Vehib Paşa bilinmeden ne Susurluk ne Ergenekon anlaşılabilir

Bugün medyanın gündeminde hem Susurluk hem de Ergenekon soruşturması nedeniyle emekli General Veli Paşa var. Dün ise gazetelerin manşetinde Vehib Paşa vardı. Vehib Paşa kimdi? Bir emekli generalin gözaltına alınması ya da tutuklanması üzerine büyük komplo teorileri inşa edip TSK’ya saldıranların, Vehib Paşa’yı iyi tanımaları gerekiyor. Aksi takdirde "kumdan kale" inşa ettiklerinin farkında olamazlar.

Haberin Devamı

TARİH, 1 Ekim 1935.Cumhuriyet Gazetesi’nin manşeti:"Vehib Paşa, Habeşistan (Etiyopya) Başkumandanı mı oldu?"Benzer haberleri sadece Türkiye’deki gazeteler yazmadı. Zaten bizde çıkan haberler, İngiliz ve Fransız gazetelerinin tercümesiydi.

İtalya-Habeşistan Savaşı boyunca Vehib Paşa’nın kahramanlıkları gazetelerde yer almayı sürdürdü.

Kazım Karabekir, M. Niyazi Erenbilge, Ahmet Naim Çıladır bu savaşla ilgili kitaplar yazdılar. Mareşal Badogluo’nun hatıraları tercüme edildi.

Müslümanların İtalyanlara karşı direnişleri Türkiye’de hep ilgiyle takip edildi./images/100/0x0/55eb07cdf018fbb8f8a678fa

Bazı gazeteler savaşla ilgili ekler bile çıkardı.

Pastaneler geri durmadı; yeni yapmaya başladıkları pastaya Habeşistan’ın başkenti "Addis Ababa" adını verdiler.

Ancak Habeşistan İmparatoru Haile Selase ve ardından komutanı Ras Nassibu, 9 Mayıs 1936’da ülkeyi terk edince Vehib Paşa’dan haberler kesildi.

Bu arada ilginç bir olay ortaya çıktı:

Vehib Paşa’yı Habeşistan’a İngilizler göndermişti!

Müslüman askerlerin Hıristiyan İtalyanlara karşı zorlu mücadelesinin büyük komutanı, İngilizlerin adamı çıkmıştı!

9 Temmuz’da devletin resmi yayın organı "Ayın Tarihi" bir açıklama yapmak zorunda kaldı:

"Vehib Paşa, İstiklal Mücadelesi’nin başlangıcından beri Türkiye’den çıkmış ve bin bir maceraya girmiş bir adamdır. Memleketinden başka her emele hizmet edecek bir yaradılıştadır ve Türk vatandaşlığından birçok seneler evvel ıskat edilmiştir."

Bitmedi...

Habeşistan bozgunundan sonra Vehib Paşa, İspanya’nın faşist lideri Franko’nun emri altına girdi. Cumhuriyetçilere karşı yapılan iç savaşta Frankist kuvvetlerinin belkemiği olan Müslüman Faslı birliklerin başına geçmek istiyordu. Amacına ulaştı mı burası muğlak.

Vehib Paşa, 60 yaşına gelmişti ve hálá savaşmak istiyordu.

Peki, kimdi bu maceracı Vehib Paşa?

Kázım Taşkent’in amcasıydı

Ailesi aslen Taşkentliydi.

Sonra Yanya’ya göç etmişlerdi.

Babası Mehmed Emin Efendi, Yanya Belediye Reisi’ydi.

Üç erkek kardeştiler:

1) Esat (Bülkat) Paşa, Harp Akademisi’ni birincilikle bitirdi; Harp Okulu’nda öğretmenlik yaptı; matematik ve geometri kitapları yazdı; Balkan savaşlarında, Birinci Dünya Savaşı’nda çeşitli cephelerde bulundu; 1919’da emekli oldu ve sonra kısa bir süre Bahriye Nazırlığı yaptı. Cumhuriyet Türkiyesi’nde sadece Türk-Yunan mübadelesi komisyonunda görev aldı.

2) Ortanca çocuk Nakiyeddin Efendi ömrü boyunca memurluk yaptı; sorgu yargıçlığından emekli oldu. Oğlu Kázım Taşkent, Yapı Kredi Bankası’nın kurucusuydu. Kázım Taşkent ilköğrenimini amcası Esat Paşa’nın yanında İstanbul’da yaptı.

3) Ve Vehib (Kaçi) Paşa...

1877 Yanya doğumluydu.

1897’de Harp Okulu’ndan mezun oldu. 1900’de erkánıharp (kurmay) diplomasını birincilikle aldı.

Genç subayların tümü gibi o da İttihatçı oldu. 23 Temmuz 1908’de Manastır’da Kışla Meydanı’ndaki top arabasının üzerine çıkarak "Temmuz Devrimi"ni herkese duyurdu.

Yeni görev yeri Erzurum 4’üncü Ordu oldu.

Ardından, Pangaltı Harbiyesi Komutanlığı’na atandı. Kurmay Binbaşı’ydı ama liva (tuğgeneral) yetkilerine sahipti. Üç yıl görev yaptı ama başarısız oldu. Güler yüzlüydü, herkesin sevgisini kazanmıştı ama disiplinsizdi.

1912 yılı Vehib ve Esat kardeşler için ilginç bir sene oldu. İki kardeş, doğum yerleri olan Yanya Komutanlığı emrine atandılar.

Balkan Savaşı’nda Yanya’yı Kolordu Komutanı Esat Paşa ve Müstahkem Mevki Komutanı Kaymakam Vehib Bey savundu.

İki kardeş, 482 yıldır Türk hákimiyetinde olan şehri Yunanlılara teslim etmek zorunda kaldılar. Esir alındılar. Barış görüşmelerinin ardından 9 ay sonra yurda döndüler.

Mustafa Kemal darbeci!

Vehib Bey miralay (albay) yapıldı ve Hicaz’daki Tümen Komutanlığı’na atandı. Osmanlı’ya muhalif olan Mekke Emiri Şerif Hüseyin’i hemen tutuklamak istediyse de Babıáli buna izin vermedi. Aksine Şerif Hüseyin’le çatışmaya girdiği için Vehib Bey, tümeniyle birlikte Hicaz’dan çıkarılıp Kanal Seferi yapacak 4. Ordu’nun emrine verildi. Daha görev yerine gidemeden Çanakkale’ye gönderildi. Seddülbahir’de grup komutanı oldu. Ağabeyi Esat Paşa da aynı orduda kolordu komutanıydı.

Vehib Bey savaş döneminde mirliva (tuğgeneral) yapıldı ve Kafkasya’daki 3. Ordu Komutanlığı’na getirildi. Yaptığı taarruzlar sonuç getirmediği gibi Rusların Doğu Anadolu’yu işgaline neden oldu.

Fevriydi. Kendini devletin üstünde görmeye başlamıştı.

Buna rağmen Enver Paşa ona hep hoşgörüyle yaklaştı.

Enver Paşa göz yumdukça o da o kadar başına buyruk davrandı.

Üstelik geçimsizdi, kıskançtı. Örneğin, 2. Ordu Komutanı Mustafa Kemal’i hiç sevmiyordu. Mustafa Kemal ve bazı yüksek rütbeli subayların, orduların yanlış idare edildiğini iddia ederek İstanbul’a gelip hükümeti devirecekleri dedikodularını yaydı. Gerçekte böyle bir durum yoktu; olay komploydu.

Evet, Mustafa Kemal savaşın kaybedilmekte olduğunu arkadaşlarına söylemişti. Ama o kadardı; İstanbul’a gidip hükümeti devirmeyi düşünmemişti.

Savaş döneminde Vehib Paşa’nın bu komplosuyla kimse uğraşacak durumda değildi.

Zavallı Vehib Paşa yanlış dönemde hayata gelmişti! Bugün olsa el üstünde tutulurdu.

’Hacı Süleyman’ adıyla İtalya’da

Savaşın sonuna doğru Vehib Paşa, yeni kurulan Şark Orduları Grup Komutanlığı’na getirildi. Geçimsizliği sonucu bu görevinden de istifa etti. 1. Ordu Komutanlığı’na atandı.

Savaş sonunda yapılan Mondros Mütarekesi’nin ardından tutuklanıp Bekirağa Bölüğü’ne konuldu.

Burada sıkı durun:

Komutanlar genellikle savaş suçlusu, Ermeni tehciri gibi nedenlerle tutuklanırken, Vehib Paşa neden cezaevine konuldu biliyor musunuz? Kişisel çıkarları için görevini kötüye kullanmaktan. Batum’da petrol yolsuzluğu yapmıştı.

Divan-ı Harp’te 4 ay hapis cezası aldı. Ancak cezaevine girmedi; çünkü Bekirağa Bölüğü’nden kaçmıştı.

İstanbul’da "Hacı Süleyman" adına temin ettiği İtalyan pasaportuyla Roma yakınındaki bir köye yerleşti.

Artık sıkı bir İttihatçı düşmanıydı. Dün İttihatçıların ön safında yürüyen Vehib Paşa, şimdi eski hareketine düşman olmuştu. Her şeyin sebebi İttihatçılardı!

Kurtuluş Savaşı’na da karşı çıktı.

Mustafa Kemal’e karşı küçültücü, hatta hakaretlere varan sözler sarf etti.

Yakup Şevki Paşa’ya 14 Eylül 1921’de gönderdiği mektupta şöyle yazdı:

"Hatırlıyor musun? Ben felaketlerin karib-ül vuku olduğunu (gerçekleşeceğini) anlatmış ve her şey olmak isteyen ve fakat hiçbir şey olamayan Mustafa Kemal’in memleketi mahvedeceğini söylemiştim. Bekir Sami Bey’in hazırladığı İtilaf esaslarını kabulünden sonra mevkisiz kalacağını anlayan bu adam bütün dünyaya meydan okudu. Memleketi batırırken kendisinin batacağını anlamadı."

Vehib Paşa
milli mücadeleye katılmayı da reddetti.

Ona göre "kurtuluşun" reçetesi, emperyal bir gücün kanatları altına girmekti!

Bu nedenle Roma’da kendisi gibi ülkesinin insanlarına inanmayan Osmanlı’nın bazı eski nazırlarıyla toplantılar yaptı. Büyük güçlerden medet uman bu toplantılardan hiçbir sonuç çıkmadı.

Sonunda Vehib Paşa, İngilizlerin "devşirmesiyle" profesyonel asker oluverdi!

Habeşistan biliniyor; İspanya İç Savaşı’nda ne kadar süre savaştı bilinmiyor.

Yurtdışındaki hayatının bilinmeyenleri çoktur.

Bilinen, 1940 yılında İstanbul’a geldi. Pişmandı. Yorgundu. Hastaydı.

Kısa süre sonra vefat etti...

Neden Vehib Paşa’yı yazdım

Son dönemde emekli generallerin gözaltına alınmasının ya da tutuklanmasının ardından medyada "divan-ı harp mahkemeleri" kuruldu. Neler söylendi, neler yazıldı ve ne komplo teorileri üretildi.

Bunlar hep bir ya da iki subaydan yola çıkılarak yapıldı.

Bakınız...

Dün olduğu gibi bugün de bazı subaylar fevri davranıp kendilerini devletin, hukukun üstünde görmüştür.

Kanunsuz işlemler yaptırmış ya da yapılmasına göz yummuştur.

Evet, Vehib Paşa örneğinde olduğu gibi, ele avuca sığmayan, mesleğini kişisel çıkarları/maddi zenginliği için kullanan subaylar tarihin her döneminde olmuştur, olacaktır da.

Bunların mutlaka cezalandırılmaları gerekir.

Ancak...

Vehib Paşa gibi bir askerin yaptıklarından yola çıkılıp Türk Silahlı Kuvvetleri karalanmaya kalkışılırsa, bu ülkeye yazık edilir. Toplumsal uzlaşmanın temeline dinamit konur.

Ve mesele bulandırılır.

O zaman ne Susurluk ne de Ergenekon çözülebilir.

Ama birilerinin amacı "çözmek" değil "sivil darbe" yapmak ise o zaman doğru yolda gittiklerini söyleyebilirim.

Miralay Reşad Bey

YANYA savunması sırasında Vehib Paşa’nın yardımcısı Reşad Bey idi.

Günlerce süren savunmaları sonucu Yanya’yı teslim ederken Reşad Bey ağır yaralıydı. 33 yaşındaydı. İstanbulluydu.

İyileşince hemen cepheye koştu.

17. Alay Komutanlığı görevindeyken Muş’un Rus işgalinden kurtarılmasında önemli rol oynadı. Bu cesur atılımıyla Kolordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa’nın takdirini aldı ve taltif edildi.

Ardından 53. Tümen Komutanlığı’na getirilerek Suriye cephesinde görevlendirildi. Buradaki muharebelerde ön cephede savaşırken 1918’de İngilizlere esir düştü.

Reşad Bey ağır geçen esaret günlerinden kurtulur kurtulmaz 1919’da milli mücadeleye katıldı.

Hayatı savaşarak geçmişti. Harp Okulu’ndan çıkalı 27 yıl olmuştu ve ancak iki kez gidebilmişti evine, doğduğu İstanbul’una.

Bu kez boyunduruk altındaki ülkesinin bağımsızlığı için savaşmaya gidiyordu.

Mustafa Kemal tarafından hemen 11. Kafkas Tümeni Komutanlığı’na getirildi.

Kurtuluş Savaşı’nda İnönü ve Sakarya muharebelerine iştirak etti. Olağanüstü başarı göstererek 57. Tümen Komutanlığı görevine atandı.

Bu görev yeri Büyük Taarruz’un ve dolayısıyla ülkenin kaderini etkileyecek en kritik mevkii idi.

Büyük gizlilik içinde yürütülen son hazırlıklar bitmiş, 26 Ağustos, yani Büyük Taarruz günü gelmişti. Şimdi beklenen taarruz saati idi.

Miralay Reşad Bey’in 57. Tümeni’ne, Çiyiltepe, Kızıltaş, Kızlaryaylası adlı birbirinden sarp ve yüksek üç tepe düşmüştü. Bu tepeleri alacak ve Mehmetçiğin Akdeniz’e ulaşacak en önemli engellerini ortadan kaldıracaktı.

Ama kolay değildi.

Bu tepeler önceden düşman tarafından ağır silahlarla donatılmıştı. İngiliz kurmay subaylarına göre bu tepelerin aşılması imkánsızdı.

Ve sabaha karşı Mehmetçik "Allah Allah" sesleriyle taarruza başladı.

Topçular bütün ateşi bir tepeye yöneltmişti. Diğer iki tepe pek ateş almıyordu. Piyadeler birinci tepeyi hemen zaptetti.

Fakat topçu ateşi almayan tepeler dayanıyordu. Üstelik topçuya mermi yetiştirmek güç şartlarda zorlukla başarılıyordu.

Cephe Komutanlığı’ndan yazılı telefon alındı:

"57. Tümen Komutanı Miralay Reşad Bey’e; umumi vaziyete tesir ediyorsunuz, harekátınızın yavaşlığı bütün harekátı geciktirmektedir."

Başkomutan Mustafa Kemal, I. Dünya Savaşı’ndan beri tanıdığı ve hep güvendiği Miralay Reşad Bey’in iki tepeyi alacağına inanıyordu. Ancak zaman azalıyordu. Tepelerin alınması gecikiyordu. Topların tepelere ulaşamaması düşmana dayanma gücü veriyordu.

Reşad Bey kıtalarının önünde hücuma kalkıyor, ilerliyordu. Ama tepeleri ele geçiremiyordu.

Kafası hep telefon yazısında idi; evet, Başkomutan haklıydı. Emir Subayı Refik Selimoğlu ile Başkomutan’a haber yolladı; yarım saate kadar emri yerine getirilecekti. Sözü sözdü.

Tepelerde dayanan 7. Yunan Tümeni’ne haddi bildirilecekti.

Ardı ardına hücumlar yaptı...

Yarım saat geçti...

İki tepe alınamadı...

Miralay Reşad Bey şerefli bir askerdi. "Verdiğim sözü yerine getiremediğim için yaşayamam" diyerek beylik tabancasıyla intihar etti.

Ardından bir veda yazısı bıraktı:

"Verdiğim sözü tutamadığımdan dolayı artık yaşayamazdım."

Miralay Reşad Bey’in ölümünden kısa bir süre sonra Mehmetçik tüm engelleri aştı; artık ilk hedefi Akdeniz’di.

Reşad Bey, Türk askerinin onuruna ne derece düşkün olduğunun ne ilk örneğiydi, ne de son...

Vatan onun gibi haysiyetli askerlere minnettardır.

Yazarın Tüm Yazıları