Paylaş
Şehir ve doğa hayatını bir arada yürütmenin gerekliliğini savunan Emrah Koçer ile yeni yıl ile birlikte doğanın kıymetini daha çok bileceğimiz günler dileğiyle bir söyleşi gerçekleştirdik. Koçer, kamp hayatının yaşamına etkilerinden kızı için yaptığı Uludağ tırmanışına uzanan ilham veren hikâyesini anlatırken, yeni başlayanları da “Doğada bir misafir olduğunuzu asla unutmayın. Teknik kamplara ise bilgi ve deneyim sahibi kişilerle katılın” diye uyarmayı ihmal etmedi.
Sizi doğa ve kamp hayatı ile buluşturan şey stresin de etkin olduğu hastalığınız olmuş. Bu sürecin sizdeki etkilerini dinleyebilir miyiz?
Yaklaşık 7 yıl önce Behçet’e bağlı Üveit denilen bir genetik rahatsızlığım olduğunu öğrendim. Belki de yaşanabilecek en ağır şartlarını atlattım ve halen bir tedavisi yok. Ağır ilaçlarla hastalığın seyrini kontrol altına alabiliyoruz sadece. Bu hastalığın gün yüzüne çıkmasını tetikleyen en önemli faktör ise yoğun stres... Dedelerimden bana arsa değil de nadir görülen bu hastalık kaldığı için şanssız olabilirim. Doktorum, ‘’stresten uzak kalmalısın’’ dediğinde ise benim kurtarıcım; doğada geçirdiğim hafta sonlarım oldu. Şansızlığımı fırsata çevirip, 48 saati tam anlamıyla kullanarak kamp hayatıyla daha da yakınlaştım. En doğal tedavi bu olsa gerek ki uzun zamandır hastalıkla ilgili bir şikâyetim olmadı. Doğada vakit geçirmenin şehir hayatının açtığı yaralara yara bandı yapıştırmak olduğuna inanıyorum.
Amacınızı, “şehir yaşamına virgül koymak” şeklinde açıklıyorsunuz. Nokta değil de virgülü seçerek hangi mesajı veriyorsunuz?
Kurumsal bir şirkette 10 yıldır beyaz yakalı olarak çalışıyorum. Turizm sektöründe olduğum için mesleğimi de severek yapıyorum. Doktorum tavsiyelerde bulunurken, “gerekirse işini bırak, köye yerleş” bile demişti. Yıllarca bilgi birikimi yaptığınız işim ile oldukça sevdiğim kamp ve doğa hayatını ile mesleğim arasında bir seçim yapmak fikrine karşıyım. Eğitimini ve yaptığı işi bırakıp gezgin olan, doğaya koşan insanları elbette takdir ediyorum ama bana göre bu doğru değil. İkisini bir arada yaşamak mümkün; nokta yerine virgül koyarak, ‘arta kalan zamanda’.
Ertuğrul Özkök’ün derlediği aryaları yayınladığı, aynı isimli çalışmasında bu zamanı şöyle dile getirmişti; ‘Arta kalan zaman nedir, derseniz; hepimize başkalarından, işimizden, nefret ettiklerimizden, ilgisiz kaldıklarımızdan hatta en büyük aşkla sevdiklerimizden dahi geriye kalan zamanı anlatır.’
İşte benim “şehir yaşamına virgül koymak” mottom da arta kalan zamanımı nasıl değerlendirdiğimi gösteriyor; mesleğime, aileme ve sevdiklerime ayırdığım zamandan çalmadan, eğitimimi ve kariyerimi bir köşeye atmadan başarabilmeyi. Elbette bu seçim daha zor ve daha büyük fedakarlıklar istiyor. Fakat bu şekilde kazanılan her tecrübenin anısı daha kıymetli olmaz mı?
YABANCILIĞIMI EĞİTİMLE ATIYORUM
‘Doğadaki Yabancı’ adınıza nasıl karar verdiniz, bir hikâyesi var mı?
Doğayı tamamen tanımak mümkün değil! Dipsiz bir kuyu… Şehir konforuna uyum sağlamış bizler için doğaya alışma süreci oldukça zor; bir yanda tanımaya çalıştığımız doğa, diğer yanda şehir. Doğadaki Yabancı adını ben buldum diyemem. Bir arkadaş grubumla günübirlik orman yürüyüşüne gitmiştik. Yolda gördükleri bir mantarın başında durup, ‘’Bu yenilebilir mantar mı?’’ diye sorduklarında, ‘’Bilmiyorum,’’ dedim. Daha sonra bir ağacın türü, bir böceğin zehirli olup olmadığı gibi devam eden sorulara genelde bilmiyorum ya da emin değilim yanıtları veriyordum. Arkadaşlarımdan biri, ‘’Bunca zamandır kampa gidiyorsun, doğada vakit geçiriyorsun ama halen buralara yabancısın,’’ dedi. Sosyal medya adım o gün doğdu ama bu yabancılığı üzerimden atmak için o günden sonra onlarca farklı alanda eğitim aldım ve almaya devam ediyorum.
Deneyimleyerek öğrendiğiniz, unutamadığınız anlardan birini dinlemek isteriz?
Bursa’da katıldığım bir kar kampında gece -10 dereceye kadar ısı düşmüştü. Sosyal medya ve bloglarda bolca önerilen bir uyku tulumunu ilk kez o kampta deniyordum. Gece 3’te tulumun içinde bir solucan gibi doğruldum ve nefes almakta zorluk çektiğimi hissettim. Oysa uyku tulumunun koruma derecesi daha yüksekti. Bu kötü deneyim, ekipman almadan önce reklamlara değil de biraz daha deneyim notlarına bakmam gerektiğini gösterdi. Keza o süreçten sonra bu deneyim notlarını artıları ve eksileriyle, instagram hesabımda ve dogadakiyabanci.com bloğumda paylaşan nadir insanlardan biri de ben oldum. Ayrıca, Gezgin Zirvesi tarafından halk oylaması ile gerçekleştirilen 2020 yılı ‘Yılın Doğa Gezgini’ ödülünü almak, bu süreci benim için daha da anlamlı kıldı.
Doğa sevgisi, çocukluğunuzu düşündüğünüzde sizin hikâyenizin neresinde duruyor?
Çocukluğum, babamın işten gelmesini beklerken, annemin piknik sepetini hazırlama telaşıyla geçti. Nerdeyse haftanın her günü, akşam yemeklerini ormanda yer, geç saatlere kadar oturur, sohbet ederdik. Mangalda yanan meşe odunun kokusu, semaverde kaynayan çay suyunun buharı altında onca anı biriktirdim. Tüm bunlar anne ve babamın farkında dahi olmadan bana bıraktığı mirasın anısı. Belki de çocukluğumda yaşadığım bu deneyimler sayesinde, orman kamplarında karanlık çökünce korkmak yerine kendimi daha da huzurlu hissediyorum.
DOĞA, KIZIMA SEVMEYİ ÖĞRETİYOR
Siz de sıkça baba-kız kampları yapıyorsunuz. Çocukla zor olmuyor mu, soruları sıkça geliyordur?
Kızım şu an 6 yaşında. Yani sadece hayal ederek dünyayı daha yaşanılabilir kılacak ya da yok edebilecek bir yaşta. Bir baba olarak sorumluluğumun farkındayım. Ona bırakabileceğim en büyük miras; sevmeyi ve sevilmeyi öğretebilmek. Kamp hayatının elbette zorlukları var ama bir çocuk, sadece eğitim kuruluşlarında yetiştirilemez. Dört duvar arasında da. Doğa ona özgürlüğü öğretiyor, sınırların insanları hapsettiği bir dünyayı değil. Ağaçlar yükseklere ulaşmak için sabrı, çiçekler güzel insanların varlığını… Ben sadece onu doğaya taşıyorum o öğrenmek istediğini öğreniyor.
Geçtiğimiz ay Uludağ tırmanışınızı da kızınız için yaptınız. Bu özel anın hikâyesini de dinlemek isteriz?
Pandemi sürecinde kızımın anaokulu da online eğitimle geçiyor. Öğretmeni onlardan bir resim çizmelerini istemişti. Duru, bir dağ resmi çizmiş. Elindeki Türk bayrağını dağa tırmanmaya çalışan bana uzatıyordu. Bu resmi gördüğümde bu hayalinin gerçek olmasını istedim ve akşam karar alıp sabahın ilk ışıklarında Uludağ’a gittim. Sosyal medyada basit bir paylaşım gibi gözükse de yıllardır ağır ilaçlar kullanan biri olarak Everest’e çıkmış kadar oldum. Fakat yıllar sonra, kızımın bu fotoğraflara baktığında hissedeceği duygu her şeye değer.
MİSAFİR OLDUĞUNUZU UNUTMAYIN!
Hem özenip hem de doğanın nasıl bir parçası olacağını bilmeyen çok kişi var. Başlamak isteyenlere neler önerirsiniz?
Doğanın sizi, sizin de doğayı tanımanız şart. Bu yüzden ücretli kamp alanları ilk tercih olabilir. Orman karanlığına, hayvan seslerine karşı olan tepkileriniz yumuşadığı anda aramıza hoş geldiniz diyebilirim. Tabii deneyim öncesinde bilgi hayat kurtarıcı olabilir. Bloğumda birçok deneyimime ve gerekli ekipman bilgilerine ulaşabilirler. Eski bir Kızılderili sözü derki: Birçok dağı aşmaktansa tek bir dağı tanımak daha iyidir.
Kamp yapmak uzmanlık gerektirir mi?
Kampçılık üzerine ülkemizde bir federasyon yok. Yani profesyonel kampçı belgesi verilmiyor. Bu işin uzmanlığı dağcılık vb. eğitimleri içeren spor dalları olabilir. Çadır kampı zaten geceyi güvenli geçirmemizi sağlayan bir ara bölüm. Kafa kampları, hafta sonu şehrin gürültüsünden kaçmak diye özetlenebilir. İhtiyacınız olabilecek, konforunuzu arttırabilecek her şeyi yanınıza alabilirsiniz. Tabii tek şart doğada bir misafir olduğunuzu unutmamanız! Ancak teknik kamplar, bilgi ve deneyim gerektirir. Dağcılık lisansına sahip olmama rağmen halen deneyim eksikliğim var diyebilirim. Bu sebeple, teknik kamplara mutlaka alanında deneyimli kişilerle katılmalıyız.
BİN KİŞİYLE TONLARCA ÇÖP TOPLADIK
Farkındalık için 16 ilde gerçekleştirdiğiniz “Doğada Temizlik Var” etkinliği hakkında bilgi alabilir miyiz?
Doğa fotoğrafçısı Emrah Koçer olarak anılmayı isterdim. Yeşilinden, mavisine tüm renkleri barındıran kareler çekmeyi. Fakat o renkleri bozan çöp yığınları her yerde. 2017 yılında sosyal medya hesabımda Belgrad Ormanı için ‘Doğada Temizlik Var’ çağrısında bulundum ve Türkiye’nin farklı illerinden yüzlerce insan geldi. O gün 170 battal boy çöp topladık. Daha sonra yine sosyal medya çağırılarıyla bu etkinliği her yıl gerçekleştirdim. Geçen sene 16 ilde eş zamanlı olarak başlattığım bu projeye bazı belediyeler ve üniversitelerde destek verdi ve ortalama bin kişinin katılımıyla tonlarca çöp topladık. Hepimiz biliyoruz ki bu çöpler toplayarak değil atılmadığı zaman bitecek. Bu yüzden amacım sadece farkındalık yaratmak. Sosyal medya sayesinde bir kişiyi bile bu farkındalık zincirine dahil edebilmenin gururunu yaşıyorum.
Pandemi süreci ile birlikte doğaya dönüş hassasiyeti arttı mı, gözlemleriniz neler?
Her gün katledilen bir doğa var; yok edilen ormanlar, kirletilen sular… Sanırım gazetelerde bir 3. sayfa da doğa haberlerine ayrılmalı. Pandemi sonrası açık hava arayışına giren herkes ormanlara, mesire alanlarına ve sahillere koştu. Ancak ufacık alanlara binlerce insan doluşmaya çalışıyor. Bırakın sosyal mesafeyi adım atmaya yer yok! Bu görüntüler bile doğal alanlarımızın yetersizliğini göstermeye yetmedi sanırım.
Kitap çalışmanızın içeriğinden bahsedebilir misiniz?
Deneyimlediklerimi ve deneyimlemek istediklerimi kaleme almak en büyük hayallerim arasındaydı. Uzun zamandır üzerinde çalıştığım ve defalarca ‘hayır olmadı’ deyip başa döndüğüm bir kitap çalışmam var. Bunu ilk kez size söylüyorum çünkü artık sona çok yakınım. Bu kitap da sosyal medyadaki yerim kadar bir amaca hizmet ediyor. Deneyimlerimin yanı sıra gençlere örnek olma çabam, şehir ve doğa hayatını bir arada yürütmenin gerekliliği, hobi kazanmanın insana kattıkları ve kamp hayatının kurumsal iş hayatına etkilerini kaleme almaya çalıştım. Bu kitabımın oluşturmak istediğim farkındalığa da büyük katkı sağlayacağından eminim.
Paylaş