Paylaş
Psikiyatrist, Psikoterapist Dr. Aslı Aktümen ile kliniğinde bir araya gelerek, son deprem felaketi ile herkesin ortak yaşadığı duyguları, ikilemleri, zamana yayılacak olan süreci ve de bu dönemi sağlıklı atlatabilmek için ihtiyacımız olan şeyleri konuştuk.
Herkesin kendini sıkışmış hissettiği, ne yapsa doğru olacağını bilemediği bir andayız. Nereden başlamalıyız?
Türkiye son dönemin en büyük doğal ve insan kaynaklı afetini yaşadı ve bunun belirtileri minimum bir yıl sürer. Etrafınıza bakın, bir yüzeysel duygulanım hali dediğimiz künt bir ifade oldu çoğumuzda. Ne mutlu ne mutsuz ne kaygılı ne de endişeli! Öylece kaldık ortada. Sıkışmış hissediyoruz, ne yapacağını bilememek gibi... İlk andan itibaren kafamızda şu düşünceler var; koşup oraya mı gidelim, burada mı yardım toplayalım, televizyondan mı izleyelim yoksa bastırıp yok sayıp hayata devam mı edelim? Çünkü herkesin zemindeki kişiliğine göre gösterdiği tepkiler farklıdır. Herkes yası, travmayı aynı yaşamaz. Bizim genetiğimiz, mizacımız, çocukluk yaşantılarımız, bizi biz yapan her şey de travmayı ve yası yaşama şekillerimizi farklılaştırır. Herkesin her an psikolojik desteğe ihtiyacı da olmaz. Travma sonrası stres bozukluğu geliştirmez. Herkes depresyona girmez. Kişinin ego gücüne, savunma mekanizmalarına, tarihine, psikolojik zeminine göre vereceği tepkiler birbirinden farklıdır. Buradan başlayabiliriz!
SOSYOLOJİ VE PSİKOLOJİ BİRBİRİNDEN AYRILAMAZ
Korku ve kaygı duygusu arttı mı?
Depremle birlikte çok önemli, çok büyük bir kırılma oldu bence. Önceden bir sürü farklı sebeple güven duygumuz zarar görmüştü. Bir nevi kaygan zeminde gibiydik. Özellikle pandemi ile başlayan ve sonrasında devam eden ekonomik problemler, kendini hiçbir yere ait hissetmeme, adaletsizlik, korku hâli vardı. Belki de o yüzden bir sürü insan yurtdışında yaşamak orada yeni bir hayat kurmak istedi. Korku kaygının kardeşidir! Şimdi de “Biz ne yapacağız?” sorusuyla birlikte kocaman ümitsizlik eklendi. Son yaşanan travmadan sonra oluşan genel duygu şu; tabiat “ana” yok oldu, bize sahip çıkacak devlet “baba” figürü öldü. Kardeşler de kavga ediyor. Bu aslında çok dramatik bir şey. Umutsuzluk, hayal kırıklığı ve çaresizlik günümüz insanında en fazla ‘öfke’ duygusu olarak açığa çıkıyor. Çünkü şu anda kimse mutlu değil. Bu durum iki ay sonra geçer gibi bir şey değil. Ölümlerle birlikte, şehirler yıkıldı, tarihler yok oldu. Bizim tekrar toparlanmamız, kendimize gelmemiz gerçekten zor olacak, zaman alacak. Çünkü sosyoloji ve psikoloji birbirinden ayrılamaz.
DEPREM HER YERDE OLDU
Toplum olarak hepimiz aynı duygulardayız. Travma yaşıyoruz diyoruz, kendimizi suçlu hissetmemiz doğal mı?
Şimdi deprem sadece doğuda olmadı. Bunu özellikle vurgulayalım. Birincil travmayı yaşayanlar ilk etkilenenler. İkinci sırada orada travmayı yaşamayan ama bölgeye yardıma giden, oradan çıkıp gelen, akrabasını, eşini dostunu kaybeden, bir temas içinde olanlar. Üçüncül etkilenenler de toplum yani biziz. Bu bizim için de bir travma. İnsanlar kendilerini suçlu hissettiler. Onlar orada, biz nasıl buradayız diye yaşamakla, devam etmekle ilgili derin bir suçluluk hissettik. Bu ölümlerden sonra olur. Yasta olur. ‘Onlar öldü ama biz burada hayata devam ediyoruz‘ diye. O yüzden edemedik zaten. Zaten yukarıda kocaman kırmızı bir soru işareti var: Bu senin başına ne zaman gelecek? Bunun senin başına gelmesi çok da uzak bir tarih değil. Öyle olunca da hayatta anlam verdiğimiz her şeyin de anlamının gidip gittiği bir dönem oldu.
İNSAN KENDİNİ DÜŞÜNÜR
Ama hayat devam etmek zorunda bir yandan. İkilemde de kaldık sanki?
Maalesef insanoğlu özünde bencildir. Şu an ikilemimiz ne? Merhamet ve vicdanla bir şeyler yapmak istiyoruz, kötü hissediyoruz kendimizi. Hiçbir şey yapmak istemiyoruz ama bir yandan da ‘ya benim başıma gelirse deprem çantamız hazır mı’ onu düşünüyoruz. İkiye bölünmüş gibiyiz. Bir tarafımız da kendimizi düşünmek zorunda. Çünkü insan kendini düşünür. Herkes evini satmaya çalışıyor. Hayatımda duymadığım kadar ‘tiny house’ duydum. Ya da herkes bir arsa alalım duygusunda. Kocaman şeyler değil, minimal şeyler arzu ediyor insanlar. İnsansız yerler olsun istiyorlar. Özellikle 21 yüzyıl gerçekliğinde rekabet ile boğuşurken, yüzeysellik ve bencillik arasında sıkışıp kaldı ruhlarımız. Anı yasayıp kendimizi iyi hissetmeye ya da iyi hissettiğimizi ‘göstermeye’ çalışarak var olmaya, geri kalmamak için uğraşırken beğenilerimiz ve takipçilerimiz ile var olduk. Yırtıcı bir rekabet paraziti içimizi kemirirken giderek daha öfkeli daha mutsuz, daha gergin, daha çok ümitsiz oluvermiştik bile. Ölümle ne oldu aslında? Hakikaten o üç günlük dünyayı sana gösterdi.
YALNIZ HİSSEDİYORUZ
Hayatı sorgulamaya başladık evet. Genel ruh halimiz nasıl?
Şimdi mesela hayat nedir? İki basamaklıdır. Bir baz vardır; işte yemek ye, uyu, uyan, işe git, eve gel gibi. Ama biz libidoya yani hayattan keyif aldığımız bir diğer basamağa çıkmak isteriz; aşk, güç, seks, iktidar, başarı ve kariyer gibi. Bir temelimiz varsa bunları yapmak isteriz. Bu son yaşanan büyük travmadan sonra libidinal doyuma çıkmanın bir anlamı kalmadı. Kimsesiz ve yapayalnız hissediyoruz çoğumuz. Şöyle özetleyebilirim; herkeste yaygın bir böyle toz gibi yayılmış bir kaygı, yayılmış bir mutsuzluk, yayılmış bir tedirginlik hali var. O da her şeyin tadını kaçırıyor. Çünkü o kaygıyla en ufak bir şeyde daha büyük ivmeli hareketler yapabilir insanlar. O derin mutsuzluklar kitlesel travmalara dönüşebilir.
HERKES ETKİLENDİ
Herkes mutlaka farklı etkilendi. Travma tanıları ve gelişebilecek durumlar hakkında bilgi verebilir misiniz?
Birincil etkilenenlerde uzamış yas sürelerine sebep olacak, sekonder depresyonlar ortaya çıkacak. Çok fazla travma sonrası stres bozuklukları ortaya çıkacak. Tanılar da farklı. Üç ile otuz gün arası akut stres bozukluğu yaşanabilir. Otuz günden sonra travma sonrası stres bozukluğu tanısı alıyor. Akut stres bozukluğuna sosyal destekle, grup terapileri ile müdahale edilebilir. Ama travma sonrası stres bozukluğu artık geriye dönüşlerin olduğu, uykunun, iştahın bozulduğu, ağır kaygı düzeylerinin olduğu bir tanıdır. Depresyonlar ortaya çıkabilir bu büyük travmalardan sonra çünkü dedik ya burada sadece o yıkılan evdekiler etkilenmedi. O yıkılmayan evin yanında kalanlar da etkilendi. Ve onu televizyondan izleyenler de etkilendi.
YARDIM ALMAK GEREKİR
Hangi aşamada psikolojik destek alınmalı?
İnsan öleceğini bilerek ve bunu unutarak yaşayan tek varlıktır. Hem öleceğimizi biliriz hem de yaşamak için onu unutmaya ihtiyacımız vardır. Yoksa hayatta hiçbir şeyin, aşkın, paranın, gücün bir anlamı kalmaz. Biz ölümü unutmazsak da ya panik atak geçiriyoruz ya da yaygın anksiyete bozukluğu oluyoruz. Yani ruh sağlığımızın sağlam kalması için ölümü unutarak yaşamaya ihtiyacımız var. Unutmak dediğim yok saymak, bir gün gelecek orada gibi. Şimdi bu büyük deprem bize şunu hatırlattı, ölüm o kadar da uzak değil. Yani kimseye güvenemediğimiz, tedirgin olduğumuz ve ölümün çok yakın olduğu bir gerçeklikle de anksiyetemiz arttı. Mesela uyku problemleri başladıysa, sürekli deprem oluyor gibi hissediyorsa, kendi yatağında yatamıyorsa, iştah problemleri varsa, sürekli bir kaygılı hal içerisindelerse, kendiliğinden ağlamalar yaşanıyorsa, yaşamın anlamsızlığı, intihar fikirleri, ölüm düşünceleri geliyorsa hemen bir profesyonelden yardım almaları gerekir.
ERTELEDİĞİMİZ ŞEYLERİ GÖZDEN GEÇİRELİM
Siz aynı zamanda sanat ile psikoterapi yapıyorsunuz. Kliniğinizde yaptığınız çalışmalar var mı bu yönde. Ya da vereceğiniz öneriler?
Kliniğimizde depremden duygusal olarak etkilenmiş kişilere ücretsiz grup terapileri yapıyoruz. “İkizlik aktarımı” dediğimiz bir kuram var psikiyatride; sen yalnız değilsin senin gibi hisseden, senin gibi yaşayan başka insanlar da var. Bunları konuşmak için, kaybımızı birbirimizle paylaşmak için, bu dönemi birlikte aşabileceğimiz bir grup terapisi planladık. Aynı zamanda kliniğimizde sinema terapilerini de hemen başlattık.
NEYİ ERTELİYORUZ?
Umut veren filmlerden The Bucket List’i önerebilirim. İki kanser hastası ölmeden önce yapılacaklar listesi yapıyorlar ve onları gerçekleştiriyorlar. Siz ölmeden önce yapılacaklar listesi olsa ne yaparsınız, hayatta neyi erteliyoruz? Onları hatırlamak için bir grup çalışması yaptım. Büyük felaketler ölümü hatırlatır dedik ama hayatta ertelediğimiz ya da bir gün yaparım dediğimiz, zamanı gelince yaparım dediğimiz şeyleri de bir gözden geçirelim. Belki de o kadar zamanımız yoktur.
BİR KEZ GELİYORUZ
Hızlıca hemen bir şeyleri tüketmekten ve çabucak yok etmekten bahsetmiyorum. Sadece hayatta bir şeyleri elde etmek, üretmek, yeni bir şeyler öğrenmek, yeni yerler görmek için yani gündelik rutinde sıkışıp ertelediğimiz istek ve arzularımızı bir kez daha gözden geçirebiliriz. Unutmayalım ki biz de bu hayata sadece bir kez geliyoruz.
İNSANOĞLU ALIŞANDIR
Toplum olarak iyi olmak zorundayız, bizi ne onaracak? Ne yapabiliriz?
Aslında insanoğlu alışandır. Sadece buna alışması zor bir şey yaşıyoruz. Tabii ki buna da alışacağız. Tabii ki toparlayacağız. Tabii ki hayat devam edecek. Nasıl deprem de olsa mevsim dönüyor, gün dönüyor, işte bahar da geldi. Bahar umut, değişim, canlılık, yenilik demektir. Bunu alıp, en azından kendimizi zorlayarak bu duyguya çıkmamız gerektiğini düşünüyorum. Bence bu süreçten çıkmak herkesin eşit ve biricik olduğunu hatırlaması ile başlamalı... Daha iyi hissetmeye kendimizden başlamalıyız. Ben iyi olacağım, bir çiçek ekeceğim, kendim için yararlı bir şey yapacağım, sonra bunu bir arkadaşımla yapacağım, en yakınımdakilerle dayanışacağım, merhametle, dostlukla, sevgiyle.
SEVGİ VE UMUT
Sevgi çok onarıcı bir şeydir. Şu an ihtiyacımız olan sadece iki şey var: Sevgi ve umut. Hoşgörü empati ve sakinlik ancak sevgi ile çoğalabilir... Sevginin onarıcı ve birleştirici gücü bilimsel olarak defalarca kanıtlanmıştır. Yani farkındalığımızı biraz arttırıp, sakin kalıp, rutinde kalıp, belki biraz sosyal medyadan falan uzak durarak, kendimizi iyi edip, o iyiliğimizi dokunabildiğimiz, temas edebildiğimiz insanlara bulaştırarak başlayabiliriz.
ZAMANA BIRAKMAK
Ne yapmalıyız sorusuna ise zamana bırakmak en güzel cevap olacaktır. Zamana bırakmak, demlenmek gerekir. Zaman zaten bir şeyleri kendiliğinden onaracak, çözecek, yoluna getirecektir. Zaman iyileştirir, sakinleştirir, biz de kendimizi koruyarak, kendimizi zamana teslim ederek bu süreci en sağlıklı biçimde birlikte düzeltebiliriz.
Paylaş