Paylaş
Suriye’deki etnik, dini ve siyasi deprem 1920’lerde çizilmiş bütün sınırları sarsıyor. Büyük kitlelerin saldırılara hedef olması, çeşitli etnik ve mezhep gruplarından beş milyon insanın yerlerinden kopup göçmen durumuna düşmesi, adeta her etnik ve dini grubun kendi devletini kurmaya kalkması güneyimizdeki feci sorunların Afganistan’dan daha tehlikeli olabileceğini gösteriyor.
Bu 6 milyon göçmenin içinden çıkacak genç kuşakların geleceğini düşünün!
GÜL NE DEMİŞTİ?
Suriye’nin Afganistan’a dönmesi, öteden beri ifade edilen bir endişeydi. 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, yaklaşık iki yıl önce bir İngiliz gazetesine verdiği demeçte Suriye’nin “Akdeniz kıyısında bir Afganistan” haline geldiğini, bunun Türkiye ve Avrupa üzerindeki terör tehdidini arttıracağını söylüyordu. O zaman Türkiye’nin 500.000 Suriyeli mülteci için 2 milyar dolar harcadığını kaydediyordu. (Guardian 3 Kasım 2013)
Bugün ülkemizdeki mülteci sayısının 3 milyona yaklaştığı, harcanan paranın 6 milyar doları bulduğu belirtiliyor.
Sorun nasıl büyüyor, görüyor musunuz?
IŞİD tehdidi de büyüdüğü gibi, üstelik bir de “Türkiye’nin güneyinde, Suriye’nin kuzeyinde bir devlet” tehlikesinin oluştuğunu Cumhurbaşkanı söylüyor
SINIR ÖTESİ HAREKÂT
Ortadoğu’da belki bir asırlık sorunlar son dönemlerdeki depremlerle dışa vuruyor. Milli Mücadele ve Lozan tarihini okuyanlar “güney sınırlarımız”ın nasıl zorluklarla çizildiğini ve hep endişeyle bakıldığını bilirler.
Türkiye 1990’larda, ABD ve Saddam rejimi müsait olduğu için ve Ortadoğu ülkelerinden de itiraz gelmediği için Kuzey Irak’a birçok defa girmiş, asker günlerce operasyon yapmıştı.
21 Mart 1995 günlü Hürriyet’te 35 bin askerin Kuzey Irak’ta PKK hedeflerine karşı yaptığı harekât görülüyor. Sırf askeri harekâtın çözüm olmayacağı bir kenara, bugün ordunun Suriye’ye girmesi gibi bir düşünce için diplomatik ortam hiç müsait değildir; bu çok ciddi bir sorundur.
ORDUDAN ÖNCE SİYASET
Bugün Türkiye, Suriye sınırında “güvenli bölge” için umduğu diplomatik desteği bulamıyor. Miting meydanlarında hamasi sözlerle yürütülen politikanın geldiği nokta, işte bu yalnızlıktır.
Genelkurmay’ın gazetelere “öncelikle diplomasi” diyerek bilgiler vermesi, “ABD, Rusya ve İran gibi bölgede etkisi olan ülkelerle diyalog” kurulmasını istemesi bu sebeptendir.
Dış politikamızın “fabrika ayarlarına dönmesi” gerektiği apaçık ortada: Hamaset yerine rasyonel stratejik düşüncenin esas alınması, içeride uzlaşıcı bir dil geliştirilmesi, duraklayan ekonominin yapısal reformlarla büyüme yoluna konulması, AB standartlarının eskiden olduğu gibi önemsenmesi... Araplar arası ihtilaflarda Türkiye’nin keskin taraf olmaması...
Elbette ordu milli siyasetin önemli bir unsurudur fakat öncelikle siyasetin geniş bir dostluklar ve ittifaklar zeminine dayanması ve itibarlı olması lazımdır.
Paylaş