Paylaş
Bugün dolar karşısında TL nasıl değer kaybediyorsa, o zaman da Osmanlı parası “akça”, altın ve gümüş karşısında devamlı değer kaybediyordu.
Merhum hocamız Halil İnalcık “Devlet-i Aliye” adlı kitabında anlatır: 1525 yılında bir birim altın 57 akça idi, 1584 yılında aynı birim altın 120 akçaya çıkmıştı. Gümüş için de benzer bir tablo vardı. (Cilt 1, s. 194-195)
Dünkü “altın” karşısında akçayı, bugün “dolar” karşısında TL’yi düşünün, elbette aynı değil fakat iktisat ilminin önemli prensiplerinden biri görülür: Bir ülkenin parasının değeri o ülkedeki sermaye birikimi, tasarruf oranı, teknik ya da teknolojik seviye, üretim kapasitesi gibi faktörlere bağlıdır.
Bunlar zayıfsa paranız da değer kaybediyor.
OSMANLI PARASI AKÇA
O çağlarda bütün dünyada madeni para kullanılıyordu. Paraların asli değeri, içindeki altın ve gümüş oranına bağlıydı, yani asıl para altın ve gümüştü.
Osmanlı akçasında sürekli olarak altın ve gümüş oranı düşürülüyor, yani devalüasyon yapılıyordu!
Yeniçeriler ve esnaf“züyuf akça” denilen bu “ayarı bozuk” akçaları kabul etmediğinde isyanlar çıkıyordu.
Öte yanda, Avrupa’da ticaret devrimi yaşanıyor, faizle para toplayıp tüccara kredi satarak ticarete sermaye veren bankalar gelişiyor, sermaye birikimi ve şirketler güçleniyordu. Bu sayede 16. yüzyılda Avrupa’da faiz yüzde 5 civarındaydı.
Şirket ve banka kurumları bulunmayan, tarım ekonomisine bağlı kalan Osmanlı’da sermaye yetersizliği yüzünden faiz şeyhülislam fetvasıyla yüzde 12 idi!
FETİHLER VE EKONOMİ
Tarihçi Mustafa Akdağ “Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi” adlı eserinde, Osmanlı’nın bu müzmin para sıkıntısını şöyle anlatır:
“Kanuni Sultan Süleyman gibi Türk fetihlerinin en şanlılarını yapan bir hükümdarın ünü Avrupa memleketlerinde dolaşırken, İstanbul’da hükümetin, giderlerini karşılayacak parayı bulmak için akla gelen her yola başvurduğu görülmektedir.” (Cilt 2, s. 355)
13. yüzyıldan itibaren sermaye birikimi güçlenen Avrupa, tüfekle donatılmış düzenli piyade ordusuna geçiyordu. Osmanlı toprağa bağlı “sipahi” ordusunun yerine “tüfekli piyade”yi koyamıyordu, çünkü mali sıkıntı içindeydi...
Bir süre sonra mağlubiyetler başlayacaktı.
Merhum Akdağ bu tabloyu “altından kalkılmaz zorluklar” olarak niteliyor. 1700’lerden itibaren modernleşme arayışları başladı, fakat tarihin akışı değiştirilemedi. Viyana’dan Meriç’e, hatta Sakarya’ya kadar çekildik. Binlerce şükür ki, Milli Mücadele ve Lozan sayesinde Irak sınırı hariç bugün vatan sınırlarını kurtarabildik.
TÜRKİYE’NİN İHTİYACI?
Avrupa’yı 17. yüzyılda öne geçiren sermaye birikimi 12. yüzyılda başlayan bir süreçti. Devletlerin bilinçli iktisat politikalarının değil, Avrupa’nın özel coğrafi şartlarından doğan toplumsal dinamizmin eseriydi.
Sonradan devlet politikası oldu.
Bunun için Osmanlı’yı suçlamak da fetihlere bakıp 21. yüzyılda Osmanlı hayalleri kurmak da yanlıştır.
Her iki tavır da 600 yıllık büyük tecrübelerden dersler çıkarmayı, tarihin dinamiklerini “öğrenmeyi” engeller.
Peki, günümüzde dolar karşısında neden en çok Meksika Pezosu ve Türk Lirası değer kaybediyor?
Trump Meksika sınırına duvar örecek falan...
Türkiye’de Son 5-6 yılda reformları, Avrupa standartlarını, teknolojinin ekonomideki rolünü, tasarruf ve sermaye birikimini unuttuk... Kısa sürede oy getiren inşaat yatırımlarını ve tüketim ekonomisini körükledik.
Demek ki Türkiye’nin sistem değiştirmeye değil, modern iktisadi zihniyete, demokratik ve rasyonel siyasi davranışlara ihtiyacı var.
Paylaş