Paylaş
Yürekten katılıyorum, “popülizmin gözü kör olsun”.
Popülizm 21. yüzyılın siyasi hastalığı haline gelmek üzere hakikaten.
Bu sütunda epey zamandır yazıyorum, Batı’da yükselen popülist akımlara karşı Ankara Batı’nın klasik merkez sol, merkez sağ, liberal ve yeşil siyasi çevreleriyle yakın ilişkiler kurmalı, onlarla ortak bir demokrasi ve diplomasi dili geliştirmeli diye...
POPÜLİST DİL
Bir yazımda şöyle diyordum:
“Türkiye’nin Avrupa’yla sorunları daha çok demokrasi tartışmalarından kaynaklanıyor.
Türkiye hamasi retorikle ihtilafları büyütmekten sakınmalı, klasik diplomasiye ve ortak siyasi değerlerin kavramlarıyla konuşmaya önem vermelidir. Batı’da yükselme eğilimindeki otoriter popülizme karşı klasik demokrasiye bağlı merkez sağ ve merkez sol partiler ve hükümetlerle Türkiye bu yolla “dostlarını artırmaya” önem vermelidir.” (8 Nisan)
Almanya’da Türkiye’ye karşı geliştirilen politikalar çok haksızdır fakat bunun “seçim popülizmi”yle kalmayıp seçimlerden sonra devam etmesi ihtimali de ciddidir.
Avrupa hükümetleri hakkında “bunlar Haçlı, bunlar Nazi” gibi söylemler bizdeki seçimlerde oy getirmiş olabilir fakat dış politikamızdaki sorunları tırmandırmıştır.
Şimdi umarım Çavuşoğlu’nun “popülizmin gözü kör olsun” şeklindeki beyanı rasyonel diplomasi işaretidir inşallah. Zira dış politikayı diplomatça yürütmek herkesten önce dışişleri bakanlarının görevidir.
SAĞ, SOL, LİBERALLER, YEŞİLLER
Almanya ile sorunların tırmanasında Avrupa’da gittikçe etkili hale gelen aşırı sağcı popülist eğilimlerin etkisi önemlidir ve esef vericidir.
Fakat popülizme karşı olan, en azından da mesafeli duran sol, liberal ve yeşil partiler de vardır. Aydınlar ve düşünce kuruluşları da vardır. Bunlar başından itibaren Türkiye’nin AB yolculuğuna destek vermişlerdi.
Ama şimdi bu çevreler de Türkiye’ye karşı olumsuz ve ölçüsüz tavırlar koyuyorlar.
Bunların hepsini “Haçlı” falan diye suçlamak ve büsbütün keskinleştirmek mi doğrudur?
Rasyonel çözümler geliştirmek mi doğrudur?
Çok cephede çatışmalara girerek düşmanları çoğaltmak hiçbir ülke için, hiçbir zaman rasyonel bir davranış olmamıştır.
Siyasi yelpazesi rengârenk olan Batı’da Türkiye’nin ortak demokratik dil geliştireceği, iyi ilişkiler kuracağı siyasi çevreler vardır.
Beş-altı yıl öncesine kadar böyleydi zaten.
Yeniden buna odaklanmalıyız, bunu başarmalıyız.
2007’DE NASILDI?
Başbakan Erdoğan’ın 31 Ağustos 2007’de okuduğu hükümet programındaki şu satırları hatırlamak gerekir:
“Avrupa Birliği hedefi, ülkemizin demokrasi, temel hak ve özgürlükler, hukukun üstünlüğü gibi konularda evrensel standartlara yaklaşmasına yardımcı olmaktadır.
Ayrıca, kurumsal yapılanmalar ve sektörel politikalar gibi pek çok konuda Türkiye’nin önümüzdeki dönemde neler yapacağını da şekillendirecektir.”
AB sürecinin, sonunda tam üyelik olsun olmasın, Türkiye’ye kazandırdıkları bellidir.
Ankara bu vizyona dönerek, Avrupa’da fanatik Türkiye karşıtlığına kapılmamış muhataplar, eskisi gibi dostlar bulabilir; partilerde, hükümetlerde, aydınlarda, düşünce kuruluşlarında...
Bu tabii içeride artık pek duymadığımız “evrensel sandrat”ları yeniden önemsemeyi de gerektirir.
Paylaş