Paylaş
Bu acı tablo “geri kalmışlık” kavramının binlerce göstergelerinden biridir.
Gerçi Osmanlı’nın bir kopuşu önlemek
için yaptığı Rumeli demiryolları elden
gitmişti. Suriye ve Hicaz demiryolları da
öyle. Fakat sonuç çok fark etmez. Sanayileşmiş Avrupa karşısında bir tarım imparatorluğu olarak kalan Osmanlı’nın durumunu gösterir bu rakamlar.
CUMHURİYET’TE DEMİRYOLLARI
Cumhuriyet ise 1950 yılına kadar, 27 yılda 3.764 km demiryolu yaptı. Cumhuriyet’in mutlaka alkışlanması gereken birkaç altyapı projesinden biridir bu. Daha fazla demiryolu yapacak iktisadi kapasitesi de yoktu.
Nitekim gelişmiş Ege Bölgesi’ndeki tren hatları yolcu ve yük taşımada aşağı yukarı kâr edecek kadar doluyordu fakat öbür hatlarda yolcu ve yük azdı, zarar ediyordu.
Demek ki yol yetmez, toplumun
yolu kullanacak ekonomik kapasiteye sahip olması lazım.
DDY Genel Müdürü Süleyman
Karaman’ın raporuna göre, AKP iktidarı 2004’ten 2011’e kadar 1100 km demiryolu yaptı, 3.434 km demiryolu yapımı devam ediyor; bir kısmı yüksek hızlı tren... Zira Türkiye’nin ekonomik kapasitesi bu düzeye gelmiştir. Vizyon ilave bir faktördür.
Türkiye’nin büyüyen ekonomik kapasitesiyle yeni eserler yapmak kıt imkânlara sahip geçmişi suçlama sebebi olamaz. Mevcut imkânları iyi değerlendirip yeni eserler yapılmasına gözlerimizi kapatmak da haksızlıktır.
Düşünmemiz gereken şey, Türkiye’nin ne yönde gittiğidir.
MODERNLEŞME SÜRECİ
Cumhuriyetçi Fransa’nın iktisat tarihine dair kitaplar okurken, beni en çok etkileyen husus, Ortaçağ’dan gelen durgun hayat tarzını değiştirip dünyaya yeni bir bakış sağlamada demiryollarının önemini görmem oldu.
Ortaçağ’dan beri yüzyıllarca devam eden hayat tarzında oğullar babaların, kızlar anaların çırağıdır. Yüzyıllarca aynı köy veya mahalle içinde aynı şeyleri yaparlar, aynı alışkanlıkları ve inanış tarzlarını tekrar ederler. Durgun toplum...
Otomotiv endüstrisinden önce devreye giren demiryolları, bu insanları yüzyıllardır çivilenip kaldıkları yerlerden alıp, şehirlere taşıdı, işçi oldular. Yeni orta sınıfı oluşturacak küçük girişimciliğe adım attılar. Tarlada çalışırken okuryazarlığa ihtiyaçları yoktu, şimdi okula koşuyorlardı. Fransa’nın asıl modernleşmesi böyle gerçekleşti; Fransızca ile dil birliği de böyle sağlandı. “Demirağlar”, Voltaire’den daha işlevsel oldu.
‘AYDINLANMA’ NE DEMEK?
‘Aydınlanma’yı Fransız devriminin ideolojisini oluşturan Voltaire ve Rousseau felsefelerinin topluma empoze edilmesi ve ona göre de militan bir laiklik uygulaması olarak anlamak çok dar ufuklu bir yorum olur. Buna bakarak muhafazakârlık duygularıyla modernleşmeye karşı çıkmak da çok anlamsızdır.
Aydınlanma’nın bir de İngiliz, daha doğrusu İskoç versiyonu vardır, Jakoben değil, liberaldir. Hangisini alalım diye kavga da çok anlamsızdır. Düşünmemiz gereken şey, yaşamakta olduğumuz altyapı devrimi ve sosyal hareketliliğin bizi nereye götürmekte olduğudur: Daha şehirli ve eğitimli, girişimci ve dünyaya açık bir topluma doğru evriliyoruz, topumsal çeşitlilik gelişiyor. Bu sayede demokrasinin toplumsal dinamikleri güçleniyor.
Trenlere, uçaklara, otobüslere, işyerlerine, bürolara, meydanlara bakın; tarihimizin hiçbir döneminde kadın bu kadar “dışarıya çıkmış” değildi.
Yani, Türkiye, muhafazakâr kesim dahil, modernleşiyor, çeşitli ölçülerde sekülerleşiyor!
Paylaş