Paylaş
Yıllık takribi 800 milyar dolar değer üreten, coğrafi konumu itibarıyla yerkürenin en önemli yerlerinden birinde, 82 milyon genç ve dinamik nüfusuyla her daim potansiyeli yüksek bir memlekete sahibiz.
Dolayısıyla, ülke batıyormuş, çakılıyormuş gibi söylemlere itibar etmek mümkün değildir.
Ancak, bir sıkıntı içinde de olduğumuz vakadır.
Bu sıkıntıyı özvarlığı güçlü bir şirketin gelir-gider dengesini ve nakit akışını bozmasına benzetebiliriz.
Türkiye ekonomisinin öteden beri yapısal problemleri hep vardır.
Nedense siyasi iktidarlar kısa vadeli sonuç üreten ve istihdam artışı sağlayan yatırımlara öncelik vermişlerdir.
Bahse konu politikalar gerektiği ölçüde katma değerli ürünler üretemeyen, yatırımlara kaynaklık edecek tasarrufları oluşturamayan ve büyümek için dış kaynağa muhtaç bir ülke kompozisyonu ortaya çıkartmışlardır.
Gelinen durum itibariyle zaten ekonomimiz üzerinde birikmeye başlamış “kara bulutlara” bir de “pandemi” krizi eklendi.
2020 yılında kamu ve özel sektörün vadesi gelen dış borcu 165 milyar dolar mertebesinde.
Buna mukabil Merkez Bankası’nın net rezervleri son derece sınırlı.
Ekonomi yönetimimiz bir yandan faiz oranlarını aşağı çekmeye çalışırken, diğer yandan sınırlı döviz kaynakları ile “kur”u tutmaya çalışıyor.
BUGÜNLER HİÇ ŞÜPHESİZ GEÇECEK
Pek tabii, literatüre geçmiş kural itibariyle, kambiyo rejimi serbest iken, her iki hedefi aynı anda gerçekleştirebilmek pek mümkün olamıyor.
Hal böyle olunca, ister istemez 1980’lerden beri inşa etmeye çalıştığımız kambiyo rejimi ve paramızın konvertibilitesi zaafa uğruyor.
Bugünkü ekonomik tablo, pandeminin de olumsuz etkisiyle, gerçekçi önlemleri dayatıyor.
Döviz ihtiyacının temin edilebileceği yerler belli...
Uluslararası finans birbirine büyük ölçüde entegredir ve son kapı IMF’ye çıkar.
Vaktiyle siyaseten söylenmiş sözlere ülkeyi mahkum ettirmek doğru değildir.
IMF veya benzeri yapılar bir ülkeyi kredilendirirken, sağladığı imkânların nerede kullanılacağı konusunda söz sahibi olmak isterler.
Bu duruma “hangi hakla” diyemeyecek ölçüde bir “ihtiyaç halimiz” ortadadır.
Ülke risk primimiz 600’ler seviyesine çıktığı bu süreçlerde Merkez Bankası’nın faizleri indirme çabası, hele kur etkisiyle enflasyonun yukarıya doğru baskılanacağı göz önüne alındığında, sürdürülebilir gözükmüyor.
An itibarıyla kreditörlerin eli güçlü ve “kapalı bir ekonomiye” dönülmek istenmiyorsa “esneme” durumundayız.
Neyse, ilk cümlemize dönersek, “bugünler hiç şüphesiz geçecektir.”
Yeter ki, yapılması gerekenleri hayata geçirme kararlılığında olalım, hatalarımızı tekrarlamayalım...
Paylaş