25 Ağustos 2002
<B>BİLİNDİĞİ</B> gibi, Sayın <B>Zekeriya Temizel</B> tarafından 1998 yılında çıkarılan ünlü <B>‘‘Nereden Buldun’’</B> Yasası, kopan kıyamet üzerine 31.12.2002 tarihine kadar ertelenmişti. Yani, yeni bir erteleme, ya da iptal yasası çıkarılmadığı takdirde, bu yasa 2003 yılı başından itibaren yürürlüğe girecek.
Yasal durum böyle de, uygulama gerçekten başlar mı?
Bu yasanın bir yıl daha ertelenmesi için, bir süre önce olağanüstü olarak toplanan Meclis'ten alelacele bir yasa çıkarılmaya çalışıldı. Gerekçesi ise 3 Kasım seçiminden sonra, erteleme kanunu çıkarılması için zamanın yetmeyeceği endişesi idi.
Yani, erteleme nasıl olsa yapılacak da, bunun zamanını usulüne uygun olarak ayarlamak gerekir, gibi bir çabaya girildi.
Sonuç alınamadı. Bunun anlamı, ertelemenin hiç yapılmayacağı mıdır?
Bu sorunun cevabını biz biraz da iddialı olarak vermek istiyoruz.
BENCE ERTELENİR
‘‘Nereden Buldun’’ yasası önümüzdeki yıl uygulanmaya başlamaz. Bize göre ertelenecektir.
Bizi böylesine iddialı cevaba yönelten sebepler ise şunlardır:
1) Bildiğimiz kadarıyla, yasanın uygulanması için Maliye Bakanlığı'nda ciddi bir hazırlık yoktur. Her ne kadar, yüksek vasıflı bazı komisyonlarda konu tartışılmış, önemli raporlar hazırlanmışsa da, raporlarda önerilen hususların gerçekleştirilmesi için ortam müsait değildir.
2) ‘‘Nereden Buldun’’ yasasını uygulamak için yeni bir ‘‘Mali Milad’’a ihtiyaç vardır. Bu yasa ile ilgili ilk mali Milad 30 Eylül 1998 tarihi idi.
Aradan dört yıl geçti, o tarihteki durum ve beyanları esas alarak, bu kanunu uygulamaya koymak, sayısız problemi de peşinen kabul etmek anlamına gelir.
O tarihteki beyanlarda dahi çözülemeyen bazı sorunlar vardı. Örneğin, altın ya da kıymetli taşlara dayanan beyanların değerlendirilmesi gibi. O sorunlara hálá gerçekçi çözümler bulunduğunu sanmıyoruz.
Ayrıca, sağlıklı bir ‘‘Nereden Buldun’’ uygulaması için yeni bir stok affına, belki de, kapsamlı bir genel mali affa ihtiyaç vardır.
Ne yeni Mali Milad için, ne de herhangi bir af için gördüğümüz kadarıyla ne bir hazırlık, ne bir hava ve bu tarihten sonra ne de yeterli bir zaman vardır.
3) Hislerimiz bizi yanıltmıyorsa, bizde ne olduğu ve kimlerin yönettiği pek belli olmayan bir ‘‘Derin devlet’’ misali galiba bir de ‘‘Derin millet’’ var. Ekonomi ve özellikle vergi konularında en kritik zamanlarda devreye girip, olayları bazı çevrelerin isteği doğrultusunda yönlendiriyorlar.
Bize öyle geliyor ki, ‘‘Derin millet’’, ‘‘Nereden Buldun’’ yasasına, en azından şimdilik sıcak bakmıyor.
Yeni seçim, yeni hükümet, yeni oluşumlar ne getirir bilinmez, ama bu şartlarda biz gecikmeli de olsa ‘‘Nereden Buldun’’ yasası ertelenir diyoruz.
Yazının Devamını Oku 19 Ağustos 2002
4389 Sayılı Bakanlar Kanunu'nun geçici 4. Maddesi uyarınca yapılacak Bağımsız Denetim Esasları hakkındaki yönetmelik 1 Şubat 2002 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Yönetmeliğe göre düzenlenecek 2001 yılı ile ilgili mali tablolar üç aşamalı bir denetimden geçecek ve Bakanlar Genel Kurul toplantılarını yapıncaya kadar, hiçbir şekilde açıklanamayacaktır.
Yönetmelik esaslarına göre mali tabloların düzenlenmesi ve bunların üç aşamada denetim görmesi 4-5 aylık bir zaman gerektirdiğinden, bankaların 15 Şubat'a kadar vermeleri gereken 4. dönem Geçici Vergi Beyennameleri, 30 Nisan'a kadar verilmesi gereken Kurumlar Vergisi Beyennameleri ve 20 Mayıs'a kadar verilmesi gereken stopajla ilgili Muhtasar Beyannamelerin zamanında verilmesi imkansız hale geldiği için, söz konusu beyannamelerin verilme süresinin uzatılması zorunluluğu doğdu.
Süre uzatımı için Vergi Usul Kanunu'nda iki imkan vardır.
Birisi 17. Madde'de yer alan zor durum hali, diğeri ise 3. Madde'de yer alan mücbir sebep halidir.
Zor durumda süreler, kanuni sürenin bir katına kadar uzar, mücbir sebepte ise mücbir sebep kalkıncaya kadar süreler durur.
Bakanlık önce bu olayda zor durum maddesini uygulamış daha sonra süreler yetmeyince mücbir sebep hali hükümlerinin uygulanmasını görmüş ve mücbir sebebin bankaların genel kurullarını yaptıkları tarihe kadar sürmesini kabul etmiştir.
Yönetmeliğin yayın tarihinden itibaren 6 ayı aşkın bir süre geçmiş, denetimler tamamlanmış ve çoğunluğu temmuz ayı içinde olmak üzere bankaların bir bölümü genel kurullarını yapmışlardır.
Her banka için genel kurul tarihleri itibariyle mücbir sebep hali sona ermektedir. Bunda bir kuşku yoktur. Ancak, mücbir sebep halinin ne zaman başlamış sayılacağı ve geçici vergi, Kurumlar Vergisi Beyannamesi ve stopajla ilgili muhtasar beyannamelerin ne zaman verilmesi gerektiği hususunda bir açıklık yoktur.
GEZGİN'İN DEĞERLENDİRMESİ
Bu konuda, Boğaziçi Kurumlar Vergi Dairesi Başkanı Burhan Gezgin'in, bir özel değerlendirmesi var. Bu değerlendirmeye göre;
1- 2001 yılı Ekim Kasım - Aralık dönemi (4. dönem) Geçici Vergi Beyannamesinin bir görüşe göre, Genel Kurul tarihini takip eden 10 gün içinde, bir başka görüşe göre ise 15 gün içinde verilmesi gerekmektedir.
2- 2002 yılı Kurumlar Vergisi Beyannamesi, Genel Kurul tarihini takip eden 30 gün içinde verilmelidir.
3- İstisna kazançlar için stopajla ilgili Muhtasar beyanname, Genel Kurul tarihini takip eden 50 gün içinde verilmelidir.
4- 2002 yılı Ocak, Şubat, Mart dönemi Geçici Vergi Beyannamesi ise Genel Kurul tarihini takip eden 45 gün içinde verilmelidir.
Bu hususta ileride, büyük sorunlar çıkmaması için Maliye Bakanlığı'nın süratle konuya bir açıklık getirmesinde ve bu arada bankaların da yukarıda belirttiğimiz süreleri aşmadan, gerekirse Maliye Bakanlığı ile temasa geçerek, gecikmiş beyannamelerini sürelerini geçirmeden vermelerinde fayda vardır.
Yazının Devamını Oku 29 Temmuz 2002
<B>KURUMLARDA</B>, Yatırım İndirimi uygulamasının yapılması halinde, vergi matrahından indirilen tutar Gelir Vergisi Stopajı'na tabidir. Bu konudaki hüküm kanunda yer almakta, yapılacak stopajın oranı ise kararnamelerle ilan edilmektedir. Son kararnameye göre stopaj oranı % 18'dir buna bir de % 1,8 oranında fon payı ilave edilmektedir.
1999 yılında kanunda bazı değişiklikler yapılırken yeni kanun metninde, istisnaları yanında, Yatırım İndiriminde de stopaj yapılacağı açıkça belirtilmemiş ancak, oranların ilan edildiği kararname metnine, Yatırım İndirimi ifadesi eklenmiştir.
Böylece Maliye Yatırım İndiriminde stopaj yapılmaya devam edileceği şeklinde uygulamayı sürdürmek istemiştir. Ancak, durumu ve buradaki açığı fark eden bazı kuruluşlar, kanunda açık bir şekilde yer almayan bir vergi mükellefiyetinin kararname ile konulamayacağı görüşüyle, kararnamenin iptali için Danıştaya başvurmuş ve açtıkları davayı kazanmışlardır. Bunun üzerine Maliye Bakanlığı Danıştay Dava Daireleri Başkanlar Kurulu'na (DDDBK) başvurmuştur. DDDBK, önce yürütmeyi durdurma kararı vererek Danıştayı haklı bulmuş sonra nihai kararında, bir oy farklı ekseriyetle, Danıştay Kararını iptal etmiştir.
Ancak, bu arada 1999 yılı kazancından Yatırım İndirimi yapan mükellefler Danıştayın lehte verdiği karara dayanarak stopaj ödemek istememişler ve Muhtasar Beyannamelerini ‘‘İtirazi Kayıtla’’ vererek, stopaj beyanında bulunmuşlar ve bu beyan üzerine yapılan tahriyata karşı dava açmışlardır.
DANIŞTAY'A BAŞVURU
Açılan Davalar Vergi Mahkemelerinde kazanılmıştır. Vergi daireleri de vergi mahkemeleri kararlarına karşı Danıştaya başvurmuşlardır.
Bu arada DDDBK'nın Maliye lehine verdiği kararı yayınlamış ve bu sebeple danıştayın muhtelif daireleri çelişkili kararlar vermişlerdir.
Bunun üzerine, bazı kuruluşlar Danıştay Başkanlığına ‘‘İçtihatların Birleştirilmesi’’ talebiyle müraccatta bulunmuşlardır.
Bu müraccatları dikkate alan Danıştay Başkanlığı, konuyu İçtihatları Birleştirme Kurulu'nda görüştürmüş ve kurul, 18. 07. 2002 tarihinde, 1999 yılı için uygulanan Yatırım İndirimlerinin stopaja tabi olmadığı yönünde karar vermiştir.
Bu ihtilaf sadece 1999 yılı ile ilgili olarak doğmuş ve böylece mükellefler lehine sonuçlanmıştır. 2000 yılı ve sonrasında, kanunda değişiklik yapılıp, kanun metnine Yatırım İndirimi ifadesi eklendiğinden, ihtilaflı durum ortadan kalkmış ve stopaj uygulaması devam ettirilmiştir.
Dava bitmiştir, ama bir kelimenin kanun metnine yazılmasının unutulması, ihmali, ya da önemsenmemesi yüzlerce davaya, binlerce işleme, muazzam zaman ve para kaybına neden olduğu gibi bir de telafisi mümkün olmayan adaletsizlik doğmuştur.
Çünkü sonuçta dava açanlar vergi ödememişler, sayıları az da olsa devlete güvenip, iyi niyetle vergisini itirazsız ödeyenler ise telafisi mümkün olmayan haksızlığa muhatap olmuşlardır.
Bu çok tipik olay ve sonuçları, umarız herkese ders olur ve bir daha yaşanmaması için dikkatli davranılır.
Yazının Devamını Oku 14 Temmuz 2002
<B>1997 </B>yılından beri Gelir ve Kurumlar Vergisi mükellefleri (A) (B) ve (C) olarak adlandırılan formları doldurmakta ve bunları yılda bir kez vergi dairelerine vermektedirler. (A) ve (B) formlarını bilanço esasına göre defter tutan mükellefler, (C) formlarını ise işletme defteri esas tutan ticari kazanç sahipleriyle serbest meslek kazancı elde edenler düzenlemektedir.
Bu formlar Haziran ayına ait KDV beyannameleriyle birlikte 25 Temmuz akşamına kadar verilecektir. Formun verildiğinin ispatı için KDV beyannamesi üzerine not düşülmesi veya formun bir yazı ile verilmesinde fayda vardır.
Bilanço esasına göre defter tutan mükelleflerin, mal ve hizmet alımlarına ilişkin bilgilerin yer aldığı (B) formuna mal ve hizmet alımlarından belirli bir sınırı aşanlar yazılacaktır. Bu sınır bu ay verilecek formlarda 15 milyar lira olarak uygulanacaktır. 15 milyarın hesabında, bir firmadan 2001 yılı içinde alınan bütün mal ve hizmet bedellerinin KDV hariç tutarları dikkate alınacaktır.
Bildirimleri belirlenen sürede vermeyenler ile eksik veya yanıltıcı olarak verenlerden, 1. sınıf tüccarlar ile serbest meslek sahipleri, 530 milyon lira, 2. sınıf tüccarlar ise 260 milyon lira Özel Usulsüzlük Cezası ödemek zorunda kalacaklardır.
ZAMANINDA VERİN
Bu formlar, serbest muhasebeci, serbest muhasebeci mali müşavir veya yeminli mali müşavirlere imzalatılacaktır.
Bu formlar, Maliye Bakanlığı'nca, bilgisayarlara yüklenmekte ve çeşitli şekilde değerlendirilmektedir. Bu değerlemelerden birisi de şudur:
Bilindiği gibi sahte (naylon) veya muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge düzenleyen veya kullanan mükellefler, tesbit edilip kara listeye alınmakta ve bunlar da bilgisayarlara yüklenmektedir.
İşte bu iki bilgi karşılaştırılmakta ve kara listede yer alan firmaların isimlerine, (B) ve (C) formlarında rastlanırsa, bu form sahipleri otomatik olarak tesbit edilmekte ve sıradan incelemeye alınmaktadır.
Ayrıca, beyan eden ve beyan edilen firmalar da birbirleriyle karşılaştırılmakta ve uyumsuzluklar varsa onlar da incelemeye alınmaktadır.
İnceleme görmek tatsız bir olaydır. Vergi kanunlarımız yoruma açık hükümlerle doludur. Size doğru gelen başkalarına yanlış gelebilir. Bir incelemenin nasıl sonuçlanacağı hiç belli olmaz.
Bu bakımdan bu formları dikkatli bir şekilde doldurup, zamanında vergi dairesine vermekte fayda vardır.
Yazının Devamını Oku 26 Haziran 2002
<B>MİLLİ</B> Futbol Takımımızın son başarısını yaratan sporcular, şüphesiz layık oldukları büyük çapta primler alacaklardır.
Eski yıllarda bu primler vergilendirilmezken, geçtiğimiz yıl biraz da yaratılan havanın baskısı ile nakit olarak ödenenler vergilendirildi.
Aldıkları çok başarılı sonuçlarla topluma moral, zevk ve gurur veren sporcuları vergilendirirken, kanun hükümlerini mümkün olduğu kadar, onların lehine yorumlamakta fayda vardır.
Eğer olaya, bu açıdan bakılsaydı bize göre milli futbolculara verilen başarı primlerinin vergilendirilmesi sözkonusu olmazdı.
Şöyle ki: Vergilendirme futbolcuların aldığı primlerin ‘‘ücret’’ sayıldığı var sayımına göre yapılmıştır.
Yazının Devamını Oku 16 Haziran 2002
<B>BAZI</B> uygulamalar vardır, aslında yanlıştır. Ama yanlışlığın kimse farkına varmazsa ya da aldırmazsa o yanlış uygulama fiilen sürüp gider. Bize göre böyle bir yanlış uygulama, çok önemli bir konuda halen yoğun bir şekilde sürüp gitmektedir. Şöyle ki; Vergi Usul Kanunu'nun Vergi Kesenlerin Sorumluluğu başlıklı 11'inci Maddesi'nde yöyle bir hüküm vardır:
‘‘Mal alım ve satımı ve hizmet ifası dolayısıyla kesinti yapmak ve vergi dairesine yatırmak zorunda olanların, bu yükümlülükleri yerine getirmemeleri halinde verginin ödenmesinden alım satıma taraf olanlar ve hizmetten yararlananlar... müteselsilen sorumludurlar.’’
Maddenin başlığı ve metinden çok açık bir şekilde anlaşılacağı gibi müteselsil sorumluluk ‘‘Vergi Kesintisi’’ yapılması ile ilgilidir. Vergi kesme olayında bir vergi sorumluluğu söz konusudur. Verginin mükellefi vergiyi kesendeğil kendisinden vergi kesilen kişidir. Burada vergi sorumlusu ile vergi mükellefi arasında bir müteselsil sorumluluk bağı kurulmuştur.
Bu hüküm karşısında, bu maddenin sadece Gelir Vergisi Kanunu'nun 94'üncü ve Kurumlar Vergisi Kanunu'nun 24'ünce Maddesi'ndeki vergi kesintilerine tabi işlemlerle ilgili olması gerektiği halde Maliye bir emrivaki ile bu maddedeki müteselsil sorumluluğu Katma Değer Vergisi'nde de uygulamaktadır.
O BÖLÜMÜ İPTAL EDİN
Oysa, Katma Değer Vergisi tahsil etmek bir Vergi Kesintisi işlemi değildir. Burada mükellef de sorumlu da vergiyi tahsil eden kişidir. Vergiyi malı satan kişiye ödeyen alıcının, bu verginin vergi dairesine yatırılmamasından Vergu Usul Kanunu'nun 11'inci Maddesi hükmüne göre sorumlu tutulması bize göre mümkün değildir.
Burada kanun maddesinin ifadesi açık olduğu halde Maliye, önce herhangi bir tebliğ yayınlamadan KDV'de müteselsil sorumluluk uygulaması yapmaya başladı. Sonra kimseden aksi bir ses çıkmayınca 70 ve 84 numaralı tebliğlerle uygulmaya şekil vermek istedi. 70 numaralı tebliğ Anayasa Mankemesi tarafından iptale dildi, 84 numaralı tebliğ ise halen yürürlükte.
Kanun hükmüne dayanmayan bir tebliğ yayınlanamaz ve uygulanamaz. Burada açık bir şekilde kanuna dayanmayan bir tebliğ hütmü uygulamaya çalışılmaktadır.
Bu çok önemli bir yanlıştır. Bir an önce, ya kanun hükmü değiştirilmeli ya da tebliğin müteselsil sorumlulukla ilgili bölümü iptal edilip KDV'de bu uygulamaya son verilmelidir.
Yazının Devamını Oku 26 Mayıs 2002
<B>BİR</B> ticari işletmede kazanç tespit edilirken, bilanço çıkarılırken, ilk aşamada vergi kanunları dikkate alınmaz ve bu şekilde hesaplanan kazanca <B>'Ticari Kazanç'</B> denir. Daha sonra vergi kanunlarına göre düzenlemeler yapılır. Bazı harcamalar ve karşılıklar ticari kára eklenip vergi matrahı yani 'Mali Kár' tesbit edilir.
Haklı veya haksız bazı masrafların vergi hesabında dikkate alınmaması Maliye'nin takdiridir. Ona bu aşamada bir sözümüz yok.
Ancak, bazı konular var ki, mahiyeti itibariyle 'gerçek' dönem kazancını artırma ve eksiltme fonksiyonlarına sahip oldukları halde Maliye tarafından gözardı edilir. Örneğin 'kur farkları'. Aslında kur farkları ne gelirdir, ne de gider ama yıllardır ticari işletmelerde bunlar vergi hasaplamalarında dikkate alınır.
Burada asıl üzerinde durmak istediğimiz konu 'vadeli çeklerde' reeskont işlemi yapılıp yapılmayacağı hususudur.
Aslında çek vadeli olamaz. Çek bir ödeme aracıdır ve ibrazında banka tarafından ödenmesi zorunludur. Ancak, ülkemizde uzun zamandan beri daha pratik olması ve Damga Vergisi'ne tabi bulunmaması (senetler binde 7.5 oranında damga vergisine tabidir) sebebiyle, çekler vadeli olarak düzenlenmekte ve tıpkı senetler gibi işlem görmektedir.
Bu işlem yıllardır tıkır tıkır yürümekte, resmi ya da gayrıresmi bütün mercilerce kabul görmektedir.
DÜZELTME YAPIN
Bir vergi döneminin sonunda elde eğer vadeleri ileriki aylara sarkan bir senet veya çek varsa, bunların gerçek değerleri üzerinde yazılı bedeller değil, belirli oranlarda hesaplanacak vade farkları düşüldükten sonra kalan değerlerdir. Gerçek budur ve ticari kazanç açısından da mali kár açısından da hesaplamalar buna göre yapılmalıdır.
Halka açık şirketlerde SPK halkın yanıltılmaması için hem senetlerde hem de çeklerde bu hesapların böyle yapılmasını zorunlu tutmuştur.
Oysa Maliye, senetlerde bu hesabı kabul etmekte, çeklerde ise kabul etmemektedir.
Neden?
Çünkü, elli yıl önce daha vadeli çek düzenlemek diye bir kavramın olmadığı dönemlerde hazırlanmış kanunda, reeskont için sadece senet ismi geçiyor da ondan.
Eğer vadeli çek kanunsuz bir işlemse, neden Tek Düzen Muhasebe Planı'nda, başka bir adla da olsa bu resmen tanınmıştır. Ve neden resmi bir kuruluş olan SPK tarafından resmen kabul edilmiş ve bunlarda reeskont uygulanması zorunlu kılınmıştır.
Vadeli çeklerde reeskont uygulamasının kabul edilmemesini kanundaki demode hükme bağlamak doğru değildir. Bunun en azından SPK uygulaması ile birlikte değiştirilmesi gerekirdi.
Maliye sadece alacağına şahin olmamalı, mükellefinin haklarına da sahip çıkmalıdır.
Her yıl onlarca kanun değiştiren Maliye'nin bu küçük ve haklı düzeltmeyi yapmaya gücü yetmez miydi?
Kanun yapmakla görevli ve yetkili olan kişilerin sıkışınca, ‘‘Ne yapalım mevzuat böyle!’’ demeye hakları olamaz.
Yazının Devamını Oku 1 Mayıs 2002
<B>HALİHAZIRDA</B>, uygulanan mevzuata göre Kurumlar Vergisi oranı % 30 fon payı ile birlikte % 33 olduğu halde, kárın dağıtılması halinde, yapılan stopajlar ve kár payını alan ortağın ödeyeceği Gelir Vergisi ve fonlarla birlikte, bir kurum kazancı üzerindeki vergi yükü % 65 oranını bulmaktadır. Oysa, gelir vergisindeki bu yük azami olarak % 48'de kalmaktadır.
Her ne kadar kurumlarda, bir kısım vergi ileriki yıllarda ödenmekte ise de buradaki yük farkının bu kadar fazla olması makul değildir.
Çünkü sonuçta, bir kurum ayrı bir ekonomik birim değil, ortaklardan oluşan bir bütündür. Bu durumda, aynı faaliyetten aynı parayı kazanan gelir vergisine tabi bir adi ortaklıkla, Kurumlar Vergisi'ne tabi bir şirketin eşit vergi yüküne maruz kalması gerekir.
İşte bu görüş ve düşüncelerle kurum kazançları üzerindeki vergi yükünü % 65'ten en fazla % 50'ye indirme çalışmaları yapılmaktadır.
Bu konuda üzerinde çalışılan modele göre, Kurumlar Vergisi oranını fazla değiştirmeyip, vergi alacağı sistemine de son vererek, stopaj ve kár payı elde edenlerin gelir vergisi yüklerinde bazı indirimler sağlanmasının düşünüldüğü anlaşılmaktadır.
İSTİSNA VE MUAFLIKLAR
Başta Gelir Vergisi Kanunu'nu ve Kurumlar Vergisi Kanunu olmak üzere, birçok kanunda yirmiye yakın istisna ve muafiyet hükümleri bulunmaktadır.
Bu konudaki mevzuatın dağınıklığı bir yana, Maliye Bakanlığı'nda bu vergi istisna ve muaflıklarının gereğinden fazla olduğu ve bazı eşitsizliklere sebep teşkil ettiği görüşü hakim bulunmaktadır.
İşte yapılan çalışmalarda, vergi istisna ve muaflıklarında bazı azaltmaların yapılması ve bu konudaki mevzuatın da toparlanması hedeflenmektedir.
PRATİK KOLAYLIKLAR
1998 yılındaki düzenlemelerde götürü usulde vergileme sistemi kaldırılıp yerine basit usulde vergileme sistemi getirildi.
Adı basit olmakla birlikte, uygulaması bir hayli karışık olan bu sistemin adına yakışır yeni bazı uygulama kolaylıkları getirilmeye çalışılmaktadır. Buna göre,
- Basit usule tabi mükellefler KDV'ye tabi olmayacaklar,
- Basit usulde vergilendirilenlerden mal veya hizmet alanlar KDV indirimi yapamayacaklar,
- Gerçek usulde vergilendirilenlerden mal veya hizmet alan basit usul mükellefleri ise ödeyecekleri KDV tutarlarını gider kaydedeceklerdir.
DİĞER DÜZENLEMELER
Vergi kanununda üzerinde çalışılan diğer konular ise özetle şunlardır:
- Gelir Vergisi tarifesinin oranları ve gelir dilimlerinde bazı değişikliklerin yapılması, ücret gelirleri ile diğer gelirler arasındaki tarife farklarının kaldırılması,
- Halen üçer taksitle ödenmekte olan vergilerde, taksit sayısının azaltılması,
- Özel gider indirimi (ücretlerde vergi iadesi) kaldırılarak, yerine halen düşük miktarlarda uygulanmakta olan (normal yörelerde yıllık 360.000.000 TL.) özel indirim miktarının artırılması,
- Son zamanlarda bir hayli karışıklığa ve ihtilafa konu olan, örtülü sermaye ve örtülü kazanç dağıtımı hükümlerinin yeniden gözden geçirilmesi,
- Finansal kolaylık sağlamak amacı ile kurulan, ancak daha çok vergi planlamasının bir unsuru olarak kullanılan finansal kiralama sistemi (leasing) ile ilgili hükümlerin yeniden düzenlenmesi,
- Elektronik muhasebe tutulması ve manyetik ortamda beyanname verilmesi imkánlarını sağlayacak düzenlemeler yapılması,
- Vergi idaresinin yeniden yapılandırılması,
- Maliye Bakanlığı bünyesinde, bir denetim koordinasyon biriminin kurulması ve yıllık denetim planlarının hazırlanması,
- Vergi kimlik numaralarının yaygınlaştırılarak denetimde kullanılması,
- Özel sektör borçlarının takipleri için özel bir strateji belirlenmesi,
Bütün bu çalışmaların dışında bir de, 2003 yılında uygulamaya geçirilmesi gereken ‘‘Mali Milat’’ konusu var ki, o hassas konuda sadece Bakanlık bünyesinde değil, diğer bazı kuruluşlarda da bakanlığa paralel çalışmalar yapılmaktadır.
Bütün bu çalışmaların layıkıyla yapılması ve yeni düzenlemelerin bütünü ile 2003 yılında yürürlüğe sokulabilmesi için bize göre mucizevi bir çalışma temposu gerekecektir. Ne diyelim, Allah kolaylık versin.
Yazının Devamını Oku