BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan’ın, geçirdiği rahatsızlığın ardından partisinin ilk grup toplantısında yapacağı konuşma ilgiyle bekleniyordu, ama Uludere faciası sonrası söyleyecekleri, kullanacağı üslup daha büyük merak çekti.
Merak, kaza sonucu da olsa silahlı kuvvetler jetlerinin 35 yurttaşı öldürdüğü bir ülkenin Başbakan’ı olaya nasıl bir açıklık getirecekti noktasında toplandı.
Bu özenle dinlediğimiz Erdoğan’ın, ne sorunu çözüm yoluna koyacak ne de gergin TBMM atmosferini rahatlatacak bir dil kullandığı söylenebilir.
35 vatandaşın yaşamını yitirdiği acı sonrası tansiyonu aşağı çekmek yerine sık yaptığı gibi ‘En iyi savunma saldırıdır’ anlayışını öne çekti.
Erdoğan BDP’ye edebileceği en ağır sözleri hiç çekinmeden dillendirirken CHP’ye de, o kadar olmasa da yakın tonda sert eleştiriler yöneltti.
KILIÇDAROĞLU’NU TAKDİR EDEBİLİRDİ
Kendisinin konuşması biter bitmez kürsüye çıkan BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş da hiç sakınmadı, misli sertlikte yanıt verdi.
Allah’tan az sonra kürsüye çıkan Kemal Kılıçdaroğlu aynı üslubu kullanmadı. ‘33 kurşun’ olayının CHP iktidarı döneminde yaşandığı ve Mustafa Muğlalı adının Van’daki kışladan kendilerince indirildiği eleştirisini yapan Erdoğan’a, “O kışlaya, o isim senin iktidarında, 2004’te kondu” yanıtını vermekle yetindi.
Ancak, yıllarca CHP’yi, “Sivas’ın ötesine geçemezler” diye eleştirmiş Erdoğan’a, “Şimdi de sen gidemiyorsun” demeye gerek var mıydı, bilemem.
“Yoktu” desek de Kılıçdaroğlu’nun taziye çadırına kadar gidişini alkışlaması, hatta o seyahati kolaylaştıracak olanakları sağlaması gereken bir Erdoğan’ın, yerden yere vurma yolunu seçmesi karşısında bu kadarını normal görmeli.
Dün konuştuğum Kılıçdaroğlu, bilinçli olarak sert yanıt vermediğini belirterek, “Çünkü sertlik sorunu çözmüyor. Mantığı da yok. Yapılması gereken halka bu yanlışın nedenini ve kaynağını açıklamaktır” dedi.
Dün Kılıçdaroğlu’nu, ilk kez Erdoğan’ı korur bir anlayışta gördüm.
Yakın çevrenin, bakanların Erdoğan’ı aldattığına samimi olarak inanıyor. Gülyazı Köyü’ne giden bakanların, kendileri için kurulan ayrı bir taziye çadırında oturduklarını, ölen çocukların aileleri yerine Erdoğan’la bir başkasını görüştürdüklerini, bunun fotoğrafını servis ettiklerini anlattı.
Başbakan’a bu durumu değerlendirmesi tavsiyesinde bulundu.
SORUN ÖNCEKİ İSTİHBARATLARA GÜVEN
Kılıçdaroğlu gibi Gülyazı Köyü’ne giden diğer CHP’lilerle de konuştum.
Malum, Kılıçdaroğlu sürekli olarak, “O istihbarat kimden” diye soruyor.
Anladım ki CHP’de içleri kemiren şöyle bir senaryo söz konusu:
Genelkurmay da MİT de “İstihbarat bizim değil” açıklaması yaptığına göre bu yanlış istihbarat bir başka merkezden geldi, o merkez yabancı mı?
Son dönemde PKK’ya yönelik çok başarılı nokta operasyonlar yapıldı. PKK’lı Fehman Hüseyin’in o kaçakçı ekibinde yer aldığı bilgisi aynı istihbarat örgütü kaynaklı ise oraya duyulan güvenle mi hareket edildi?
Genelkurmay ve hükümet, istihbaratın nereden geldiğini biliyor ama açıklamıyorsa kuşkumuz yerindedir. Böyle değilse, hükümet istihbaratı veren kendine bağlı kurumu koruma amaçlı hareket ediyorsa o da büyük ayıp olur.
Saldırıdan tek kişi kurtuldu, ama savcı henüz ifadesini almadı, neden?
Erdoğan, bu kuşkuları ortadan kaldırır mı bilemiyoruz, ancak salı günkü söylemi, ‘silaha dayalı çözümden dönüş yok’ diye okunabilir.
Katılmasak da bu da bir politika, sadece umalım ki kaybettiği psikolojik üstünlüğü yeniden PKK’ya veren böylesi ‘ballı hatalar’ tekrarlanmaz ve de olası tüm tehlike ve tehditlere karşı gerekli önlemler alınmış olsun.