Paylaş
Aradan yedi yıl geçti, Türkiye basın özgürlüğü sıralamasında 138’inciliğe gerilerken, cezaevine konan gazeteci sayısında rekor kırıldı.
Basın özgürlüğüne ciddi darbeler vurulduğunu 4-5 yıldır dile getiren, benimle görüşen AB yetkilileri de dahil yerli yabancı herkesle paylaşan biri oldum.
O günlerde bana katılmayan bazı arkadaşları bugün infial içinde görmek de mutluluk vermiyor; aksine sadece bazı köşeler, darbe günlerindeki gibi beyaz çıkmaya başlamışsa dahi üzüntünün en büyüğünü yaşamak durumundayız.
YALÇIN KENDİNİ NASIL DA GİZLEDİ
Operasyonu hükümetin kontrolü dışında göstermek, bir cemaate bağlamak isteyen arkadaşlar da var; buna katılmak mümkün değil ve eğer böyle ise (Allah’tan bilgilerim bunun aksini gösteriyor) bunu demokrasi açısından daha vahim görmeli, “Ülkenin gerçek yöneticileri kimler” diye sormalı.
Şaşkınlıkla izlediğimiz, içinden çıkmakta güçlük çektiğimiz, akıl almaz gelişmelerle karşı karşıyayız; çaresi de şeffaflık, vicdan muhasebesi olabilir.
Şimdi bakın, Soner Yalçın ile hayatımda sadece bir kez, Ertuğrul Özkök için 21 Ocak 2010 günü verilen veda yemeğinde karşılaştım, kısa sohbet yaptık.
Deniz Baykal, CHP Genel Başkanı koltuğunu bırakmamıştı henüz.
Sohbet CHP’ye gelince, ben aykırı görüş söylesem de Yalçın, Baykal’ın Türkiye için ne kadar büyük bir şans olduğunu samimiyetle savunup durdu.
Ama bakar mısınız o Yalçın, Baykal’la ilgili kasetin organizasyonunun içinde gibi gösteriliyor; vay be ne mahir adammış, kendisini nasıl da gizlemiş!
Böylesi konulara hiç karmaşık bakmam; önemli bir lider, öyle odalara girdiği an sorumluluk önce onundur; çünkü ‘komplo’ dahi olsa yolu açan kendisidir.
Ancak bundan ötesine geçince; birileri bu zaafı siyaseti dizayn etmek için kullanmışsa mutlaka ortaya çıkarılmalı ve o görev de ülkeyi yönetenlerindir.
Bunu yapmayıp, o gün, “Partimde olsa bir gün dahi tutmam” demek, o parti gereğini yapıp liderini değiştirince yeni lideri, “Kasetle gelen”, “Kaset olayında liderinin arkasında durmayan biri” diye eleştirmek siyasete de ülkeye de haksızlık olur, etik durmaz, gerçeğin ortaya çıkmasını da önler.
BÖYLESİNİ HİÇ YAŞAMADIK
Tek kaygısı gazetecilik olanlar için mesleğin geldiği nokta hiç iç açıcı değil.
İkide bir, “Sen dün şunu yapmadın” diyen var; yapan oldu, yapmayan oldu.
Her döneme uyumluların kamuflajı bugün de çok iyi, geçelim; ‘Yeni Şafak basıldığında sen niye yürümedin, yürek yetmedi mi’ diye ise hiç sormayalım.
Çünkü daha fazla geç kalınmasın; mesleğin tek nirengi noktası gazetecilik olsun, gazetecilik etiği ve kaygısını en öne çekilsin.
Bugün mesleğe, etiğe ve vicdana aykırı çok kötü örnekler yaşıyoruz.
Bütün duvarları yıktık, hani hep yazıp duruyoruz, kadını aşağılama her yerde.
Medyadaki son örneğini, utansam da, vermeden rahatlamayacağım.
Hem de muhafazakâr değerlere önem verdiğini ileri süren bir gazeteden.
O yazıyı, muhalif görülen biri yazsaydı kim bilir ne fırtınalar koparılırdı?
Bazı kadın yazarlara yapılan şu hitap, onlardan çok erkek vicdanını sızlatsın:
“Fikir diye dillerine doladıkları da artık ünlenen göbeğim. (Ruh hastası yahu bunlar! Sana ne benim göbeğimden? Nefessiz kalmaktan mı korkuyorsun? Evli barklı adamım. Gözüm dışarıda tiplerden olmadım hiç. Sen en iyisi vazgeç o hayalden.)”
Paylaş