VİKİNGLERİN torunları bugün nerede yaşıyor biliyor musunuz?İsveç, Danimarka, Norveç’i kapsayan İskandinav ülkelerinde.Vikingler 800-1050 yılları arasında dünyanın birçok yerine defalarca sefer düzenledi.
Norveçli ve Danimarkalı Vikingler Avrupa ülkelerine; İsveçli Vikingler ise Doğu’ya gitti.
Bu seferler genel olarak saldırı ve yağmalama amacıyla yapıldı.
Ancak Doğu’da yaşayanlar şanslıydı; İsveçli Vikingler daha az talancı ve genellikle ticari amaçlı seferler düzenlediler. Rusya, İstanbul, Karadeniz çevresi, Hazar Denizi kıyıları ve Bağdat’a kadar gittiler. Bu bölgelerden daha ziyade baharat, süs eşyası, camdan yapılmış eşyalar, gümüş sikkeler ve şarap alıp ülkelerine götürdüler.
Bu konuda İsveççe’de zengin bir kaynakça vardı. Araştırmacı
Rohat Alakom "Bin Yıl Boyunca İsveç-Kürt İlişkileri" adlı çalışmasında; İsveç misyonerlerinin Kürtlerin yaşayış bakımından Vikinglere benzediğini örnekler vererek anlatan yazılarına yer verdi. İsveç’teki kazılarda ortaya çıkarılan 100’ü aşkın Kürtçe yazılı sikkeden örnekler gösterdi.
Kürtçe sikkelerin büyük bir bölümü İsveç’in bir dönem ticaret merkezlerinden Gotland Adası’nda bulunmuştu.
Malazgirt Savaşı Vikingler ile Kürtlerin ilk karşılaşmalarının, Vikinglerin Hazar Denizi kıyısında Azerbaycan bölgesindeki Berda’ya 943 yılında gerçekleştirdikleri sefer sırasında olduğu tahmin ediliyor.
Buradaki Kürtler
"Şaddadiler" adında bir beylik etrafında toplanmıştı. Bölgedeki nehrin adı
"Kürd Elem Suyu" idi. Şehrin kapılarından birinin ismi ise
"Kürt Kapısı" idi.
Vikingler ile Kürtler arasında savaşla başlayan bu ilişki zamanla ticarete dönüşmüştü.
Vikingler ile Kürtler ikinci kez, 1000 yılında Diyarbakır ve Malazgirt bölgesinde bir araya gelmişti. Ticari ilişkileri burada da devam etmişti.
Üçüncü karşılaşma bir savaş nedeniyle oldu.
1071’deki Malazgirt Savaşı’nda Bizanslı
Romen Diyojen’in
askerleri arasında Vikingler de vardı. Bazı Vikingler, Bizans İmparatorluğu muhafız alayında paralı askerlik yapıyordu.
Savaşta Vikingler ile Müslüman Kürtler karşı cephedeydiler. 10 bin Kürt, Selçuklu Beyi
Alparslan’ın yanındaydı.
Bu savaşta ölen Vikingler için memleketlerine dikilen taşlar üzerinde,
"O Yunanistan’da öldü" yazılıydı ve bu taşlar da arkeolojik kazılarda ortaya çıktı.
Vikingler ile Kürtlerin ilişkileri konusunda çalışmalar yapan isimler arasında önemli araştırmacılar vardı:
R. Nordenstreng, T.J. Arne, Mats G. Larsson ve
Holger Arbman gibi...
Bu bilgileri okuyunca insan ister istemez düşünüyor:
Bu Vikingler aynı bizim Kürtler gibi sarışın, renkli gözlü; akrabalık ilişkileri de olabilir mi?
Dünyada hálá tartışma konusu değil midir,
"Rusların ataları Viking’dir" diye.
Bir de yurtdışına giden bizim Kürtleri en çok İsveç, Norveç gibi İskandinav ülkeleri kabul ediyor; kan mı çekiyor acaba?
Şaka şaka...
Gelelim ciddi bir meseleye.
Cemil Çiçek’i de anlamak lazım 20’nci yüzyıl başında İstanbul’da herhangi birini çevirip şunu söyleseydiniz:
"Birkaç yıl sonra Selanik, Üsküp, Bağdat, Mekke-Medine, Şam’ı kaybedeceksiniz."İnanmaz ve size gülerlerdi.
Oysa koskoca Osmanlı İmparatorluğu birkaç yıl içinde yok olup gitti.
Böylesine bir yok oluş; toplumlar-bireyler üzerinde travma yaratmaz mı?
Popülizmin etkin olduğu toplumlarda siyaset hep
"açık yakalamak" ya da
"esip gürlemek" gibi kaba yüzeyselliklerle yapılıyor.
DTP’yle ilgili Bakan
Cemil Çiçek’in sarf ettiği sözler kuşkusuz yakışıksız. Ama, diğer yanda sarf ettiği bu sözler nedeniyle Bakan
Çiçek’in de hemen
"darağacına çekilmesi" haksızlık değil mi?
Bakınız...
Türkiye’de bazı çevrelerin Kıbrıs, AB, Kürt vb. meseleler konusunda hassas oldukları biliniyor.
Bu çevrelerin Kıbrıs deyince akıllarına diploması masasında kaybettiğimiz Girit geliyor.
AB deyince Osmanlı döneminde Balkanlar’da jandarma görevini üstlenip ayrılıkçı çetelere yardım yapan İngiliz, Fransız, İtalyan askerler geliyor!
Kürt reformu deyince, günün birinde isyan edip
"büyük evden" kopup giden Sırp, Bulgar, Rum, Ermeni, Arnavut, Araplar geliyor.
Bu büyük bir travmadır.
Toplumsal yaşamdaki bu travmadan bireylerin etkilenmemesi söz konusu değildir.
Bu korkunun üzerine bağırıp çağırarak gidemezsiniz.
Tıpkı Kürtlerin üzerine gidemeyeceğiniz gibi.
Bu psikolojik vakanın
"tedavisi" şarttır.
Bir büyük imparatorluk kaybetmiş toplumların kendilerine, başkalarına güvenmeleri için biraz zamana ve ikna edilmeye ihtiyaçları vardır.
Bu nedenle...
Sorunları bağırıp çağırmadan, kimseleri korkutmadan-öldürmeden çözmek gerekiyor.
20’nci yüzyıl başında toplumsal barışı bir türlü sağlayamadık. Koskoca imparatorluğu yok ettik.
21’inci yüzyıl başında benzerini yaparak Türkiye’nin bölünmesine neden olmayalım.
Dün uluslararası sermayeye ve büyük devletlere yanaşarak, onların himayelerinde sorunlarımızı çözeceğimizi sandık. Yanıldık. Paramparça olduk.
Bugün ne yapıyoruz; kendi Kürt’ümüzü dışlayarak;
Barzani-Talabani ve onların hamileriyle masaya oturup çözüm bulmaya çalışıyoruz. Ne acı!
Bu gidişle...
İstanbullu birine yaklaşıp şu sözleri söyleseniz:
"Birkaç yıl içinde Diyarbakır, Van, Iğdır elinizden kopup gidecek."Ne yapar? Tabii ki güler geçer!
Tıpkı 100 yıl önce hemşerisinin güldüğü gibi.
Bir seçimi doğru okuma kılavuzuBİZİM medyada yerleşmiş bir efsane var:
"İzmir iktidarı değil muhalefeti destekler!"İddiayı ortaya atanlar hemen
Ali Fethi Okyar liderliğindeki Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın 1930 yerel seçim başarısını örnek gösterirler.
Bu arada...
Mustafa Kemal düşmanları da, SCF’nin estirdiği bu siyasal rüzgárı olağanüstü göstermek için ellerinden geleni yaparlar.
Peki öyle mi?
Mustafa Kemal’in isteğiyle eski başbakanlardan
Ali Fethi Okyar’a 12 Ağustos 1930’da Serbest Cumhuriyet Fırkası kurduruldu.
Kuruluşun hemen ardından SCF kurucuları, 1 Ekim’de yapılacak yerel seçimin propagandasını yapmak için Ege’ye gittiler.
7 Eylül 1930 günü İzmir’de binlerce insanın katıldığı miting yaptılar. Bu arada olaylar çıktı, bir çocuk öldü.
SCF heyeti engellere rağmen
Mustafa Kemal’in desteğiyle Batı Anadolu’da mitinglerine devam ettiler. Bu arada gittikleri Aydın’ın SCF İl Başkanı kimdi dersiniz;
Adnan Menderes!Sonuçta seçimler 1 Ekim’de başladı; 19 Ekim’de bitti.
İzmir’in oy dağılımı şöyleydi:
Kullanılan oy: 25.702
Cumhuriyet Halk Fırkası: 14.624
Serbest Cumhuriyet Fırkası: 9.960
Bağımsızlar: 20
İptal edilen oylar: 1.090
Bu arada İzmir’in 73 bin seçmeni vardı! Ne kadarının çöpe gittiği bilinmiyor.
Ali Fethi Bey, iddia edilen usulsüzlüklerle ilgili olarak TBMM’nin 6 Kasım 1930 tarihli birleşiminde bir önerge verdi. Tartışmalar yaşandı. SCF kendini feshetti.
Bugün, liberaller ve dinciler 1930’da SCF olayını büyüterek Kemalist Cumhuriyet’e saldırıyor.
Hep yazıyorum;
"ayağı aksak" bir tarih okumasıyla karşı karşıyayız.
Hatanın temel nedeni,
"iktisat olgusunun" sürekli göz ardı edilmesidir.
Bakınız...
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünyada eski güzel günlere dönme çabaları hızlandı. Tarımsal üretimlere ihtiyaç arttı.
Dünyada ve -tarım ülkesi- Türkiye’de tüm ekonomik göstergeler 1929 dünya krizine kadar iyi gitti. Büyük buhranda tarımsal ürünlerin fiyatlarında büyük düşüşler yaşandı.
Dünyanın bu büyük ekonomik krizi, Türkiye’nin sahil şeridini ve Trakya’yı çok kötü vurdu. Artan borçlar, hacizler, piyasanın durgunluğu toplumsal hayatta büyük bir hoşnutsuzluk ortaya çıkardı.
Mustafa Kemal’in güvenilir bir muhalefet amacıyla SCF’yi kurdurması ve bu fırkanın/partinin kıyı şeridinde oy patlaması yapması (Örn. Samsun’u kazanması) bu ekonomik krizin (dış etkinin) sonucuydu.
Birazdan da göreceğiniz gibi; Türkiye ekonomisinin büyüme hızı ne zaman düşse bir ticaret merkezi olan İzmir’de oylar parti değiştiriyor.
Örneğin, yeniden inşa döneminde (1924-1929) Türkiye’nin büyüme hızı 8.6 idi.
Dünya ekonomik kriziyle bu hız (1930-1939) 5.8’e düştü. SCF’nin başarısını bu olgularda aramak gerekiyor.
Devam edelim...
1939’da savaş çıktı. Türkiye’nin büyüme hızı eksi (-) 6.0’ya kadar indi.
Bunun sonucunda kim iktidar oldu: Demokrat Parti.
DP’nin ilk döneminde, dünyadaki olumlu ekonomik gelişmeye paralel olarak büyüme hızı 10.2 gibi rekor bir seviyeye ulaştı.
Demokrat Parti döneminde İzmir’in belediye başkanları bu partidendi.
1950’lerin ikinci yarısından sonra büyüme hızı 4.4’e kadar düştü.
İzmirlinin desteği azalsa da belediye başkanlığı el değiştirmedi.
Gelelim 1960’lı yıllara...
Adalet Partisi döneminde -içe dönük dışa bağımlı Türkiye ekonomisinin- büyüme hızı tekrar yükseldi: 6.5.
İzmirli seçmen bu dönemde AP’ye oy verdi.
Osman Kibar 1963-73 yılları arasında İzmir belediye başkanlığı yaptı.
1963’te 52.9 ve 1968’de 56.3 oy yüzdesiyle iki kez başkanlık yaptı. Aldığı oylar AP’nin Türkiye ortalamasının üstündeydi!
1970’lerin başında dünyadaki petrol krizi dışa bağlı Türkiye ekonomisini derinden etkiledi. Bu gelişme İzmirli seçmenin parti değiştirmesine neden oldu.
CHP’li
İhsan Alyanak 1973 seçiminde yüze 44.0 ve 1977 seçiminde yüzde 52.7 oy alarak İzmir belediye başkanı oldu. Aldığı oylar CHP’nin Türkiye ortalamasının 10-12 puan üzerindeydi.
1970’li yıllarda İzmir’in muhalefete oy verdiği söylenemez; çünkü CHP üç kez hükümet oldu.
12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra iktidar olan neo liberal
Turgut Özal’ın politikaları İzmir’de o kadar benimsendi ki, bir muhafazakár aday ilk kez İzmir belediye başkanı seçildi:
Burhan Özfatura!Aldığı oy yüzde 50’ye yakındı: 48.01.
80’li yılların sonunda ortaya çıkan ekonomik durgunluk ve dolayısıyla büyümenin 4.9’dan 3.3’e düşmesi Türkiye’de olduğu gibi İzmir’de de etkili oldu. 1989 yerel seçiminde SHP’li
Yüksel Çakmur yüzde 52 ile İzmir belediye başkanı oldu.
90’lı yılların ilk yarısında
Tansu Çiller’in estirdiği liberal rüzgárlar, 1994 seçimlerini -bu kez DYP’den aday olan- muhafazakár
Burhan Özfatura’ya
yine kazandırdı.
DSP iktidarında ise İzmir’in başında
Ahmet Piriştina vardı.
Ahmet Piriştina’nın kişisel başarısı 2004 yerel seçiminde tekrar seçilmesine neden oldu.
Yani, istisnalar olsa da bilinenin aksine İzmir muhalefete oy vermiyor.
Başta İzmir olmak üzere Ege bölgesindeki seçmenin hangi partiye oy vereceğini belirleyen en önemli etken: Ekonomi!
Kuşkusuz...
2009 yerel seçiminde hayat tarzına müdahale korkusu, şehit cenazeleri, politik söylemlerdeki hırçınlık-kabalık gibi etkenler de rol oynamıştır.
Ancak İzmir’in yerel seçim tarihine bakıldığında asıl belirleyici olanın hep ekonomi olduğu görülüyor!..
1930’da da böyleydi, 2009’da da...
Cavid Bey’in mi, Musa Bey’in mi?ELIOT Grinnell Mears, "Modern Türkiye" adlı çalışmasında şöyle yazıyor:
"Yabancı sermayenin etki alanının Osmanlı Devleti’nden daha geniş olduğu bağımsız bir devlet herhalde yoktur. Bu durum, sadece ekonomik girişimleri ilgilendirmekle kalmaz, devletin politik ve toplumsal hayatının tümünü etkiler. Siyasi denetim sağlamanın en güvenceli ve en basit yöntemlerinden biri, sermaye kaynakları üzerinde egemenlik sağlamaktır."
Bu yorumunu ne zaman yazıyor: 1924’te.
Dönelim bugüne...
2009 seçim sonuçlarını kuşkusuz her parti kendi kurmay heyetiyle analiz edecektir.
CHP Lideri
Deniz Baykal seçimden sonra düzenlediği basın toplantısında yeni politik açılımlar yapacaklarını söyledi.
Bu açıklama önemli.
CHP son yıllarda -medyadaki neo-liberallerin de etkisiyle- ekonomik politikalar konusunda
"çekingen" durdu.
"Çekingenlik" kafa karışıklığından da kaynaklanıyor olabilir.
Ama artık dünya ekonomisinin geldiği bu noktada suskunluğa yer yok.
Bu nedenle sormak durumundayız:
CHP’nin ekonomik açılımları hangi iktisadi çizgiyi takip edecek?
Neo-liberallerin son dönemlerinde ağızlarından düşürmedikleri
"Ulus devletler sona erdi" sözünü görüldüğü gibi hayat yok etti; dünyanın gelişmiş ülkeleri kendi ekonomilerini kurtarma telaşındalar. Neo-liberal politikaları artık kimse ağzına almıyor.
O halde CHP...
Sakızlı
Ohannes Paşaların,
M.Cavid Beylerin, ekonomiye devlet müdahalesine karşı çıkan içte ve dışta liberal iktisat politikalarını mı takip edecek?..
Yoksa
Ahmet Mithat’ların,
Yusuf Akçura’ların,
Musa Akyiğitzade’lerin korumacı milli iktisat yolunu mu takip edecek?
Yani; kayıtsız şartsız yabancı sermayeye mi boyun eğecek, yoksa yerli üreticinin mi yanında duracak?
CHP artık
"utangaçlığı" üzerinden atmalıdır. Net olmalıdır.
Neo-liberal politikaların Türkiye’yi nereye sürüklediğini kamuoyuna çıkıp cesurca anlatmalıdır. 1970’lerde olduğu gibi topluma yeni bir umut aşılamalıdır.
Bunu yapacak nitelikli bir kadroya ve tecrübeye sahiptir.
Tek yapması gereken
"utangaçlığına" son vermesidir.