Paylaş
Falanca sinagogda hep birlikte 10. Yıl Marşı söylendi.
Bu tablolarla ülkemizde daha sık karşılaşıyor olduk.
Osmanlı bir imparatorluktu.
Bağlı olarak çok kültürlü, çok milletli bir yapıydı.
19. YY öncesine kadar her din ve etnisiteye mensup insanlar yerleşiklik duygusu ve güvencesi altında yaşıyorlardı.
Sonrasında mikro milliyetçilik akımları Osmanlı coğrafyasını da sardı.
Cumhuriyetimiz de, imparatorluk bakiyesi topraklarda, bahse konu çeşitliliğe geçit vermeyen bir “ulusallaşma” hareketidir.
Nitekim ilk elli yıl içinde gayrimüslim nüfus yok seviyesine gerilemiştir.
Kalanların normal koşullarda Atatürk ve Cumhuriyete mesafeli olmaları gerekirken, aksine bir şükran ve sahiplenme davranışı içerisindeler.
Bu tutumun bir izahı olmalı.
Denilebilir ki Türkiye'de yaşadıkları için mecburen öyle görüntü veriyorlar.
Bunun böyle olmadığını bu insanlarla yaşayanlar net bir şekilde biliyor, gözlüyor.
Peki onları Atatürk sevgisi ve saygısına iten sebepler ne?
Kemalizm bir “ulusallaşma” ideolojisi olmasının yanında, bir “batılılaşma” hareketiydi aynı zamanda.
Batı, bilindiği üzere Hristiyan kilisesinin tüm bir orta çağ boyunca süren skolastik anlayışına karşı mücadele vermiş ve bedeller ödeyerek “Sezar'ın hakkını papalardan” ayırmayı bilmiştir.
Dolayısıyla bu sayede seküler dünya görüşünün sistemleştiği ortamlardır.
Genç Cumhuriyet’in de en önceliği “laik” bir devlet ve toplum düzeni olmuştur.
Şeri düzenin olumsuz pratikleri, genelde gayrimüslimler için adaptasyonu zor bir hayat tarzıdır.
Bu sebeple Hristiyan ve Yahudi vatandaşların şeriat endişesi, temel kaygı olarak ön almış, onları Atatürkçülüğe yakınlaştırmıştır.
Benzer durum Aleviler için de geçerlidir.
Kemalist ideoloji, “Diyanet denetimli” olma koşuluyla, Sünni mezhebini daima ön planda tutmuştur.
Alevilerin hafızasında “Dersim” olayları hala sıcaklığını korur.
Buna rağmen cemevlerinde Hz. Ali’nin yanında Atatürk fotoğrafı mutlaka yer alır.
Onlar da Sünni tehlikeye karşı, Cumhuriyeti “yaşam sigorta poliçesi” olarak görürler.
Hatta, tedbiren asimilasyon bu toprakların hazin gerçeğidir.
Esasına bakarsanız Attila İlhan'ın “Hangi Atatürk” sorgusunda olduğu gibi her kesim kendine özgü gerekçelerle, giderek artan ölçüde Atatürkçü oluyor.
CHP ise pek çokları için bir “sığınak” misyonu taşıyor.
Atatürk realitesi muhafazakarların da kabul ettiği bir olgu haline geliyor.
Onu kendi dünya görüşlerine uyumlaştırma çabası içindeler.
Neticede bu memlekette herkes, sahicilikleri tartışılır, Atatürkçü olmak üzere.
Bu sayede laiklik yıllar içerisinde din ve vicdan hürriyetini temin eden anlam zenginliğine kavuşmaktadır.
Günün sonunda seküler bir Türkiye, Atatürk’ün birleştiriciliğinde toplumsal huzurun en kritik unsuru haline gelmektedir.
Paylaş