Paylaş
Bir organımızın normalden az işlev görmesi ya da hiç görev yapamaması durumunda diğer duyularımızın aşırı geliştiği bilinen bir gerçek. Genelde “engel” olarak tanımlansa da bu “durum”u en güçlü noktalarından biri olarak görüp üretkenliğe dönüştürebilen özel insanlarla dolu hayat. Bu insanlar birçok alanda aktifler ancak yarının “Dünya Engelliler Günü” olması vesilesiyle evrensel sanata katkı sağlayan birkaçına değinmek istiyorum.
“BU ÇOCUĞA İYİ BAKIN, BİR GÜN TÜM DÜNYA ONU TANIYACAK"
Engelli oldukları için toplumsal alanın dışına itilmiş, ötekileştirilmiş, bazen de suiistimal edilmiş olan bazı insanların öğrenilmiş çaresizlik girdabına karşı durarak üretken bireylere dönüşmesi beni hep büyülemiştir. Örneğin Beethoven.
Mozart’ın “Bu çocuğa iyi bakın, bir gün tüm dünya onu tanıyacak" dediği, gelmiş geçmiş en önemli Klasik Batı Müziği bestecilerinden olan bu dâhi müzisyen, 20’li yaşlarında başlayan işitme kaybı nedeniyle birkaç yıl içinde tamamıyla duyamaz hale gelmiş. Sonradan engelli olmasının verdiği afallatıcı süreci o da yaşamış. Çevresiyle konuşma defterleri aracılığıyla iletişim kurabilmiş. Ancak bu durum üretkenliğine asla ket vurmamış olacak ki, alamet-i farikası olan 9.senfonisini sanat tarihine armağan etmiş. Hatta Avrupa Birliği bu besteyi milli marş olarak benimsemiş.
MÜZİĞİ BEDENİYLE DUYMAK
“Beethoven bir istisnadır, duyamayan bir müzisyen müzik yapamaz” diye düşünmek çok büyük bir yanılgı. Zira kısa bir araştırmayla bile müthiş yetenekler olduğunu keşfediyor insan.
Günümüzün önde gelen perküsyon sanatçılarından, Grammy ödüllü Evelyn Glennie de duyma yetisini sonradan kaybeden müzisyenlerden. Evet o sesleri duyamıyor ama algılamak için başka duyularını kullanıyor. İşitme kaybının başladığı dönemdeki eğitim sürecinde, hocası müzik yaparken ellerini sınıfın duvarlarına dayayarak sesin titreşimindeki nüansları zihnine kaydediyor. Glennie pes sesleri çoğunlukla ayak ve bacaklarında, tiz sesleri ise yüzünde, boynunda ve göğüs bölgesinde hissettiğini keşfediyor. Sanatçı bir davul yüzeyinin veya zilin titreştiğini, ağacın yapraklarının rüzgârda sallandığını gördüğünde beyni derhal bu hareketlere karşılık gelen sesleri üretiyor... Kısacası müziği tüm bedeniyle duyuyor ve üretmeye devam ediyor.
Böyle özel müzisyenler ülkemizde de yetişmiş. Bir Aşık Veysel’in sanat ve kültür tarihimize vurduğu damga müthiştir. Çocukken geçirdiği hastalık nedeniyle görme yetisini kaybeden halk ozanımızın göremiyor oluşu hayatı çok başka bir açıdan algılamasını, bunu müziğine vurucu bir şekilde yansıtmasını sağlamış. Sadece müzik mi; yaktığı türkülerin sözleri edebiyatı bile derinden etkilemiş. Köy Enstitüleri'nde saz hocalığı da yapan, âşık geleneğini sürdürmek için ülkemize büyük hizmetlerde bulunmuş bir sanatçı o.
Engelli olup da harikalar yaratan müzisyenler saymakla bitmiyor. Yaşayan en büyük tenorlardan Andrea Bocelli, blues ustası Ray Charles, gelmiş geçmiş en yetenekli caz gitaristlerinden Jean Baptiste “Django” Reinhardt, gitar virtüözü Jose Feliciano, 25 Grammy ödülü sahibi Stevie Wonder, müzisyen ve aktivist Kerim-Selim Altınok Kardeşler ve niceleri.
GÖRMEDEN GÖRMEK
Engelleri aşarak başka sanat dallarında da müthiş üretken olan sanatçılar var.
Doğuştan duymayan dolayısıyla konuşamayan, 26 yaşından beri de göremeyen marangoz Ali Şerafettin Köksal takdire şayan eserler veriyor. Dokunduğu her cismin en ince detaylarını içeren ahşap maketlerini yapabiliyor bu sanatçı. Maket yapmaya bir kuş kafesiyle başlayan Köksal, hiç görmediği Anıtkabir’in maketini yapmak için Miniatürk’ü ziyaret etmiş. En büyük hayali ise Sultan Ahmet Camii’nin maketini yapmak.
Doğuştan görme engelli olan ressam Eşref Armağan da şaşırtıcı eserlere imza atıyor. Hiç görmediği nesnelere dokunarak resimlerini yapabilen Armağan, beyninin görsel hafıza bölümünün gören bir insanınki gibi çalışması ile dünya çapındaki üniversitelere araştırma konusu olmuş bir yetenek.
Stephen Wiltshire isimli otistik dâhi de eserlerini gördüğümde şaşkınlığımı gizleyemediğim insanlardan biri. Tokyo üzerinde yaptığı kısa bir helikopter uçuşunun ardından tüm detaylarıyla 10 metrelik panoramik bir resim çizebilen birinden söz ediyorum. Şehrin tüm sokakları, tarihi eserleri ve dairelerin kapı numaralarının bile yer alması son derece şaşkınlık uyandırıcı gerçekten. Londra, Paris, Madrid, Roma, Frankfurt, Kudüs, Hong Kong, Dubai ve son olarak New York’u da resimlemiş. Eserleri dünya çapındaki galerilerde sergilenmiş ve bu eserlerden oluşan kitapları Sunday Times Bestseller'da birinci sıraya kadar yükselmiş. İlk defa 8 yaşında konuşup ağzından çıkan ilk kelimenin “kâğıt” olduğunu düşünürsek, kâğıda yansıyan bu eserlerin mükemmelliği daha bir anlam kazanıyor.
BALE DE ENGEL TANIMAZ
Son olarak çok sevdiğim, geçtiğimiz ay sahnelenen “Troya” operasında rol arkadaşım olan bir sanatçıdan bahsetmek istiyorum: Bora Acar Zöngür.
Bora küçük yaştan itibaren bedenini insanüstü bir emekle eğiten, sadece iki yıllık kadrolu bir devlet sanatçısı iken, kariyerinin en aktif, en çok sahneye çıkabileceği döneminde kırmızı ışıkta geçen bir minibüs şoförü yüzünden engelli bırakılan pırıl pırıl bir bale sanatçısı.
Onunla engellilere karşı farkındalık yaratmak için çektiği video sayesinde tanışmış olabilirsiniz. Çünkü hâlâ kendi engeline teslim olmayıp İzmir Devlet Opera ve Balesi’nin idare kadrosunda hizmet vererek sanattan kopmamasının yanı sıra toplumsal bilinç için elinden geleni yapan bir isim o.
Spora yönelmiş; okçuluk yapıyor, fitness salonuna gidiyor. Bu bile benzer engellerle savaşan insanlar için son derece ilham verici bir rol model olduğunu gösteriyor. Sanatçı olmanın gereği de bu değil mi zaten; her açıdan rol model olmak.
Velhasıl engellerin engel olamadığı, hayatlarımıza renk, ahenk, sanat katan tüm insanları takdir ediyorum. Çünkü “Sanat Engel Tanımaz”…
Paylaş