AKP, belki de kuruluşundan kısa süre sonra iktidar olduğu için devlet yönetimine hazırlıksız yakalandı.
Hazırlıksızlığa bir de, ‘birkaç akademisyen takviyesi ile Milli Görüşçü belediyelerden gelen kadrolarla devleti yönetebilme’ iddiası eklenince AKP’nin en zayıf yanının ortaya çıkması uzun sürmedi.
‘Ak siyaset’ ve ‘yolsuzlukla mücadele’ diyerek oy alan AKP kadrolarının üst düzey isimleri iki yıl içinde yolsuzluk davalarının sanıkları haline geldi.
Üstelik iddianamelerde AKP siyasi kadrolarına bile yer verildi.
Bazı bürokratlarını değiştirme yoluna da giden AKP’nin, yolsuzlukları ortaya çıkaran bazı kadrolarını makam değiştirerek cezalandırması da ilginçti.
KURUMLARLA KAVGALI HÜKÜMET
Milli Görüş’le uyuşmadığı için tecrübeli kadroları devletten uzaklaştıran AKP, yıldız, kuvvetli bürokrat yaratmakta da başarılı olmadı.
‘Bilmiyorsan bilene danış’ formülüne de, ‘Onlar bizi sevmiyor’ diye soğuk bakan AKP, devlette, ‘Biz yaparsak doğrudur’ anlayışını yerleştirdi.
Hayati görevi kurumlararası koordinasyonu sağlamak olan Başbakanlık Müsteşarlığı’na yapılan atama da tartışma yaratınca sorunlar arttı.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın tavrı da bu gelişmelere destek verici olunca, Cumhurbaşkanlığı ile ilişkisi neredeyse kesilmiş, üniversite ve yargıyla kavgalı, askerler ve diplomasi ile yeterli sıcaklıkta ilişki kurduğu ileri sürülemeyecek bir hükümet tablosu ortaya çıktı.
Dış ilişkilerde diplomasi önemli ölçüde devre dışı bırakılırken, devletlerarası ilişki hükümetlerarası ilişkiye dönüştürüldü.
Karşı tarafların hiç mi kusuru yok, diye sorulabilir.
Haklı da bir soru; ancak Özal’ın iktidarı devraldığı tablonun çok farklı olmadığı da anımsanmalı.
Ayrıca Özal, askeri darbenin önderleriyle çalışmak zorunda kalmasına rağmen, darbenin önderi Cumhurbaşkanı Kenan Evren’e, arkadaşının genelkurmay başkanlığının yolunu kesen kararnameyi imzalatmayı bile başarmıştı.
ERDOĞAN’IN SİSTEMLE ÇELİŞMESİ
Özal bu başarıyı, sistemle sorunu olmadığını göstererek sağladı.
Aynı başarıyı Erdoğan’ın yeterince sağladığını kaç kişi söyleyebilir?
Bunda Erdoğan’ın iki tutumunun rol oynadığı ileri sürülebilir.
Birincisi, geri adım atmakla sonuçlanan bazı girişimlere verdiği destek.
İkincisi, dış politikayı, ‘İçeride bize karşı olan kesimleri, ABD ve Avrupa Birliği’nden alacağımız destekle yumuşatabiliriz’ anlayışına dayandırdığı izlenimi yaratması.
Bu anlayış AKP’yi bugüne getirdi; ama ilerisi pek berrak değil.
Oysa, içerde yaratılacak karşılıklı güvenin ardından dışarıya yönelmek, AKP’yi daha uzun soluklu bir başarıya götürebilirdi.
Tabii ki AKP yaptıklarının sonucunu sandıkta bulacak.
Ancak bugün, AKP’nin tek başına yeniden iktidar olacağını söyleyenlerin sayısının azalmakta olduğu da bir gerçek.