Paylaş
Kürt sorunu ve terör konusunda çok hassas olduğu bilinen Yazıcı ile dün makamında görüşürken, KCK tutuklamalarına bakışını merak edip sordum.
Hemen önündeki kitapların altından birini çekti; üzerinde “KCK Davası İddianamesi” yazdığı için iddianame kitap haline getirilmiş sandım.
Yanıldığım sonradan ortaya çıktı; ama öncelikle Yazıcı’nın, Ragıp Zarakolu ile Prof. Emine Büşra Ersanlı’nın da aralarında bulunduğu son tutuklama dalgası başta olmak üzere KCK davasına nasıl baktığını aktarmak isterim.
O ÜRKÜTÜCÜ GÖRÜNTÜ
“Vatandaşın belleğinde KCK görüntüsü başka bir şey; o fotoğraf” dedi.
Bu ilk sözü, BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın TBMM’deki makamında asılı durduğunu daha önce yazdığım o meşhur fotoğrafa atıftı.
“Öyle bir fotoğraf ki, belediye başkanları, siyasiler, sıradan vatandaşlar arka arkaya dizilmiş, elleri kelepçeli. Sanki hepsi birbirine de bağlı gibi görünüyor. Ürkütücü bir görüntü yani. Yanlıştı” derken üzgündü.
O fotoğrafın konuyla ilgilenen vatandaşta, “İşine gücüne giden sıradan insanlar tutuklandı” algısına neden olduğuna inanıyor.
Bu algının acilen ortadan kaldırılması gerektiğini ise, “Çünkü, KCK o görüntü değil. Büyük bir yapı, çözümün önündeki en büyük engellerden biri. En üst yapı. PKK’nın da üstünde. PKK onun silahlı gücü” sözleriyle açıkladı.
İddianameyi okuduğunu, ortada KCK’nın yaptığı, içinde bayrak tanımından vatandaşlığa girme çıkma kurallarına; sembollerden liderin adına kadar pek çok şeyin yazılı olduğu bir anayasa bulunduğunu aktardı.
Prof. Ersanlı’nın ders verdiği akademi konusunda ise yargısı keskindi:
“Sıradan bir akademi değil, her sınıfın kapısında ölen bir PKK’lı teröristin adı var. Derse girerken sormaz mısın, bu kim, diye? Elinde silah olmaz; ama bazen silahtan daha keskin sözün, eylemin olur.”
ETAJERİN ÜZERİNDEKİ KİTAPLAR
Silahlı yolun yol olmadığını, PKK’nın adına hareket ettiğini ileri sürdüğü Kürt vatandaşların “Bizim için öldürme” diye haykırdığını aktaran Yazıcı, terörün son bulması halinde her şeyin çok daha rahat konuşulacağı inancında.
Konu uzun tutukluluğa gelince diğer davalara da değindik; Deniz Feneri e.V ile diğer davaların sanıkları arasında ayrım yapıldığı yönünde bir algı oluştuğunu söylediğimde Yazıcı, şu karşılığı verdi:
“Davalar çok ayrı. Hâkimin kararına buna göre bakmalı. ‘3 ay tutukluluk cezaya dönüşür’ demek de yanlış, tersi de. Tamam, tutukluluk süreleri önemli sorun; ama hâkimi suçlamak yanlış. Karar, öyle de olur, böyle de. Önemli olan, hazırlığı çok iyi yapıp davayı en kısa sürede bitirmektir.”
Mahkemelik olduğu savcı tarafından sorgulanan, tutuklanması talep edilen sanıklar olduğunu söyleyip gazeteci Müyesser Uğur’u da örnek verdim.
Bunun üzerine bu kez yandaki etajerin üzerine elini attı, oradan da 2-3 kitap aldı, birinin üzerinde “Oda TV Davası İddianamesi” yazıyordu.
Önce, Uğur ile ilgili bölümü bulmaya çalıştı sonra, “Daha okumadım, ama tamam Müyesser Hanım’la ilgili bölüme bakacağım” dedi.
Şaşırmıştım, “Her iddianame kitabını topluyor musunuz” diye sordum: Yanıtı, “Bunlar kitap olarak basılmış değil. İnternetten indirip kendim bastırıyorum. Vakit oldukça okuyorum. Çoğunu da okudum. Hem bir hukukçu hem de bir siyasi olarak bu davaları bilmekte yarar var” oldu.
Paylaş