Paylaş
TRT’de yayınlanan “Payitaht İstanbul” dizisinden bahsediyorum.
Tarihi gerçek olsa, elbette dizide yer verilir. Fakat böyle bir şey, hele Abdülhamid gibi bir hükümdarın asla yapmadığı bir davranıştır.
Öyleyse niye ekranlara böyle getirilir?
“Ulu Hakan” denilmiştir ya, “güçlü” olması lazım, herkese haddini bildirmesi lazım.
GÜÇ TUTKUSU
Murat Bardakçı ile Tayfun Atay söz konusu diziyi eleştirdiler. Bardakçı’nın yazısını özellikle tavsiye ederim. (Habertürk, 1 Mart)
Hele Abdülhamid’in mehter eşliğinde cuma selamlığına çıkması!
Halbuki Abdülhamid zamanında mehter yoktu, Batılı tarzda Osmanlı marşları çalan “Muzika-i Humayun” (Saray Bandosu) vardı.
1826 yılında yeniçeriliğin kaldırılması sırasında II. Mahmud mehteri yasaklamış, ta 1917 yılında Enver Paşa tarafından tekrar kurulmuştu...
Abdülhamid’in yanına mehter koymak, sadece “maddi hata” değildir.
Fotoğraf ve bir de filmi bulunan cuma selamlığı töreninde Abdülhamid’in yanına mehter koymanın çok önemli bir psikolojisi vardır: Güç tutkusu...
Osmanlı ihtişam ve kudretinin sembolü olan mehterle Abdülhamid’i bir arada göstermek...
POLİTİKACI HÜKÜMDAR
Abdülhamid diplomat yeteneğine sahip bir hükümdardır. Ustaca bir denge diplomasisiyle ve gerektiğinde toprak tavizleri vererek imparatorluğu yaşatmaya çalışmış, eğitim ve bürokrasinin modernleşmesinde büyük hizmetleri geçmiştir.
Adaşı Doç. Dr. Abdülhamid Kırmızı değerli bir tarihçidir. Muhafazakâr çevrelerde de çok iyi tanınır. Abdülhamid devrinde bugünkü Türkiye’nin iki katı toprak kaybedildiğini hatırlatarak şöyle yazıyor:
“Abdülhamid gücünü kullanmaktan çekinen, daha doğrusu içinde bulunduğu güç parametrelerini aşmaya yeltenmeyen, var olan sınırlar dahilinde hareket eden bir denge politikacısıdır.” (Al Jazeera 22.9.2016)
Devletin çökmekte olduğunu gören, sağa sola meydan okumaktan sakınan, dengelerle devletini ayakta tutmaya çalışan zeki bir hükümdar.
Siz tutun ona tokat attırın!
Halbuki Abdülhamid devrini iyi okumak insanda asla “fetih” heyecanı uyandırmaz, aksine, sıkı zorluklar karşısında rasyonel çözümler arama yolunda zihnimizi açar.
Abdülhamid dönemini yasaklarıyla, bunun olumsuz sonuçlarıyla, modernleşme çabalarıyla, denge siyasetiyle ve bu siyasetin bir unsuru olan Pan-İslamizm politikasıyla birlikte okumak lazım.
İKİ ABDÜLHAMİD
Alman İmparatoru Wilhelm İstanbul’a geldiğinde Abdülhamid’in davranışını kızı Ayşa Osmanoğlu şöyle anlatır:
“Abdülhamid İmparatoriçe Victoria’yı koluna takarak salona girdi. Toplu görüşme sırasında Şehzade Burhaneddin Efendi piyano, Alman Prensi Friedrick de mandolin çaldılar...”
Bakalım dizinin gelecek bölümlerinde bunu görecek miyiz?
Bir böyle tarihteki gerçekliğiyle Abdülhamid var; bir de şöyle bir Abdülhamid var:
“Mavzerde bir kurşun,
Siperde bir çığlık,
Secdede bir dua olan, cennetmekân ulu hakan Sultan II. Abdülhamid Han...”
Bu sözleri Sayın İsmail Kahraman’ın sempozyum konuşmasından aldım.
Bu sözler hamasettir, tarih değildir.
Öğretmez, coşturur.
Son yüz elli yıllık tarihimizi, Tanzimat’ı, Abdülhamid’i, Meşrutiyet’i, Enver Paşa’yı, Atatürk’ü “öğrenmek” için okumalıyız. Bir imparatorluğun bilimde ve ekonomide geri kalışı, yıkılışı, Milli Mücadele ve Cumhuriyet’in kuruluşu muazzam tecrübelerdir. Zihnimizi açar, vizyonumuzu zenginleştirir.
Hamaset ise bilgiyi öldürmekle kalmaz, çağ değişimini görememekten kaynaklanan yanlış hareketlere de yol açar.
Paylaş