Paylaş
İSLAMİ kesimde bir süredir mala mülke düşkünlük, güç ve servetin cazibesine kapılmak, İslam’ın ahlaki değerlerini ihmal etmek gibi eleştiriler okuyoruz.
Şevket Eygi ağabeyin “eski mücahitler yeni müteahhitler, din baronları” gibi kavramlarla ve sert bir üslupla öteden beri yaptığı eleştiriler buna bir örnektir.
İslami kesimde yeni bir tartışma, “İslamcılık öldü” kavramı etrafında yürüyor. Mümtazer Türköne “Türkiye’de İslamcılığın Doğuşu” konulu doktora tezinde, Namık Kemal gibi yüksek düzeyli ‘Yeni Osmanlılar’ hareketinin İslamcılığını araştırmıştı. Geçenlerde de “İslamcılık öldü” diye yazdı. Sonra, Ali Bulaç İslamcıların devletle bütünleşmesinin İslami düşünceye zarar verdiğini savunan bir yazı yayınladı.
Bu eleştiriler AKP’yi sorumlu tutuyor.
AKP’yi destekleyen Kemal Öztürk ise Yeni Şafak’taki köşesinde bunun sorumlusunun Gülen cemaati olduğunu savundu.
SIĞ DÜŞÜNCELER
İşin bu polemik tarafı beni çok ilgilendirmiyor. Benim önemsediğim konu şudur: Bugün ilim ve düşünce düzeyinde yüksek değere sahip bireysel istisnalar olmakla beraber, siyasi hareket olarak İslamcı düşünce çok düzey kaybetmiş, hatta önemli oranda partizanlık seviyesine düşmüştür.
Kemal Öztürk, İslamcı hareketin bu halini “sığ sulara çekilmek” olarak niteledi, büyük düşüncelerin ancak “okyanus derinliğinde bulunacağını” yazdı, haklı olarak. (Yeni Şafak, 3 Temmuz.)
Hiç şüphesiz 19. yüzyıldaki Yeni Osmanlılar’ın ve 20. yüzyıl başlarındaki Meşrutiyet İslamcılarının derinliğini, zihin zenginliğini, ufuk genişliğini dikkate alırsak, bugünkü ‘Siyasi İslamcılık’ hareketi çok “sığ” kalmaktadır. AKP’yi savunmak için geliştirilen komplo teorileri, çatışmacı coşku ve siyasi militanlık maalesef İslam düşüncesindeki zenginliği de tasavvufi derinliği de siyaset yolunda harcamaktadır.
HÜRRİYET VE EŞİTLİK
Tarihteki zengin ve parlak İslam düşüncesinin en verimli tartışma konularından biri olan “irade hürriyeti” üzerine bir tartışmayı bugün görüyor muyuz?! Rönesans’a kapı açan İbn Rüşd’lerden vazgeçtim, yaşadıkları çağa göre Cevdet Paşa, Mansurizade, Filibeli Ahmet Hilmi gibi zirveler bugün var mı?
Namık Kemal’in dahil olduğu Yeni Osmanlılar ve Said Nursi’nin dahil olduğu İkinci Meşrutiyet İslamcıları, insanların dinleri ne olursa olsun kanun önünde “eşit” olmasını ve devlet görevlerine girmelerini savunmuşlardı. “İstibdat” dedikleri otoriterliğe itiraz etmişler, “hürriyet” fikrini savunmuşlardı.
Bugün ise eski fetvaları tekrarlayıp “vatandaşların eşitliği” ilkesini reddeden, inanç ve hayat tarzlarına göre devletin ayrım yapmasını savunan ve buna da “İslami demokrasi” diyen İslamcılarımız var!
Modernitenin geliştirdiği kavramlar olan “hürriyet” ve “eşitlik” konularını irdelemeyen ve içermeyen bir düşünce 21. yüzyılda “asrın idrakine hitap” edebilir mi?!
KÜLTÜREL MİRAS?
Böylesine devasa düşünce sorunları dururken, İslam devleti, İslam siyaseti, cihatçılık gibi motivasyonlar çağımızda Müslüman gençleri ilim ve itildalden uzaklaştırıyor; militanlık üretiyor. İslam dünyasındaki feci sorunları araştırmak yerine, siyasi İslamcılar “üst aklın komplosu” deyip geçiyorlar!
Sorunlar yumağından bilhassa fıkıh öğretimine dikkat çekmek isterim. Muhterem Hocamız Ali Bardakoğlu’nun “Fıkıh Çözüm mü Üretir, Sorun mu?” konulu akademik tebliğini, İslam kültüründeki fıkıh/hukuk sorunu üzerine düşünmek isteyen herkese önemle tavsiye ederim. (Anadolu İlahiyat Akademisi Dergisi, Sayı 2, s. 147-178)
Özetle, İslam düşüncesini siyasi asabiyetin tasallutundan kurtarmak herhalde öncelikle güç fetişizmine kapılmamış samimi İslamcıların görevi olsa gerek.
Paylaş