Paylaş
Bunun anlamı şu: Tanık dinlenmesi, bilirkişi incelemesi, bunların tartışılması aşamaları tamamlandı, artık savcı ve ardından avukatlar son sözlerini söyleyecekler, mahkeme karar verecek...
Fakat “adil yargılanma hakkı” bakımından önemli bir sorun gözüküyor. Sanıkların istediği bazı şahitler var, mahkeme bunları dinlemedi. Hatta mahkemenin kendisi 24 Eylül günlü duruşmada eski MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun’u dinlemeye karar vermişti, şimdi onu da dinlemeden dosyayı savcıya verdi!
Gelişen adalet kavramı
Mahkeme, sanık avukatlarının istediği her tanıdığı dinlemek zorunda değildir. Avukatlığım döneminde bunu ben de çok yaşadım. O zaman “şahidim dinlenmedi, karar bozulsun” diye Yargıtay’a gitmekten başka çaremiz yoktu. Fakat, “adil yargılanma hakkı” kavramı sürekli gelişiyor. Eskiden bulunmayan bir hüküm, bugün var, CMK’nın 178. maddesi aynen şöyle:
“Mahkeme başkanı veya hâkim, sanığın veya katılanın gösterdiği tanık veya uzman kişinin çağrılması hakkındaki dilekçeyi reddettiğinde, sanık veya katılan o kişileri mahkemeye getirebilir. Bu kişiler duruşmada dinlenir.”
‘Dinlenebilir’ değil, dinlenir!
Ergenekon davasında bazı sanıklar, kuvvet komutanlarının, bakanların, başbakanın tanık olarak dinlenmesini istediler, mahkeme kabul etmedi, etmeyebilir elbette... Fakat mahkeme “ret” kararı da vermedi! “Ret” kararı vermediği için avukatlar tanıkları mahkemeye getirip dinletemediler!
Bu tanıklar gelirlerdi veya gelmezlerdi bu ayrı konu. Mahkemenin “ret” kararı da vermeden dinlememesi 178. maddeye ve “adil yargılanma hakkı”na aykırıdır.
Mahkemenin kendi şahidi
Mahkemenin kendisinin dinlemeye karar verdiği eski MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun gibi isimleri de dinlemeden, savcının talebiyle dosyayı “esas hakkında mütalaa”ya vermesi de ilginçtir. Mahkeme niye dinleme ihtiyacı duymuştu, neden dinlemiyor, değil mi?
Elbette mahkeme kendi kararından vazgeçebilir ama bunun için duruşmada karar vermelidir. Mahkeme “vazgeçtim” diye karar verseydi, belki sanık avukatları Atasagun’un tanık olarak dinlenmesini talep edebilirlerdi... Mahkeme böyle bir karar vermediği için avukatlar bu yola gidemiyorlar.
Bu da adil yargılanma hakkına uygun değildir.
Usul, esastan önce gelir!
Hakkında yazı yazdığım davaların “esas”ına girmiyorum. Kimse kendini yargıç yerine koyarak “esas” hakkında hüküm veremez. Fakat “usul hükümleri” farklıdır, sürecin her aşamasında açıkça tartışılabilir.
Büyük hukukçumuz Cevdet Paşa’nın deyişiyle “usul esasa mukaddemdir” yani “usul, esastan önce gelir”. Tarihte ve yakın tarihte, Dreyfus davası, İstiklal Mahkemeleri ve Yassıada gibi, artık herkesin eleştirdiği siyasi davalardaki en büyük sakatlık, “usul” ihlalleriydi, “usul” öyle uygulanmış, “karar”lar da o biçim çıkmıştı.
Usul bu kadar önemli olduğu için, çağımızın geliştirdiği bir kavram olan “adil yargılanma hakkı”nın da neredeyse yüzde 90’ı ‘usul’le, yani soruşturma ve kovuşturma makamlarının yapacağı işlemlerle ilgilidir. Delil toplamak, ifade almak, tanık dinlemek veya dinlememek, bilirkişi, savunmaya yeterli imkân verilmesi gibi...
Balyoz, Ergenekon gibi davalar fevkalade önemlidir. Tarih gözünde bu davaların itibarı bilhassa usul bakımından “adil yargılanma hakkı”na mahkemelerin gösterdiği özen kadar olacaktır. Sayın hâkimlerin dikkatine...
Paylaş