Paylaş
GEZİ Parkı çocukları,
Siz geç kaldınız,
Çok geçmişlere dair tabii ki sizin günahınız yok.
33 kişi vurulurdu sorgusuz sualsiz,
En fazla Ahmet Arif’in şiirlerinden iştirak ederdik zulümlere sessizce.
6-7 Eylüllerde talan yaşanırdı İstanbul sokaklarında. Çaresiz bakardık Yorgo’nun şaşkın gözlerine.
Senaryonun pespayesi uygulanırdı Fadime Şahin’le. Sanki fazla kurcalamak gelmemişti işimize.
Tıpkı, “Çankaya’ya nasıl olur da türbanlı eş çıkar” diye çığlıklanırken, ayrıştırıcı olduğumuzu, incittiğimizi düşünemediğimiz “Cumhuriyet Miting”leri gibi.
Bir tek, belki ilk defa, kalktık ayağa Hrant vurulduğunda.
“Hepimiz Hrant’ız”, “Hepimiz Ermeni’yiz” dedik, anlamak istemeyenlerce eleştirileceğimizi bile bile.
Derken,
Gezi Parkı gençleri...
Sizler bir eylem başlattınız.
Manipülasyondu, değildi, geçtim bunları... Berrak, yumuşak, güleryüzlü, sakin ve kararlıydınız.
Provokatörler, şiddeti hala marifet bilen gruplar bile kirletemedi sizleri.
Verdiğiniz en önemli mesaj, toplumun her kesiminin bir değer olduğu, saygıyı ve sevgiyi hak ettiğiydi.
Adeta, bu ülkeye yakışan barış ve huzur ortamının nasıl temin edileceğine dair bir manifestoydu tutumlarınız.
Ey, yurdumuz insanları,
Bakmayın eylemcilerin hedefe iktidarı koyduklarına.
Hiçbir hafıza AK Parti’nin vesayete karşı mücadelesini unutmadı.
Ne çare, şimdilerde “yalpaladıkları” içindir tüm sitemler.
Daha dün barış sürecini onlar başlatmadılar mı?
Tepkimiz “perhiz-lahana turşusu” deyimini hatırlamaktandır, tutarlılık arayışı, “balkon” sarmalayıcılığına özlemdir.
Bakınız, bu gençler görülüyor ki burada durmayacak.
Belki gün gelecek, yine Taksim’de, oradan hareketle Kızılay’da, Gündoğdu’da ve tüm Türkiye’de,
Yeri geldiğinde, haykıracaklar usul usul, mağdurların sesi, özgürlüklerin nefesi olarak,
Hepimiz Atatürk’üz,
Hepimiz Uludere’yiz
Hepimiz Türban’ız,
Hepimiz Cemevi’yiz,
Hepimiz Kibariye, Hektor, Gazze, LTGB’yiz...
Üçüncü yol refah üretmez
Dünyada rejimler ana hatlarıyla gruplandırıldığında sayıca çok fazla olmadığı anlaşılır.
Bir rejimi tariflerken, üç ana sütundan hangilerine dayandıklarına bakılır.
Bir rejimin kredibilitesi, neticesi itibariyle “refah” üretip üretmediğiyle yakından ilgilidir.
Normal koşullarda halk, şayet bir fanatizmin ağır derece etkisi altında değilse, refah odaklı olmayan rejimlerden memnun değildir.
Üç ana sütundan bahsettik.
Bunlar,
1-Demokrasi sütunu: Bu kavramın karşıtlığı otokrasidir.
2-Liberal ekonomi sütunu: Bu kavramın karşılığı, içe dönük, kısıtlayıcı, tekelci, devletçi ekonomik modellerdir.
3-Seküler din sütunu: Kutsal değerlerin din ve vicdan özgürlüğü kapsamında kabul gördüğü, toplumların mahiyetine göre devlet işleri ile dini kurum ve kuralların belirli bir çerçevede etkileşim içinde olduğu bir anlayıştır. Bu kavramın karşıtlığı katı bir laik anlayış yada dini kuralların açık etkisiyle şekillenen şeri anlayışlardır.
Bugünün dünyasında,
a) “Batı” medeniyetini temsil eden ülkeler, başta ABD olmak üzere söz konusu üç sütuna dayalı bir modeli benimsemişlerdir.
b) Diğer bir model, başta Rusya ve Çin olmak üzere otokratik kapitalist ülkelerin uyguladıklarıdır. Bu modelde demokrasi zayıftır, buna mukabil liberal ekonomi ve din itibariyle bariz bir sıkıntı yoktur. Demokrasi olmadığı için devlet etkindir. Ancak aynı devlet ekonomiyi kapitalist kurallara göre yönetmektedir.
Vaka otokratik kapitalist modelin refahı, emek istismarından doğal kaynak zenginliğine bir takım jokerlerden beslense de sonuç itibariyle bu model ülkelerini zenginleştirmektedir.
Bu arada belirtmek gerekir ki demokrasi sütunundaki aksama ister istemez din sütununda, özellikle İslam coğrafyasında, uç uygulamalara savrulma tehlikesi içerir. Bu, Baasçı veya katı şeriat düzeni şeklinde pratiğe yansımaktadır.
c) Diğer modeller, bugünkü dünya realitesinde demodedir.
Yani, kapalı bir ekonomik yapıyla, demokrasiyi öteleyerek, aşırı laik yada aşırı dinci bir ülke modeli geçmiş yüzyılın ortalarında geçerliliğini ve prestijini kaybetmiştir.
Zira bu yapılar hiçbir şekilde refah üretememektedir.
Bugün bazı ülkelerde hala ulusalcı söylemlerle “tam bağımsızlık” ütopyasıyla, baskıcı ve devletçi modeller alternatif olmaya çalışmaktadır.
Bize göre, bu boş bir iştir. Bunlar “Gezi Parkı’nın” ruhunu anlayamazlar.
Türkiye’de muhafazakar parti 2002 yılında iktidara geldiğinde üç sütuna bağlı bir çerçeve içindeydi.
Ancak zaman içerisinde “demokrasi” sütununa ilişkin şüpheler oluşmaya başladı.
Demokrasiye dair zafiyet, beraberinde Din sütunu da sirayet edebilir.
Nitekim, Mavi Marmara ile ilgili olarak (haklı da olsak) yaşanan Yahudi krizi, Suriye’de muhalefeti Sünni kaygılara desteklediğimiz izlenimi, Türkiye Alevilerine mesafeli duruş, alkol düzenlemeleriyle ilgili takdim hataları, “Dindar nesil istiyoruz” söylemleri, Müslüman Kardeşler örgütü ile çok sıcak ilişkiler...
Hadisenin otokratik kapitalizmle sınırlı kalmayacağı ve “Soft İslam’dan” öteye geçilerek, zaman içerisinde dış dünyada bir yalnızlaşmaya dönüşeceği ve refah odaklı ivmenin bozulacağı tereddütleri bazı zihinlerde oluşmaya başladı.
Gezi Parkı’nı Batı’nın bu denli önemsemesini de, kendi bloklarına dair bir çatlamaya mahal vermemek ve “dış güçlerin parmağı” söylemini bu anlamıyla yabana atmamak gerekir .
Ancak bu bir sebep midir, yoksa AK Parti’nin tutumlarına bir tepki ve sonuç mudur?
Bu konuyu AK Parti’nin de düşünmesi gerekmektedir.
Paylaş