BAŞTA Kemal Kılıçdaroğlu olmak üzere CHP’nin tamamının, son kurultaylar ardından, hazirandaki ‘sonuç kurultayı’ndan önce şöyle bir geriye yaslanıp, yanlışlar ve doğrular üzerinde derin bir muhasebe yapması gerekiyor.
Haziranda olması beklenen kurultay için ‘sonuç kurultayı’ ibaresini özellikle kullandım, çünkü yerel seçimler öncesi son durak o kurultay olacak. O durak, yerel seçimlerde başarı getirmezse hem Kılıçdaroğlu hem de CHP için altından kalkılması çok güç ve ağır yeni bir yük doğacaktır. Seçimler evet, ülkedeki genel rüzgârın etkisi altında geçer, ama her seçim sonuç tayin edici kendine özgü yanlarıyla da yeni şanslar, fırsatlar yaratır. O fırsatlar iyi değerlendirildiğinde genel rüzgâr tersine çevrilebiliyor. GÜCÜ ALT EDEN ADAM CHP ile ilgili böyle bir konuya girince, uzun tahliller yapmak mümkün, ama söze Kılıçdaroğlu’nun, çok olağanüstü bir dönemde genel başkan olduğunu, liderlik vasıflarının hepsini taşımadığını, o makama birlikte yürüdüğü bir kadroyla ve zorlu bir yarışı aşarak gelmediğini belirterek başlayalım. Kılıçdaroğlu’nu CHP Genel Başkanlığı’na, halkta oluşan bir algı taşıdı. “Bence” diyerek, Kılıçdaroğlu’nu o makama taşıyan o algıyı anımsatayım. Ufak tefek yapılı denebilecek bir siyasetçi, bağırıp çağırmadan, sakin, güçlü delillerle desteklediği söylem ve dik bir duruşla, ‘güç sahiplerine’ karşı halkın çıkarını koruyor, o güç sahiplerini kan ter içinde bırakıp koltuktan ediyordu. Halk, genel başkan olarak da Kılıçdaroğlu’ndan her yerde bunu bekliyordu. CHP’de de ‘güç sahibi’ iki isim vardı: Deniz Baykal ve Önder Sav. İlk hata Sav ve arkadaşlarından geldi; onlar, ‘Güç biziz, seni biz yarattık’ algısını oluşturan söz ve eylemler sergilerken Kılıçdaroğlu’nun bu güç odağını ortadan kaldırmak için harekete geçmesi epey sonra gerçekleşti. Diğer güç odağı konusunda ise doğru bir etik ve hukuki tavır sergilendiği söylenemeyeceği gibi ortadaki ciddi etik soruna rağmen o isme, hem yeniden seçilme şansı tanındı hem de ilindeki diğer adayları belirleme gücü verildi. Kılıçdaroğlu, son kurultay ile CHP içindeki bu güç sahiplerini nihayetinde yıktı geçti ve gecikmeli de olsa bu sonuç, halktaki ilk algıyla örtüşüyor. TÜZMEN VAKASI CHP dışına baktığımda ise iki örnek vereceğim: İlki Kürşad Tüzmen vakası. Başbakan Tayyip Erdoğan, bazı bakanların liste dışı kalması konusunda ‘yolsuzluk’ imalı sözler edince, Kılıçdaroğlu haklı olarak, meydanlarda liste dışı kalan bakanları isim isim sıralayarak, “Hangisi” diye sordu. Tam bu süreçte o günün ‘güç sahibi’ Devlet Bakanı Tüzmen, Kılıçdaroğlu’nu bir toplantıda yakaladı, hafif de sertlik kokan bir üslupla “Beni mi kast ediyorsun” diye sordu, Kılıçdaroğlu, “Hadi kardeşim, bu soruyu git Başbakan’ına sor. Ben ‘Kim o bakan’ diye sorarak senin hakkını da koruyorum” demek yerine, Tüzmen’i kastetmediğini söylemeye getirdi. Benim de Kılıçdaroğlu’nun ‘güç sahipleri’ karşısındaki ilk gerilemesi olarak değerlendirdiğim bu tavrını AKP çevreleri meydanlarda iyi kullandı. Kılıçdaroğlu’nun, Türkiye’deki ‘gücün’ en büyük simgesi Erdoğan’a karşı kullandığı üslubun da halktaki algısı ile örtüşmediğini düşünüyorum. O noktada sakinliğini koruyamayan Kılıçdaroğlu, sertleştikçe algısında erozyon yarattığı gibi o alanda Erdoğan kadar başarılı top da çeviremedi. CHP’yle ilgili bu tür değerlendirmelerimi ileride de sürdüreceğim, ama bugünün özetini, “Kılıçdaroğlu, halktaki ilk algıya ne kadar yaklaşırsa kendisinin, CHP’nin başarı çıtası o kadar yükselir” diye yapayım. Çünkü son iki kurultayın kendisine yeni bir şans yarattığını düşünüyorum.