi insanlık? İnsanlık, bugün bile, mesela Amazon’da, mesela Afrika’nın iç kesimlerinde ağaçtan oyulmuş kanoları halen kullanmıyor mu? Hatırlarsınız, 2008’de Brezilya içinde Amazon Yağmur Ormanları’nda bir kabile bulundu. Dış dünya ile daha önce hiç temas etmemişlerdi. Daha önce hiç görmedikleri helikoptere ok attılar. Kendilerine ne ad verdikleri bilinmiyordu ama komşu bölgedeki yerliler onlara Piripkura diyorlardı. İşte o Piripkuralar, 2008’de (muhtemelen bugün de) ağaçtan oyulmuş kano kullanıyorlardı. Paraları olmadığı için falan değil. Sadece onu bildikleri için. Paleolitik çağda yaşıyorlardı açıkça. Aynı dönemde, süper ultra mega lüks transatlantikler, binlerce yolcuyu okyanuslarda geziye çıkartıyordu. En ileri teknolojinin kullanıldığı uçaklarına atlayan turistler, geminin olduğu şehrin havaalanına iniyorlar, oradan konforlu bir transferle gemiye alınıyorlar, sonra da yine en ileri teknolojinin kullanıldığı gemilerle okyanusa açılıyorlardı. Tam da Piripkuralar kanolarla balık avlarken! Yani, insanlık birtakım gelişmeler kaydetmişti kaydetmesine ama bu, bütün insanları kapsamamıştı anlaşılan.
TOPRAK MI? O NE?
Şehirlerde yaşayanlar (yani burjuvalar. Bakınız geçen haftaki yazı) için hayat farklı anlamlarda zorluklar kazanıyor ama örneğin çamur içinde yürümüyoruz artık. Çocukluğumu hatırlıyorum da, okula gidip geldiğimizde mutlaka bir tarafımız çamur olurdu kış aylarında. Sadece çocuklar değil, yetişkinler için de geçerliydi bu. Çarşıya Pazara giden anne-babalarımız mesela. Bir yerden bir yere yürüyerek giden, mutlaka çamura bulanırdı. Çamur, hayatımızın bir parçasıydı. Artık öyle değil. En azından çoğu yerde değil. Şehirde dolaşınca pek çamura bulanmıyoruz. Hayır, özleyen varsa bile çamura bulanacak bir yer bulmakta sıkıntı çekiyor artık çünkü toprak olan her karışa beton bir ”şey” dikme yarışı, toprak bırakmadı zaten. Sadece şehirlerin kenarlarına doğru hiç bitmeyen inşaatlar yüzünden malzeme taşıyan kamyonların tekerlekleri bazı çamurlu izler bırakıyor yollarda, o kadar. İnsanlık çok yol aldı, artık şehirde yürürken çamura bulanmıyoruz. Ama şehirlerde nefes alacak alan bulmak da zor, çıplak ayakla basıp rahatlayacağımız çimlik alanlar da.
ŞEHİRLERİN ADALETİ
Başka zorlukları olsa da şehirler en azından çamursuz yerler artık. Foto: Henning Witzel.
Peki ya şehirler, adil yerler midir? Konu sadece çamur değil elbette. Şehrin her mahallesinde yaşam, aynı düzeyde mi? Örneğin binlerce yıl önce, yönetici ve “varlıklı” kesimin evleri farklı yerde inşa edilirdi, halkın evleri ise ayrı. İnsanlık çok yol aldı evet ama bugünün şehirlerine bakınca, binlerce yıl öncekinden farklı bir manzara var mı gerçekten? Bütün evler deniz seviyesinden aynı yükseklikte olsa dahi, sosyoekonomik gözlükle bakınca, aralarındaki uçurumu göremiyor muyuz? İnsanlık neden bunu değiştirmedi bir türlü?
ERHİZ VE LAHANA TURŞUSU
Tarih, savaşlarla, cesetlerle dolu. İncir çekirdeğini doldurmayacak fikir ayrılıkları yüzünden işlenen cinayetlerden, toplu kıyımlardan geçilmiyor. Bir tek insanın iki dudağı arasından çıkan saçmalıklar yüzünden milyonların attığı acı çığlıklar halen atmosferde dalgalanıyor olabilir. Ama insanlık çok yol aldı. “Artık her türlü fikre açığız, hiçbir şey tabu değil, her şeyi açık yüreklilikle ve cesaretle tartışabiliyoruz. Tartışmaktan korkmuyoruz çünkü okuyup öğreniyoruz, kendimizi geliştiriyoruz. Modern insanlarız biz, hiçbir gerekçeyle hiç kimseyi öldürmüyor, öldürmeyi değil yaşatmayı seçiyoruz” diyebilmeyi çok isterdim. Ama diyemem. Bir bakıyorsun, eline tüfek almış ırkçı bir manyak bir okula dalıyor uzak batıda bir yerde, basıyor tetiğe, onlarca genci öldürüyor! Bir bakıyorsun, sükûnetiyle ünlü bir kasabanın azınlıktaki ibadethanesine giren bir manyak, sevmediği dinin mensuplarını birer birer öldürüyor. Bir bakıyorsun, uygarlığın gerçek anlamda beşiği Ortadoğu’da bir manyak hilafet ilan ediyor, peşine takılan bir sürü başka manyak da beğenmediklerinin kafasını kese kese sözüm ona din yaymaya kalkıyor! Şimdi can almaktan başka bir şey bilmeyen bu insanlık ile, örneğin Güneş Sistemi’nin dışına araç gönderen, Pluton’un fotoğrafını çeken, uzak galaksilerde hayat arayan insanlık aynı insanlık mı?
ÇOCUK ÇALIŞIR MI YAHU?!
Dünyanın her yerinde yiyecek, ilaç, temiz su, temiz yatak bulamayan milyonlarca insan var. Çalışmak, ailesine bakmak veya destek olmak zorunda olan milyonlarca çocuk var. Yahu çocuk çalışır mı? Çocuk okula gider, oynar, güler. Büyüdükçe de yavaş yavaş hayata katılır. Ama hiç çocuk olamayan, olsa da öyle kalamayan milyonlarca çocuk var dünyanın dört bir yanında. Evet insanlık çok yol aldı, artık sağlık hizmetleri daha yaygın, erken ölümlerin sayısı çok azaldı, bazı hastalıklar tarihe karıştı (yenileri ortaya çıkıyor, o ayrı) bile çoktan ama insanlık, bütün çocukların aynı şekilde okula gitmesini, oyun oynamasını sağlayacak formülleri bulamadı henüz.
ÖNCE ÇOCUKLAR GÜLECEK
Örnekleri saymaya devam edecek değilim, yerim bitti. Ama sanırım derdimi anlatabildim. Kütükleri birleştirip sal yapan insanlık, artık Güneş Sistemi’nin dışına gemi gönderip fotoğraf çekiyor, komşu gezegene düzenli seferlere başlıyor. Kütük sallarımızdan karbon alaşımlı uzay gemilerimize birkaç bin yılda ulaştık. Bakalım, bütünün mutluluğuna ve refahına ulaşmamız daha kaç bin yıl alacak. Şurası kesin ki, önce bütün çocuklar gülecek, sonra bir bakmışız bütün insanlık gülüyor.
BU HAFTA SONU HAVA VE DENİZ
BAKALIM NERELERE KAR YAĞACAK
Lodosun ısıttığı hava yerini karayel ve yıldızla yeniden soğumaya bırakınca, “Aaaa meğerse kış mevsimindeymişiz” dedik. Böyle de olması lazım zaten. Bugün yarın biraz rüzgâr hissedilecek ama abartılı bir hava yok. Hava sıcaklığı normal. Yani hava soğuk. Eh, olsun ama değil mi? Yoğun yağışla başladığımız gün (Cuma) gün içinde biraz nefes alacak ama gece, Marmara’nın doğusunda kar başlayacak. Cumartesi ise kar yağışı Güney Marmara’nın yüksek kesimlerine ve hatta ovaya bile düşecek gibi. Fakat Pazar günü bunların hiçbiri yok. Sakin, serin bir gün. Pazartesi için küçük bir ısı yükselmesi görünmekte. Kalın sağlıcakla.
Paylaş