CHP kurultaylarına üç gün kala tarafların pozisyonuna yeniden bakalım.
Önceki yazımda Deniz Baykal ile uzlaşmaya varıldığını belirtmiştim.
O bilgi Baykal’ın istediği tüzük değişikliklerinin kabul edilmiş olmasına dayanıyordu, ancak bu düzenleme daha dün açıklık kazandı.
CHP’de 18 yıl genel başkanlık yapmış bir ismin buna rağmen, partisinin kurultayına katılmama kararı alması tabii ki kayda değer bir durum.
Ancak, “Tüzükte yapılacak değişiklikler belliyken kurultay başkanlığı istediniz. (Bir eski genel başkan bunu neden ister, onu da pek anlamadık.) İsteğiniz reddedilince bazı tüzük maddelerine itiraz ettiğinizi öğrendik. İtirazlarınız kabul edildi. Bunlara rağmen kurultaya katılmamanız ne anlama gelir?” sorusu akıllara takılacak, o nedenle biraz daha bekleyelim.
Çünkü, Baykal’ın, kurultay başkanlığı talebi de, tüzük değişikliği önerileri de, kurultaya katılmama kararı da hiç ağzından çıkmadı, hep dolaylı duyuruldu.
ÖNDER SAV’IN KULLANAMADIĞI ŞANS
CHP’de muhalefetin sorunu tam da bu, yani niyeti açık beyan etmemede.
O niyetin, “Bizim CHP’miz kimlerin eline kaldı? Kılıçdaroğlu, CHP’yi çizgisinden uzaklaştırdı. 12 Haziran seçim sonuçları başarısızlıktır. O nedenle Kılıçdaroğlu gitmeli” olduğunu görmeyen yok.
Baykal gibi Önder Sav ve arkadaşları da CHP’de ‘dolanarak’ yol alıyorlar.
Sav, uzun bir aradan sonra ilk kez TV’ye çıktığında CHP’lileri merak sardı.
Ama Sav, tüzük değişikliğinden girip oradan çıkınca izleyicilerini şaşırttı.
Çünkü, ‘tüzük antidemokratik’ dediği an karşıdaki CHP’li, “O tüzük eseriniz” diye düşündü, Sav’ın, “O tüzüğe karşı durdum” iddiası ise aynı TV izleyicisinden, “Değişen o tüzük, direnişiniz üzerine uygulanmadı. Direnişin nedeni de antidemokratik olması değil, Genel Sekreter yetkilerine gelen tırpandı” yankısı aldı, oysa açık niyet beyanı, çok daha iyi etki yapardı.
İlaveten, bazı isimlerin kavgayı, etnik ve mezhep tartışmasına kadar vardırma çabası da CHP delegesinde beklentinin aksine sonuçlar yarattı.
Kurultay toplanmasın diye delegeye, “Salona girme, kapıda bekle” çağrısı da ciddi taktik hata olarak görüldü, “Eğer yeterli sayıda delege desteği varsa zaten sorun yok. İçeri girilir, istendiği gibi bir kurultay yapılır” dendi.
Bir şey daha, milletvekillerine, belediye başkanlarına, delegeye, “Salona girmeyin” diye yüzlerce SMS mesajı çekilmesi de hoş karşılanmadı, bıktırdı.
DIŞINDA KALAN DIŞARIDA KALIR
CHP, ‘niyet gizleyerek’ hedefe ulaşmanın en zor olduğu partidir.
O nedenle, düşünsel çizgide, kişisellikten uzak ilkesel temelde yükselen bir muhalefet anlayışı, CHP’de hem daha etkin hem de daha yararlı olabilir.
Hele hele Kılıçdaroğlu dahil CHP yönetimi, seçimden bu yana partilinin moralinde sıçrama sağlayamamış, pek çok yerde örgütleri görevden alma, delege listesini evde yazma alışkanlığının depreşmesinin önüne geçememiş, Kılıçdaroğlu’nun ‘Kimseyi dışlamayın’ anlayışını egemen kılamamış, uyumlu bir görüntü sergileyemediği gibi ‘iki kurultay’ garabetine imza atmış, kurultayların ilkini şenlik havasında yapıp, sırf muhalefet istedi diye ikincisini kapalı kapılar ardına saklama yoluna gitmişse, karşısında güçlü bir muhalefet oluşması için üstüne düşeni fazlasıyla yapmış demektir.
Pazar günkü kurultaya katılımın 900’ün altında kalması halini de yönetimin hanesine yazılacak yeni bir başarısızlık olarak saymak gerektiğini belirterek son sözü daha çok muhalif çizgide görülen bir belediye başkanına bırakayım: “Gün eylem günüdür; dışında kalan, dışarıda kalır. Gideceğim, salona da gireceğim. Biz sözünü yetkili kurullarda söylemek için varız. Tartışmayı sokakta yaparsak sıradan olur. Oysa ilk iş sıradanlıktan çıkmak olmalı.”