Paylaş
Keşke iki yıl rafa kaldırılmasaydı! Anlaşılan, Gezi Parkı gösterilerine Alevilerin “kitle halinde” katılmaları, iktidarın bu konuya eğilmesini sağladı. Başbakan’ın dünkü konuşması şöyle:
“Alevi vatandaşlarımızın da kitlesel olarak yer aldığını maalesef gördük. Onların taleplerini de gayet iyi anlıyoruz. Biz onlarla ilgili olarak Alevi açılımı başlığı altında bir dizi toplantılar yaptık... Şu anda yine Başbakan Yardımcıma bırakılan yerden devam ettirilmesi noktasında talimatım var...”
Başbakan’ın bu sözlerini son derece olumlu buluyorum, fakat...
ZİHİNDEN ÖNCE KALP
Alevi çalıştayını başlatarak iki yıl önce “Nihai Rapor” aşamasına getiren o zamanki Devlet Bakanı Sayın Faruk Çelik’i ve akademisyen Sayın Dr. Necdet Subaşı’nı burada teşekkürlerle anmak isterim. Alevi ileri gelenlerinin ve ilgili aydınların görüş ve önerilerini alarak 31 Mart 2011’de ciddi bir “Nihai Rapor” orta koymuşlardı.
Raporda Alevilerin tarihi serüveni “mağdur, mahrum, mazlum” olarak tanımlanıyor. Gerçekten, Alevi sorununu anlamanın ilk şartı, bu “mağdur, mahrum ve mazlum” ruh halini anlamak ve empati yapmaktır. Raporda da söylendiği gibi:
“Sünni ve Alevilerin birbirlerine özenli davranması, karşılıklı empati ve yakınlaşma sürecini olumlu etkileyecek, günlük hayatta var olan ilişki bozuklukları aşılabilecektir.”
Sayın Başbakan’ın dikkatini bilhassa bu noktaya çekmek isterim. Çünkü çözüm için ortaya konulacak modelden daha önemli olan, kalplerde bu açılımın yapılmasıdır.
ÜSLUP SORUNU
Alevilerin değerleri, simgeleri, ibadetleri, hayat tarzları konusunda çok özenli bir dil kullanmak gerekir.
Sayın Faruk Çelik, Alevilerin en radikallerinden en sûfi olanlarına kadar geniş bir yelpazeyle konuşmuştu; kelimeleri nasıl özenle seçtiğini bizzat görmüştüm. Bu özen ona karşı sıcaklık yarattı, onun da diyalog kurmasını kolaylaştırdı.
İlahiyatçı Dr. Necdet Subaşı da aynı özenli dille konuşmuş; dahası, Alevi İslam’ın terminolojisini de kullanarak duygudaşlık yaratmayı başarmıştı.
Bu konuda herkesten fazla özenli olması gereken Sayın Başbakan’dır, fakat maalesef üslubu özenli olmadığı gibi Alevilerde tepki yaratan konuşmaları da var.
AMA HANGİ ALİ?
Sünni imanında Hz. Ali “Ehli Sünnet”in en büyük din ulularından biridir. Alevi imanında ise İmam Ali ve Ehli Beyt tabiatüstü niteliklere, kerametlere, kutsallığa sahip, sûfi tarzda İslam ulularıdır. Allah-Muhammed-Ali denilir.
Hangisi doğru? Hangisine inanıyorsanız o doğru!... Akademik araştırma yapıyorsanız, o bambaşka bir alandır.
Alevilerle konuşurken “Ben sizden daha fazla Aleviyim, ben Hz. Ali Keremallahu Veche gibi yaşamaya çalışıyorum, sizin hiçbiriniz öyle yaşamıyorsunuz” demek Alevilere Sünni inancını dayatmaktır, onları dışlamaktır, hayat tarzlarını aşağılamaktır!
Herhangi bir inancı rencide etmek, öfke ve tepkiden başka bir sonuç vermez. Onun için
üslup, çözüm amacıyla düşünülecek modelden daha önemlidir.
HUKUKİ SORUN
Çözüm konusunda bazı hukuki zorluklar vardır. 30 Kasım 1925 tarihli Tekke ve Türbelerin Kapatılmasına dair “İnkılap Kanunu” Alevi İslam’ın “dedelik, babalık” kurumlarını yasaklamış, din hizmetlerinde sadece imamlık, müezzinlik, vaizlik ve müftülüğü meşru saymıştır. Bu maddenin anayasaya aykırılığı ileri sürülemez fakat değiştirilebilir.
Hem bu bakımdan hem çözüm iradesinin seçim yatırımı değil, samimi bir yaklaşım olduğunu göstermek açısından, Alevilerle görüşerek ve partiler arası diyalogla yasal düzenleme hazırlanmalıdır.
Paylaş