MİT soruşturmasıyla başlayan süreç, hükümetin en önemli kurmaylarına dahi, “Son 9 yılın içimi en fazla daraltan, kalbimi sıkan gelişmeler” dedirtti.
‘Tarihte bir ilk’ olan bu süreci, “Devlet Krizi” diye görenler de oldu.
İlk kez CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin’den duyduğum bu tanımı, dün Taha Akyol açık açık yazarken başka kalemler de aynı imada bulundu.
Bunu haklı kılacak öyle önemli gerekçeler sayılıyor ki susmak evla oluyor.
Kolay mı; bir yandan PKK kaynaklı tüm ölümleri MİT üzerinden devlete fatura eden, diğer yandan yargının seçilmiş iktidara politika dayattığı yönünde algı yaratan çok ciddi iddialar, gerekçeler ve de delillerden söz ediliyor. ÜVEY EVLAT GÖRÜNTÜSÜ MORAL BOZAR
Bir devlet için oluşabilecek böylesi en kötü algıları hükümet-cemaat çekişmesine bağlamak ise iki tarafa da çok büyük haksızlık.
Bu ülkenin tek bir yönetim gücü var, o da hükümettir; sorumluluk da onun.
Yaşananlar öncelikle, ülkenin en büyük sorunu olan terörle mücadeleye zarar veriyor, mücadeleyi yapanların moralleri üzerinde yıkıcı etki yaratıyor.
Üstüne üstlük hükümetin sürece yaklaşım tarzı, mücadeleyi sürdüren bazı kurumlara üvey evlat muamelesi yaptığı görüntüsüne neden oluyor.
Açık söyleyelim; her terör eylemi sonrası bir şekilde suçlanan askerler, MİT’e gösterilen özenin ardından haksızlığa uğradıklarını düşünüyorlar.
Bir asker çıkıp, “Ölümler karşısında hep biz suçlandık; ama bakın bir başka savcı da ölümlerin nedeninin MİT olduğunu ileri sürüyor” dese haksız mı?
Hadi tüm bu söylenenleri de önemsemeyelim; ancak devlet içinde çok parçalı bir görüntünün oluştuğu, kapı koluna kadar hükümetin denetimine girmiş emniyet ile istihbarat arasında büyük çekişme yaşandığı acı bir gerçek.
Çekişme ve ithamların terör odaklı olması ise ülke adına tam bir vahamet.
Ortaya çıkan “yönetilmezlik” durumunu aşacak tek güç de hükümettir.
Hükümetin elinde her türlü koz mevcut, yeter ki ilkeli yol izlensin.
Çözümün tüm ön kabullerden uzak, eşitlikçi bir temelde yükselmesi gerek.
Ekonominin iyi gittiği, işsizliğin yüzde 9’a düştüğü, iktidarın yüzde 50 oy aldığı bir ülkenin, böylesi yorgunlukları sırtından atması da buna bağlı. GÜL’ÜN TOPLUMA MESAJI
Bakıyorum, yine ‘şu yapılırsa Ergenekoncuya yarar’, ‘bu yapılırsa askere yarar’ gibi gerekçelerle doğru adımlar atılmasını önlemeye çalışanlar çıkıyor.
Oysa yapılanlar, hele hele hukuk kaynaklı olacaksa ‘şu-bu’ ayırımı olamaz.
Bazı hükümet çevrelerinin yaşanan tüm bu gelişmeleri, “Yargı ve güvenlik bürokrasisi içinde gizli kapaklı iş çeviren bir gruba” bağlıyor ve bir provokasyonla karşı karşıya olunduğuna inanıyor.
Her iki seçeneğin üstesinden gelmenin yolu ayrımsız, ilkeli yaklaşımdır.
Bu noktada hükümetin özendirilmesi şart; ama bunu kim yapar?
Soruna “devlet krizi” tahlili koyan Gürsel Tekin’in bir önerisi var.
Anayasa gereği Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün en önemli görevinin devlette uyumu gözetmek olduğunu anımsatan Tekin, “Sayın Gül, oluşan tablo karşısında ‘üzüntü’ beyan etmekle yetinemez” dedi.
Cumhurbaşkanlığının sadece rektör atayan, yasa onaylayan bir makam olmadığını da söyleyen Tekin, Gül’den duruma el atmasını talep etti.
Yapılması gerekeni de, “Liderleri mi toplar, kurumların yöneticilerini mi çağırır, kendisi bilir; ancak birilerini hiç değilse bir masanın etrafında toplayarak topluma mesaj verebilir, rahatlama yaratabilir” diye özetledi.