Paylaş
Haçlı Seferleri’nden bir sahne. Selahaddin Eyyubi, Kudüs’ü Guy de Lusignan’dan teslim alıyor.
Böyle bir çatışma olduğu söylenir hep. Doğru mudur acaba? Gerçekten doğu-batı çatışması var mıdır? Söyleyeyim: Hem vardır hem de yoktur! Doğuda ortaya çıkan bir virüs Batı dâhil bütün dünyayı korkudan tir tir titretiyorsa, bunun hiçbir önemi yoktur çünkü. Sen istediğin kadar çatış, virüsler serbest dolaşımda olduktan sonra ne kıymeti var? Neyse, gelin doğu-batı kavgasına bakalım birlikte. Nasıl olsa evdeyiz, vaktimiz bol.
GİDECEK YERİM Mİ VAR?
Bir kere en baştan ortaya koymamız gereken bir gerçek var: Doğu, kendi doğusunda okyanus olduğu için batıya genişlemek zorundaydı, Batı da batısında okyanus olduğu için doğuya… İki kere iki! Eh, gidecek başka yerleri olmadığı için batıdaki doğuya, doğudaki batıya doğru ilerlerken çatışmanın ortaya çıkmasından daha doğal ne olabilir?
Evet insanlık tarihi savaşlarla ve kanla doludur dolu olmasına ama şöyle bir mercek tutacak olursak, söz konusu kanın “doğu-batı”dan ziyade, batının batıyla, doğunun doğuyla olan kavgasında daha çok aktığı görülecektir.
DİNSEL DEĞİL Kİ
Çoğunlukla zannedilir ki Doğu-Batı çatışması Hıristiyanlık-İslâmiyet çatışmasıdır. Bunun en büyük örneği olarak da Haçlı Seferleri verilir. 1095-1291 yılları arasına tarihlenen Haçlı Seferleri, hayatını “maddi” açıdan kurtarmak amacıyla sefere katılan garibanlar dışındaki odaklar için “ekonomik” değer taşır. Elbette ruhani takıntıları olan pek çok odak da vardır ama seferler, karşılıklı akan onca kana rağmen hem Hıristiyan hem de Müslüman çok sayıda kişiyi zengin eder. Yani işin aslı, dinsel bir çatışmadan çok uzaktır.
Yunan kolonizasyon ve ticaret ağı MÖ 500.
İSLÂMİYET DAHA YOK
Hem tarih bilgimiz hem de halk söylenceleri, bize o kadar çok örnek sunuyor ki. Mesela, Almanların ünlü Nibelungen Destanı’nda geçen “Etzel” adlı hükümdar, Avrupa’da “Tanrının Kırbacı” olarak bilinen Hun İmparatoru Attila’dan başkası değildir. Malum, Hunlar Asya steplerinden kalkıp Tuna boylarına kadar gitmişler, Germenlerle çatışmışlardı. Attila, 395-453 yılları arasında yaşamıştır! Yani, İslâmiyet’e daha iki asır varken.
HIRİSTİYANLIK DA YOK DAHA
Biraz daha geriye gidelim. Büyük İskender’den çok söz edildi bu sayfada. Ne yapalım, çok önemli bir figür, boşuna “Büyük” denmemiş. 33 yıllık ömrünün sadece son 10 yılında, o dönem için bilinen dünyanın neredeyse üçte birini fethetmiş biri. İskender’in yola çıkarkenki hedefi Pers İmparatorluğu’nu ortadan kaldırmak. Çünkü Persler, İskender’den bir asır önce Yunanlara birkaç kez saldırmışlar ve ortalığı yakıp yıkmışlar. İskender de bunun öcünü alacak. Amaç bu. Ama neredeyse daha yolun başında (Makedonya’dan yola çıktıktan 4 yıl sonra) Pers İmparatorluğu diye bir şey kalmaz yeryüzünde. Büyük İskender, MÖ 356-323 yılları arasında yaşamıştır. Yani, Hıristiyanlık için daha üç asır vardır.
PERSLERİN BATI SEFERİ
Pers İmparatoru Büyük Kyros (evet o da “büyük”tür), bugün genel olarak İran dediğimiz coğrafyadan yola çıkıp Anadolu’daki Lydia Krallığı’na boyun eğdirdiğinde ise yıl, MÖ 546’dır. Sonrasında Yunan anakarasına akınlar başlar. Yunanlar kendilerini korurlar ama kalkıp Pers İmparatorluğu’nun kalbine gidemezler. İşte ancak yüz yıl sonra İskender, tüm Helen dünyası adına bu büyük işe girişecek ve dediğini de yapacaktır.
BATI’NIN BAKIŞ AÇISI
Fakat o dönemde bile Batı’nın, Doğu’ya nasıl baktığını anlayabilmemizi sağlayan bilgiye sahibiz. Bugünkü bakış açısının tam tersi bir duygu hâkim Batı’ya. Bakınız Büyük İskender, kendi askerlerine sefere çıkarken nasıl hitap ediyor: “Düşmanlarımız Medler ve Perslerdir, yüzyıllar boyunca lüks içinde yumuşak yaşamlar sürdüren insanlar. Biz Makedonyalılar ise kuşaklar boyunca tehlikenin ve savaşın zorlu okulunda eğitildik. Her şeyin üstünde, bizler özgür insanlarız ve kölelere karşı savaşacağız.” (İskender’in Seferleri, Arrian, İdea, 1. Baskı, 2005, s.51)
Bu, çok önemli bir ifade. Dediğim gibi bugünkünün tam tersi bir anlayış. Bugün nasıl Doğu’dan Batı’ya kaçmaya çalışıyor insanlar, orada daha iyi, daha refah içinde, daha uygar bir hayat var olduğu için, işte o gün de tam tersiymiş belli ki. Büyük İskender, “Onlar lüks içindeler, biz ise hayatın bütün zorluklarına katlanan garibanlarız” gibi bir şey söylüyor. Çünkü aynen öyle durum. Zira uygarlık zaten Mezopotamya’da başladı ve oradan dağıldı Batı’ya. Yunan alfabesinin Fenike alfabesinin üzerine kurulu olması rastlantı değil. Yunan mitolojisinin neredeyse tüm tanrılarının Sümer ve Mısır kökenli olması tesadüf değil.
İskender’in izlediği yol ve imparatorluğu.
ETKİLEŞİM DESEK?
Şimdi gelelim konunun asıl can alıcı kısmına. “Doğu-Batı çatışması” olarak sunulan her şeye aslında “Doğu-Batı karşılaşması” olarak da bakabiliriz. Yaşananların çatışma mı yoksa etkileşim mi olduğu tamamen bizim bakışımızla ilgili.
Bu sayfada yıllardır sizlere kültürel etkileşimin çok değerli örneklerini sunmaya gayret ediyorum. Karşılaşan kültürlerin birbirlerine ne kadar çok şey öğrettiklerini anlatmaya ciltler yetmez. Tabii, kimin öğretecek şeyi daha fazlaysa, baskın olan da o oluyor ve bu rol tarih içinde değişip duruyor. Pek çok örneğini bugüne kadar inceledik birlikte. Örneğin “tersane” sözcüğünün, İngilizce ve İtalyancadaki “Arsenal” ile aynı Arapça kökten geldiğini incelemiştik. Bu, ille de o ondan aldı, bu da şundan aldı anlamına gelmiyor. Zaten “köken” hep aynı. Kelimeler, kavramlar hep Ortadoğu ve Doğu Akdeniz kökenli. Sonra yavaş yavaş sesler ve sesleri ifade eden harfler değişip durmuş ama baktığında veya dinlediğinde bir şekilde aynı sesi duymak mümkün. Tersane…Arsenale... Dar-üs sına…
NAMUS, NOMOS, TÖRE
“Namus” mesela. Arapça kökenli. Yunancada “yasa” anlamına gelen “nomos” sözcüğü ile aynı şey olmaları tesadüf olabilir mi? Peki “yasa” anlamına gelen Orta Asya Türkçesi’ndeki sözcük hangisi? “Töre”. “Hayır bu namus cinayeti değil, töre cinayeti” gibi laflar duyarız ya bazen. Yanlış işte. Hepsi aynı şeyin cinayeti. Yasayı yapan da uygulayan da erkek olunca, yasaya uyması gereken hep kadın oluyor haliyle. Sor bakalım “o” yasaları yapan erkekler ne kadar uyuyor kurallara? Onlara esnek… Neyse, açılınca sinirlerimi çok bozan bu konuyu değiştirelim.
MAVİ YARATIKLAR?
Hindu Mitolojisi’nde bazen tanrılar yeryüzüne inerler ama bunu, bir insan veya hayvan şekline girerek yaparlar çünkü normalde şekilsizdirler veya dünyaya uygun bir yapıları yoktur. İşte Hindulara göre bir tanrının yeryüzünde aldığı şekle, yani suretine ne deniyor: Avatar! Bugün Holivut filmleri sayesinde her ne kadar “mavi ve kuyruklu insanlar” olarak bilinse de “avatar” lafı bu. Şimdi bunun bütün dünyaya yayılmış olması bir çatışmayı değil, karşılaşmayı ve etkileşimi ifade eder.
BİLİMDE UZLAŞI
Bir sürü devenin oluşturduğu “kervan”ın Batı’da asırlar sonra “karavan” lafına dönüşmesi çatışma mıdır, etkileşim mi? Hangi birini sayacağını şaşırıyor insan. O kadar çoklar ki. Ama zaten gerek de yok sanırım, arif olan anlamıştır çoktan. Şimdi bu aralar biz o küçücük virüsle cebelleşmeye, bu sırada da hayatta kalmaya çalışmağa devam edeceğiz. Bu sırada da, kimi geri kafalı kitlelerin dışladığı bilim sayesinde geliştirilecek ilaç ve tedavileri bekleyeceğiz. Elbet geçecek tüm bunlar. Bilimle geçecek. Yeri gelmişken onu da söyleyelim: Bilim, doğu ile batının çekiştiği, çatıştığı bir şey olmadı hiç. Mezopotamya’da başlayan uygarlık, hem Ortadoğu’nun, hem onun bir parçası ve aynı zamanda rakibi olan Mısır’ın, hem onlardan bayrağı teslim alıp yücelten Yunan’ın, hem sonrasında dünya kültürünü bugüne taşıyan İslâm’ın, hem de sonrasında “merak eden” tüm toplumların ortak platformu oldu. Çatışılan değil, tokalaşılan bir platform oldu bilim hep. Umalım da bu hengâme atlatıldıktan sonra bilime küfredenler yaptıklarının yanlışlığını anlamış olurlar ve insanlık, “yardım bekleyenler” ile “yardım edebilenler” ayrımından tamamen kurtulmaya doğru ilerleme kararı alır.
Paylaş