Paylaş
Çok daha ötesinde.
O sebeple, ister istemez “anlam sorgusu” ön plana çıkıyor.
Son birkaç gündür sosyal medyada, sade, yalın, doğayı, kuşları, böcekleri, sevgiyi, saygıyı, hoşgörüyü ifade eden konular paylaşılıyor.
Bizler “mutlulukla” “materyal refahı” birbirine karıştırmış nesilleriz.
Son 300 yıldır, birbirimizi, doğayı, değerleri istismar etme yarışına girdik.
Birileri “yığın üretti”, bizlere “yığın tükettirdiler.”
Adaletsiz dağılmış bir zenginlik yaratıldı.
Ve yaşlı dünyamız 8 milyar nüfusu, bu halleriyle taşıyamaz hale geldi.
“Virüs” esasında “hayırlı bir şok”, suratımıza inen bir “tokat” oldu.
An itibarıyla herkes “şaşkın” ve “potansiyel kaostan” ürküyor.
Bir yandan standartlarını koruma amaçlı tedbirlenmeye çalışıyor, diğer yandan “aç kalma ve güvenlik” endişeleri yaşıyor.
Bazılarımız aşırı telaşlı, panik pompalıyor.
Bazıları soğukkanlı tavırlarla “iki-üç aylık mesele” diye bakıyor.
Ancak kim haklı, doğru nedir, bilemiyoruz...
İktisadi hayat gün geçtikçe duruyor.
Ne arz, ne talep, ne ödeme, ne tahsilat.
Bazılarımız bireysel çözüm peşinde.
“Acıma, acınacak hale gelirsin” sözünü hatırlıyor.
Oysa gün, her şeyimizle “dayanışma” günü...
Öncelik, virüsün etkilerini azaltabilmek.
Sonrasında, “kaldığımız yerden devam” demiyor olmamız lazım...
Bu vahşi düzenin ehlileştirilmesi, giderek doğaya ve insani mutluluğa hizmet eder tarzda yeniden planlanması gerekiyor.
O küçümsediğimiz Sosyal Devlet anlayışını yeşertiyor olmamız icap ediyor.
Kentimiz, anladığım kadarıyla “virüs”ün odağında olan yerlerden.
Devletin olanaklarının sınırlı olduğu bir dönemdeyiz.
Bu sebeple imkânı olanların kamunun koordinasyonunda, ellerinden geldiği ölçüde katkı koymaları gerekiyor.
Millet olmanın ne manaya geldiği böylesi anlarda gösterilecek tutumlara bağlıdır.
Sonuç olarak, zor zamanlarda olduğumuzun bilincinde olmalıyız.
An itibari ile hakim duygu “belirsizlik”tir.
Ama hiçbir sıkıntı sonsuz değildir...
El birliği ile dayanışarak bu tünelden çıkacağız...
Paylaş