Paylaş
Tepkiler artınca yanlış anlaşıldığını ifade edip özürler diledi.
Ama kimi çevreler bir türlü tatmin olmadı.
Garip bir “linç” kültürü ile holdingin ürünlerine yönelik top yekün boykot çağrıları örgütlemeye çalıştılar.
Hani, demokratik tepki herkesin anasının ak sütü kadar helaldir.
Ama hedef, tüm Yaşar çalışanlarını ve İzmir ekonomisini tehdit eder boyutu gelince işin tadı kaçıyor.
İşte, tam bu aşamada sivil toplumculuğun duayen ismi Uğur Yüce, “Kentimiz İzmir Derneği” adına düşüncelerimize tercüman olan bir mesaj yayınladı.
Sayın Yüce’ye aynen iştirak ediyoruz. Hatta, kişilerin siyasi tercihlerini açıklamalarına neden bu kadar sert tepki verildiğini de anlamakta zorluk çektiğimizi ifade etmek istiyoruz.
Neticede İzmir’in yüzde 34’ünün de “Evet” oyu verdiğini unutmayalım.
Bu esasa göre ürün kullanmaya kalksak her biri yüzbinlere ulaşan “beyaz” ve “kahverengi” iki liste yapmamız gerekir ki, düşüncesi bile komik.
Aşağıda Uğur Yüce’nin açıklaması yer alıyor...
“Selim Yaşar’ı sevebilir veya kendisinden nefret edebilirsiniz. Bu herkesin kendi bileceği şey. Ama Yaşar Grubu demek, asla Selim Bey demek değildir.
Orada hala hayatta olan Selçuk Bey var, orada Sevgili Feyhan, İdil, Ahmet, Mehmet ve binlerce çalışan var. Oradan ekmek yiyen direkt ve endirekt onbinlerce insan var. O grup İzmir’imizin başta istihdam olmak üzere medarı iftiharıdır. O grup Pınar adı ile İzmir’imizin uluslararası nadir markalarından birisidir.
O grup bu kentin batırılacak değil, gurur ile sahip çıkıp korunacak bir değerdir.
Kentimiz İzmir Derneği’nin temel görevi bu kentin değerlerine sahip çıkmak ve onları korumaktır.
Bu yanlıştan en kısa zamanda dönülmesi ve gruba bilakis sahip çıkılmasını sizlerden özellikle rica ediyoruz.
Selim Bey’le olan görüş ayrılığımızı dile getirmenin ve/veya öfkemizi hafifletmenin yolu boykot olamaz.
Daha akılcı ve ferdi yolları kullanalım. Selim Bey ile bundan böyle istersek ahbaplık etmeyelim. Kendisi ile asla aynı fikirde olmadığımızı istersek haykıralım, ama Yaşar Grubu’nu yıpratmayalım.”
Bu arada gazeteci Feyzi Hepşenkal da ilginç bir saptama yaptı...
“Toplumun yarısı öyle baskılandı ki, bardak taştı. Biriken öfkenin patlayacağı yere de Selim Yaşar talip oldu.”
Neticede Yaşar Grubu’nun halka açık bir şirketleriyle binlerce küçük yatırımcısının olduğunu, Pınar ürünlerinin binlerce tedarikçisi, bayisi ve satıcısının bulunduğunu, sadece Yaşar Grubu çalışanlarının 8 bin 500 kişi olduğunu gözden uzak tutmadan, Selim Bey’e tepkileniyoruz diye pek çok masum insanı cezalandırma yoluna gitmemeliyiz.
Sevgili İzmirlileri sağduyularını kullanarak düşünmeye davet ediyoruz.
-----
Bozuk saatler keyifli
AK Parti iktidarının ilk 5-6 yılı hakikaten çok farklıydı.
2000’li yılların başlangıcında ülke askeri vesayet yorgunuydu. AK Parti yeni iktidara gelmişti. “Milli görüş” gömleğini çıkardıklarını söylüyorlardı. AB ile ilişkilerde müthiş bir sahiplenme içindeydiler. Komşu ülkelerle “sıfır sorun” politikası diye yeni bir yaklaşıma girmişlerdi. Ermenistan’dan Suriye’ye bahar havası esiyor, ekonomik ilişkiler tetikleniyordu. Yabancı sermaye akımı hareketlenmişti. İçeride Alevi, Çingene çalıştayları düzenleniyor, Kürtlerle 30 yıllık “kanayan yara” barışa doğru evriliyordu. Prof. Ergun Özbudun, harika bir anayasa taslağı hazırlamış, Parlamenter Sistemi evrensel demokratik normlarla örtüştürüyordu. Bu arada, ihracat ve büyüme rakamları rekorlar kırıyordu... Hülasa pozitif bir iklim başta iş dünyası olmak üzere geniş kitleleri sarmıştı.
AK Parti her seçimin “Yenilmez Armada”sı haline gelmişti.
Demokrat kimlikli insanlar memnundu.
Açıkça, “niyet okumaktan” ziyade “beyana itibar etme” yaklaşımıyla hareket ediliyordu.
Bu özeti yapmamızın sebebi, hayata ideolojik gözle bakanların, gelinen son durumu esas alıp “biz dememişmiydik” edasıyla AK Parti’ye vaktiyle tolerans gösterenleri mahcup etme gayretine girmeleri.
Bakınız, hayata karşı siyasi duruş “katı, kaskatı” olmamalı.
O hayat ki, ilave gelen her “veri” ile doğru bildiğimizi yeniden tanımlıyor ve bu sayede bizleri ön yargısız, hoşgörülü, dünyalı ve demokrat kılıyor.
Evrensel demokratik ilkeler açısından bakıldığında ülkemizin “sivil vesayet” tecrübesi yaşadığı açıktır.
Türkiye bugünlere “askeri vesayet” sürecini tasfiye ederek geldi.
Diyeceğimiz, 100 yıllık geçmişimiz, muasır medeniyet seviyesine daha hayli mesafemiz olduğuna işaret ediyor.
Paylaş