Paylaş
Fotoğraflar: Duygu Özbekçi Milli
Mısır ile kendi yolculuğunun izlerini sürdüğü ve kullandığı araçları anlattığı ‘Pusula’ kitabını konuştuk. Ceres Yayınları’ndan çıkan kitabının arka kapak yazısı bir nevi bütün sohbetimizi de özetliyor gibiydi; “Ya farkına vara vara geçeceğiz bu yaşamdan ya da yaşayamadan içinde tükeneceğiz. Ya sürekli zihnimiz içinde düşünüp aynı yerde dönüp duracağız ya da düşüncenin gücünü keşfedip hayata farkındalıkla bakacağız. Ya içimizdeki pusulayı bulup onunla kendi doğrumuzu, kendi yönümüzü bulacağız ya da başkalarının pusulalarını kendimizin zannedip savrulacağız. Karar bizim.”
Farkındalık, son yıllarda fazlaca duyduğumuz bir kelime haline geldi. Neden önemli bu kadar?
Bir şeye dikkat çekmek, onun öneminin altını çizmek ve de empati kurabilmek için kullandığımız bir uyarı levhası aslında. Eğer farkındalık kelimesini olur olmaz harcamaz, içini boşaltmazsak bizi birçok yönden eğitecek etkili bir kavram. Ben de çalışmalarımda bu kavramın kendimizle ilgili olan kısmını vurguluyor, hayatın bütün uyaranlarına karşı içimizde olan bitenleri fark etmenin ve baş etmenin ipuçlarını paylaşıyorum. Farkındalık, iç görü kazandıran büyük bir motivasyon kaynağıdır. Kendimizi onunla daha da şarj ederiz. Kendi kaynağımızdan beslendiğimiz için de kolay kolay kesintiye uğratmaz bizi.
FARKINDALIK KENDİNİ ANLAMAKTIR
O zaman farkındalık zannettiğimiz gibi ne değildir?
Farkındalık bir şeyi bilmek değildir, daha çok anlamak idrak etmektir. İşte kendimizi bilmek de, zihin ve akıl düzeyinde bilmekten ziyade duygusal boyutta kendimizi anlama sürecidir. Biz neyi, ne kadar yaptığımızı az çok fark ediyoruz zaten ama buradan nasıl kurtulacağımız hakkında bir fikrimiz yok. Tüm yanlışları bazen etrafımızdakilere bazen de kadere yükleyerek aynı yerde dönüp duruyoruz. İşin içinden çıkamadığımız için görmezden geliyor, içimize atıyor, yok sayıyoruz. Bireysel farkındalık tam da burada devreye giriyor işte. Kendimizi nasıl anlayacağımızı, kendimizle doğru iletişimi nasıl kuracağımızı, yargılamadan ve de hak vermeden nasıl nötr olacağımızın yollarını öğretiyor.
Aslında ne yapıyoruz peki?
Biz ya kendimizi suçlayıp karşıdakini haklı çıkarıyoruz ya da kendimizi haklı bulup tüm faturayı karşıdakine kesiyoruz. İçine doğduğumuz dünyanın en büyük kazığı da bize bu tür etiketlerle yaşamayı öğretmesi işte. Boşlukta hiçbir yere yaslanmadan durmayı bilemiyoruz. Öğrenirken de çok canımız acıyor. Yara bere içinde kalıyoruz kimi zaman. Yok mu bunun daha kolay bir yolu diyor danışanlarım. Ben de farkındalık hapı yapıyorum, çok yakında çıkmış olacak, içip aydınlanacağız diye cevap veriyorum. Şaka bir yana olsa da hiç fena olmaz hani. Ama işte idrak etmek, duygu ve düşünce dünyamızı fark etmek bir süreç, bir emek.
SINIRLARIMIZI BİLMELİYİZ
Farkındalık nasıl oluşturulur peki?
Kendimizi takip ederek! Yaptıklarımızı takip etmekten bahsetmiyorum ama onların altında yatan duygu ve düşüncelerimizi kastediyorum. Çünkü bireysel farkındalık, içimizde olup bitenden haberdar olmaktır. Kitabımda da belirttiğim gibi içimiz de bir coğrafyadır. Orası da bir dünyadır, onun da iklimi, mevsimleri vardır. Orada da depremler, kasırgalar, fırtınalar, güneşli günler yaşanır. Bütün bunlara kulak verdiğimizde, orayı yargısız ve etiketsiz tanıdığımızda, her şeyi daha olması gereken gibi inşa ederiz. Başkalarına göre pozisyon almak yerine kendi farkındalığımızla kaldırabileceğimiz kadarına soyunuruz. Kısacası sınırlarımızı yani haddimizi biliriz. Bu sadece kötü anlamda bir had değil, öğrenince iyilikte de nerde duracağını biliyor. Kendini kahraman zannederek oradan oraya koşturmuyor. Çünkü dünya bunu ayarlayamayanlarla dolu.
Sizde de öyle mi oldu? Haddinizi bilmeyi mi öğrendiniz?
Benim en zorlandığım şeylerden biriydi mesela kendi sınırlarımı bilmek. Her şeye evet der, herkesin hayatında etkili ve yetkili olmaya çalışırdım. Hem buradan beslenir hem bozgunu yine buradan yerdim. Kendimle neredeyse hiç bağlantım yoktu; bu yüzden dış dünyaya göre pozisyon alırdım. İçim ne diyor diye kulak vermezdim. Dışarıdan bakıldığında kale gibiydim, güçlüydüm ama içeride çok kırılgandım. Uzun yıllar hiçbir şey yokmuş gibi yaşamaya devam ettim ve yorgun düştüm. Nerede hata yaptığımı sorgularken, neyi yapıp neyi yapmadığıma odaklanıyordum. Meğer çözüm orada değilmiş; benim kendimi görmezden gelmemin sonucuymuş tüm yaşadıklarım. Onu anladığım anda yönümü 180 derece değiştirdim. Tabii bu adım adım inşa edilen, oldukça da sancılı bir yolculuktu.
DUYGULARIN DA BÜYÜMESİ GEREKİYOR
Bu yolculukta en çok neyi fark ettiniz?
Bütün bu süreçlerde fark ettim ki büyümek sadece beden ve akılda değilmiş. Onun yanında bir boyut daha varmış ki birçok kazalar meğer orada yaşanıyormuş. Biz buna duygusal büyüme diyoruz. Hani bile bile yanlış yaparız ya, sonrasında kendimizi deliler gibi suçlar, ah aptal kafam akıllanmadın gittin gibi kendimize tekrar tekrar aynı akılları vererek veryansın ederiz ya. Aklımızın dediğinin zıddını yaptıran o yer, meğer büyümeyen duygularımızmış. O büyümeden gerçek büyüme tamamlanmıyor; yetkin insan olunmuyormuş. İşte bireysel farkındalık kazanmak insanın duygularının büyümesini sağlıyor ve de korku ve kaygılarımızın yörüngesinden çıktığımız, bize ait olan hayat asıl buradan sonra başlıyor. Etiketsiz, yargısız, kendimizi anlamayı öğrendiğimiz, yaşadıklarımıza anlam yüklemeden kalabildiğimiz, beklentinin olmadığı tevekkül durağı. Kulağa çok hoş geliyor değil mi?
ÇOĞUMUZ KAYIBIZ
Neden, “Kendimizi bilmek için önce kendimizi bulmamız gerekir” diyorsunuz?
Çünkü çoğumuz farkında değiliz ama aslında kayıbız. Ben çalışmalar esnasında iki türlü kayıp insan olduğunu gördüm. Biri kendi içinde kaybolurken diğeri dışında kaybolmuş. İki durumunda sebep ve sonuçları var. İçinde kaybolanlar kendini gerçeklere daha çok kapatır ve faturanın büyük kısmını kendine keser. Dışında kaybolanlar yaşadığı ortamı ve etrafındakileri daha fazla suçlayarak kendi haklılığının altını çizer. İki durum da yüzleşmekten korktuğumuz için başvurduğumuz bir haldir. Kendimizi bulmak; beraberinde sert yüzleşmeler getirir. Böyle söyleyince bunları yaşamaktan daha da korkuyor insan, biliyorum. Ama kaçtıkça daha büyük bedeller ödüyoruz bu sefer. Eğer ben varım dersek, tüm bu süreçlerden sonra hayat, bizi hepsinin üstüne çıkararak onlara kuş bakışı yaptırıyor. Ben bu sürece kısaca “Küllerinden doğmak için önce küle dönmek gerekir” diyorum.
GÜVEN EKSİKLİĞİ BOŞLUKLAR YARATIR
Güven duygusunun nasıl bir rolü var, kendini tanımaya ve bulmaya çalışırken?
Güven ile sevgi yaşam yolumuzun ana parametrelerinden ikisi. Biz güveni babadan alırız sevgiyi de anneden. Yalnız burada şunu anlamak lazım. Annenin bizi sevmesi ya da babanın bize güvenmesi kadar basit bir durum değildir buradaki etkileşim. Babanın kendine olan güven duygusudur bize geçen ya da annenin kendine olan sevgisidir bizdeki asıl sevgiyi oluşturan. Onların kendilerinde durdukları yerin oranı bizdeki bu duyguların oranını belirler yani. Bunlar bize olması gerektiği kadar aktarılmadığında, bizde boşluklar oluşur. Hayat buralardan bizi sınadıkça da buradan bir sürü olumsuzluk sızar hayatımıza.
Güvendiğini sevmekle, sevdiğine güvenmek arasında nasıl bir çizgi var?
Güven duygusunu yeteri kadar alamayanlar, mesela kendisine yeteri kadar güvenilmesine rağmen babasının güven eksikliğinden dolayı başkalarına fazlaca güvenebilir. Bu da bir sorundur yani kimseye güvenememekle çok fazla güvenmek aynı kapıya çıkartır bizi. Biri her şeye temkinli yaklaşıp, fazlaca kuşku ürettiği için yaşanması gerekenlere engel olup direnç oluştururken, diğeri temkinsiz davranışları ile herkese güvenerek sürekli savrulur. Biri sevdiğine güvenir, diğeri sevmek için önce güven duygusunu oluşturma ihtiyacı hisseder. Dediğim gibi ikisinde de aynı eksiğin farklı yüzleri tezahür eder. Önemli olan nerede ne eksiğimizin olduğunu fark ederek, giderilmesidir.
İÇİNİZDEKİ ÇOCUĞU KORUYUN
İçimizdeki çocuk neden bu kadar önemli?
O bizim neşe kaynağımız çünkü. Enerjimizi ondan alıyoruz. Bu yüzden ona bakmayı bilmeliyiz, ona kulak vermeliyiz. Görmezden geldikçe o da bize küsüyor zamanla. Duygularımızı büyütmekle içimizdeki çocuğu korumak farklı şeyler aslında. Bunları da birbirine karıştırıyoruz. Duygular çocuk kaldıkça büyüme tamamlanamıyor. Çocuk algısı ile hayatı yorumlamak ne kadar sağlıklı olabilir bir düşünelim. Ya da ergen kalmış duyguların bitmeyen tripleri ile ne kadar mutlu olabiliriz. Bu yüzden duygular büyümeli ki bizde yaşam bütün olsun ama içimizdeki çocuk da çocuk olarak bize hayat vermeye devam etmeli. Onu azarlayıp, küstürmek yerine onu kendimizle tanıştırmalıyız ki bize güvensin. Kendimize güvenin yolu buradan geçiyor işte.
‘HAYIR’ DA DİYEBİLMELİYİZ
Bir de ‘hayır’ demeyi öğrenememe durumu var?
İçine doğduğumuz ortam bize evet demeyi erdem diye öğrettiği için. Evet demek uyumlu olmakla, iyi insan olmakla eşit sayılıyor çünkü. “Ağzı var dili yok” diye bir deyimimiz var bizim. Kendini ifade etme yerine, sessiz kalmak alkışlanmış yıllarca. Köklerimizde olan bu şeylerin üzerinde yeni yeni düşünmeye başladık maalesef. Bunlar hem kolektif bilinçte, hem kendi bilinçaltımızda yüzyıllardır var olan virüsler. Yaşadığımız birçok şeyin nedeninin bunlar olduğunu bile bilmiyorduk. Bilmek de yetmiyor ya zaten. Değişim için daha başka adımlara ihtiyacımız var. Bunun en büyüğü de kendimizi sadece anlamaya çalışmak. Özgüven, değersizlik duygusu, yalnızlık korkusu, kaybetme korkusu gibi birçok duygu birbiriyle iç içe. Birinden başladık mı diğeriyle de yol almış oluyoruz.
‘PUSULA’ KENDİNİ BULMA SERÜVENİDİR
Pusula kitabınız nasıl hayat buldu?
İçimdeki pusulayı bulma serüvenim, kendimle yolumun kesişme hikayesi aslında bir nevi. Çok kitap okuyan biriyim. Okuduklarımı da çok fazla içselleştirirdim. İşte yine içine fazla girdiğim gerçek bir öykünün, bana tokat gibi vurmasıyla başladı bu yolculuğum. Hayatımı sorgulamaya başladım ama sorduğum sorulara maalesef hiç cevap alamadım. Çok acıydı bununla yüzleşmem. Ama şimdi geçirdiğim tüm bu süreçlere gerçekten minnettarım. Kendimi inşa sürecimi ve kullandığım araçları da yer yer Pusula’da anlattım. Pusulamızın dışarıda değil kendimizde saklı olduğunu, ne kadar birbirimize de benzesek herkesin yolunun kendine özel olduğunu, bu yüzden yolumuzu bulmak için önce kendimize uğramamız gerektiğini kaleme aldım. İnsanın kendi devrini yaşayabilmesi için önce kendinde devrim yapması gerekiyormuş onu çok iyi anladım. Farkındalık bu devrimin süreci işte.
Paylaş