Paylaş
- Müzikal arayışınızda enstrüman seçiminizin hikayesini dinlemek isteriz?
Rumeli kökenli bir ailenin son üyesiyim. En büyük şansımız sevgili babamız Muzaffer Baktagir’in müzik aşkıydı. Öyle ki dede mesleği olan ayakkabıcılığı yaparken bile dükkândaki notalar ve arkadaşlarıyla meşk hali işinin önüne geçmişti. Kendimi bildim bileli evimizin her odasında Türk müziği enstrümanı vardı ve kendi çapında kanun, ud ve kemanı güzel icra ederdi. Kırklareli’ndeki Musiki Cemiyeti’nin de kurucularından biri olan babamın hali bizi de çok etkiledi. 7 yaşında mandolinle başlayan müzik serüvenim, 8 yaşında bağlamaya sevdalanarak devam etti. 14 yaşına kadar aralıksız çaldım. Bu süreçte babam arada kanunu da işaret ederdi ama gözüm görmezdi. Bir gün hastalık dönemimde babam, nasılsa yine alırım diye, bağlamamı ihtiyacı olan birine hediye etmişti. Ben zaten müzikte şifayı kapmışım (gülerek), önümde duran kanuna keskin bir başlangıç yaptım. İlk 6 dersi babamdan aldım. Farklı bir şekilde bu enstrümanla bütünleştiğimi hissettim. 1988’de İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuarı’ndan mezun oldum. 36 yıldır da hiç başka arayışım olmadı. Bir enstrüman insan ömrü gibi, bazen ömür bile yetmiyor. Kanunumla birbirimize karşılıklı bir şeyler öğreterek yol alıyoruz.
- Kanunu ve sırlarını çözme yolculuğunuzu bize nasıl anlatırsınız?
Kanunun sabit perde dediğimiz özelliğinden kaynaklanan avantajı var. İyi akortlu bir kanuna elinizi dokundurduğunuzda sizi mutlu edecek bir karşılık mutlaka alırsanız. Dolayısıyla çok cazip gelen bir enstrümandır. Ancak bu kadar zenginliğine rağmen asıl bağı, o müzikal örgüyü kurduğumuz temalarda uzun seslerle kuruyoruz. En gelişmiş enstrüman insan sesidir noktasında baktığımızda, insan şarkılarını yorumlarken o uzun seslerle bir bağ kurmuş oluyor. Ben bütün bestelerimi kanunla yaptım, o bana bütün kapıları aradı. Ama o uzun sesleri kendi enstrümanımda alamadığım için, boşluğunu hissettiğim o köprüyü kuracak temaların duygu halini de ben kendi içimde keman, ney, klasik kemençe olarak tamamlamaya çalıştım. Dolayısıyla kanunun imkânlarının yanında o boşluk gibi görünen özelliği de benim ufkumu açtı. Yolculuğum devam ederken, müziğin evrenselliği içinde tür ne olursa olsun hep daha nitelikli alanların peşinde oldum. Müziğimizdeki renkleri de kaybetmeden, sentez sayılabilecek başka müzik türleri içerisine de kanunu kattım. Zaman zaman bir arp, bir gitar bir piyano gibi bütün parmaklarıma işlev katarak kullanıyorum.
- Bir de geliştirdiğiniz sol el tekniği var?
Kanun iki elinde iyi çalışması gereken bir sazdır. Ben solağım ve çok iyi icracılar bile kanunun solaklar için ters bir enstrüman olduğunu söylerdi. Ama bende yıllarca tezat düşünceler hâkim oldu. Şöyle ki; müzikte en önemli şey enstrümandan kalbi tınıları yakalamak yani güzel ses elde etmektir. Sazın yapısından kaynaklanan, sağ elinizin yakınında bizim eşik dediğimiz yer vardır. Eşik yakını metalik sesler çıkarmaya müsaittir. Sağ el çok fazla aktif olduğu zaman, ne kadar seri çalışsanız teknik de oluştursanız aslında tonu kaçırmış oluyorsunuz. Temel arayışım müzikte güzel bir ton elde etmekti. Ben bunu solaklığımın avantajıyla bir tekniğe dönüştürdüm, öğrencilerimle de paylaşıyorum. Emek harcandığında çok başarı sağlanıyor.
SIRLI BİR YOLCULUK
- Enstrümantal müziği güçlü yapan şey nedir?
Enstrümantal müzik en ayrıcalıklı müzik türüdür. Müzik sınırsızlığı içerisinde herhangi bir metne bağlı kalmaksızın, soyut bir şeye büyük kavramlar yüklüyorsunuz. Enstrümantal müzik doğru izleyici ile buluştuğunda o sırlı yolculuk başlıyor. Derinden, yüreğinizle dinlediğinizde içinizden sözler yazmaya başlıyorsunuz. Sizi uçsuz bucaksız yerlere götürüyor çünkü. Her dinleyenin kendi içinde orijinal metinler ortaya çıkıyor, bazen o derinlikte de kalıyoruz. Bu enstrümantal müzik de başarılan bir şeydir. Ben buna kendi sanat hayatımda da çokça şahit oldum. Enstrümanı icracısı olduğum için o derinlikli alanı ayrıcalıklı bir yerde tutuyorum.
- Müzik temalarının insanlar üzerindeki etkisine örnek olarak sizde biriken hikâyeler muhakkak vardır, bizimle paylaşır mısınız?
Eskiler 18 bin alemin sesi var diye tanımlamışlar. Bu sırlı alanda kozamı örmek bana çok heyecan veriyor ama bir anda çıkmıyor. İlk tomurcuğu sürekli işliyorum. Bazen sınırsızlığı ifade eden öyle temalar ortaya çıkıyor ki onlar zaten sıyrılıyor, dinleyiciye birebir ulaşıyor. Bizim tanımlayamadığımız şifreler oluşuyor ve ama dinleyenin hücrelerine kadar sirayet edebilecek kadar hale geliyor.
Ben bunu rahmetli Murat Göğebakan’da yaşadım. Kendisini yakından tanımıyordum ama bana ulaştı ve görüştük. Rahatsızlığı sürecinde rüyasında bir melodi duyduğunu ve bir gün tesadüfen müzik araştırırken bu melodinin benim “gül bahçesi” eserim olduğunu keşfettiğini heyecanla anlatmıştı. O besteme çok büyük anlam yüklemiş ve diğer hastaların da dinlemesini sağlamış. Onda çok derin bir etki bıraktığı için söz yazdırmış, okumak için de izin istemeye gelmişti. Sonrasında öğrendiğim kadarıyla stüdyo aşamasında içine sinmediği için okumak istememiş. Eser artık benden çıkmış, onunla hemhal olmuştu. Bu bizi aşan bir durum… Benim Neşet Ertaş’ın çocukluk hikâyesini anlatırken ki halinden etkilenerek yaptığım “garip” bestem de böyle bir şeydir. Başkalarına da başka türlü duygularla sirayet etmiştir eminim.
TAKLİTÇİ OLMAYIN
- Siz modern besteler yaparken, geleneğin mutlaka kaynak olması gerektiğini savunuyorsunuz?
En nihayetinde özümüzde bizi biz yapan bu toprakların bir müziği var. Bağlı bulunduğum Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul Devlet Türk Müziği Topluluğu’nda 25 küsur yıldır, onuncu yüzyıldan başlayan belki de unutulmaya yüz tutmuş birçok makamı işlediğimiz bir gelenekten geliyorum. Bu benim için çok ayrı bir zenginlik. Bunun farkında olarak ama bu kültürün de tamamen bir müzeci mantığında taklitçisi olarak değil, bugünün anlayışını da katarak bir şeyler yapmaya çalışıyorum. Tamburi Cemil Bey saz musikisinde zirve bir isimdir. Bütün sazendeler ondan her dönem besleniriz. Ama eserlerini sadece aynı üslupta çalıp, üzerine bir şey koymadığınız zaman, sadece bir dönemin müziğini yapmış olursunuz. Bizim yapmaya çalıştığımız, o kaynaktan beslenerek bugünün ritmini katmak. Bugün bir Dede Efendi, Sadettin Kaynak, Tanburi Cemil Bey yaşamış olsaydı, üsluplarını bugünün de anlayışını katarak farklı tonlar içerisinde renklendireceklerdi. Tekamül denilen o gelişme hali mutlaka olmak zorunda.
HARMANLAMA ÇOK ÖNEMLİ
- Türk musiki sanatına ilgi duyan gençlere nereden başlamalarını tavsiye edersiniz?
Usta çırak ilişkisi bir gelenek ve kendi ruhunuza uygun bir rehber edinmek durumundasınız. Mesleki yolda ilerleyen gençlere rehber olmak, onların dünyasına dokunmak en büyük gururumuz. Ben deneysel çalışmalarımda dert edindiğim şeyi müzikal olarak nasıl anlatırım dediğimde, musikimizin kullanmadığı bir nota farklılığıyla bir gizem oluşabiliyor. Baktığınızda ortada bir Türk müziği yok, deneysel bir şey var. Gençlerin geçmişle olan bağlarını devam ettirmeleri ve kültürümüzün güzelliklerini bir öğrenci hüviyetiyle işlemeleri çok önemli. Ama altını çizmek istiyorum; tamamen bir müzeci mantığında bir dönemin müziğini yapıp o kurallar içerisinde kaldığınızda, siz o alanı hapsetmiş oluyorsunuz. O dönem zaten bize bir güç veriyor, onu unutmayacağız ama o üslubu da koruyarak bugünü katacağız. Bu harmanlama çok önemli.
MİNİK KANUN PROJESİ GELİŞTİRDİM
- Türk müziğini tanıtma konusunda yapılan çalışmalar yeterli mi?
Amerikalı çok değerli bir müzikolog Prof. Dr. Robert Garfias, Türk müziğini araştırmak için ülkemizde kaldığı süreç içinde çok değerli bir tespitte bulunmuştu. “Sizin kültürünüz bir derya ama bataklıkta yüzüyorsunuz,” demişti. Çok düşündürücü ama çok doğru bir tespittir. Bizim kültürümüzün güzellikleri ülkemizin sınırları dışında inanılmaz büyük bir coşkuyla karşılanıyor. Buna katkı olarak değerlendirirsek uzun yıllardan bu yana Yunanistan’da devam eden müzik kampına Yurdal Tokcan, Derya Türkan, Ömer Erdoğdular gibi değerli hocalarımızla katılıyor ve dünyanın çeşitli yerlerinden öğrencilerle buluşup, kendi müziğimizi öğretiyoruz. Son 3 yıldır da ev sahipliğini kendi ülkemizde, kendi markamız Ud&Kanun Master altında yapıyoruz. Uluslararası düzeyde öğrencilerimiz var. Birçoğu Türk müziği konservatuarında okuyarak bağını kuvvetlendirmek istiyor. Çünkü Türk müziğinin ses sisteminde insan duygularını daha iyi ifade edebilecek bir zenginlik var. Workshoplarımızı hep kendi gücümüzle yapmaya çalışıyoruz. Ama artık bu farkındalığın üst makamlarda da oluşması ve desteklenmesi gerekiyor.
- Bu yönde farklı projeleriniz var mı?
Çok sevdiğim, son dönemlerde dilime doladığım özlü söz aklıma geldi. İbn-i Sina, “Bilim ve sanat ilgi görmediği ülkeyi terk eder,” demiş. O kadar içi dolu bir söz ki. Kendi kültürümüzün devamı için gerçekten içinde yaşadığımız ülkenin politika anlamında da o kültürü besleyecek güçlü, dirayetli bir yapısı olması lazım. Tabii ki bunda samimi ve güzel gayretler oluyor. Ama yeterli mi? Burada bir düşünmek lazım! Çünkü popüler kültür her zaman için öne geçen bir kültür. Benim son zamanlarda en büyük hayalim, heyecanım eğitim sistemimize temelden Türk müziğinin güzelliklerini katmak yönünde. Sonrasında yama gibi oluyor, adaptasyon zorluğu çekiyoruz. Devletimizin ciddi manada desteğine ihtiyaç duyduğumuz bir projemiz daha var. Kanun, mandal tertibatı sayesinde hem batı müziği hem Türk müziği aralıklarını vermeye yarayan, çok iyi bir referans temel müzik eğitim aracıdır. Bu nedenle miniklerimiz için minik kanun projesi geliştirdim.
DESTEĞE İHTİYACIMIZ VAR
- Geçtiğimiz yıl Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri kapsamında kendi alanınızda ödül aldınız. Ne ifade ediyor bu ödül sizin için?
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı resepsiyonuna katılmıştım, benim için de sürpriz oldu. Sonrasında düşündüğümde bir ödül beklentisi içinde hiç olmadım ama beni başka anlamda mutlu etti. Ülkemizde saz müziği dediğimiz enstrümantal müzik öksüz kalmış, sözlü müzik hep önde gitmiştir. Saz ekibi refakat eden bir konumda kalmıştır. Oysa enstrümanların her biri bütünlük içerisinde başka şeyler anlatır. Bir enstrüman sanatçısının ödüle layık görülmesi, üst makamlarca görülmesi bu farkındalığın oluşması adına değerli bir şey. Ben bütün sazendeler adına bu ödülü aldım diyorum. Bir sanatkar kolay yetişmiyor. İşte o sanatkarın ihtiyaç duyduğu topluma kazanç sağlayabileceği alanda da devletin destek vermesi gerekiyor. İnşallah bu rüzgar destek olarak da devam eder.
‘HAYALLERİMİ DİRİ TUTTUM’
Bireysel olarak baktığımda ise kendi iç sesimi arındırmaya çalıştığım, üretme safhasındayım. Bu zaman kadar ideallerime, hayallerimi süsleyerek, onu diri tutarak ulaştım. Ama en nihayetinde ulaşamayacağınız şey finans gerektiren güce sahip olamamanızdır diyelim. Öyle gıpta ettiğim bazı sanatkârlar vardır, Kitaro da onlardan biridir. Çünkü bakıyorsunuz albüm çalışmasında öyle büyük destek almış ki. Ben de bir kaydımı ormanda yapmayı hayal edebilirim ama hepsi çok güçlü bir prodüksiyon. O gücü alırsanız, yapacaklarınız çok daha farklı bir hale bürünebilir.
Paylaş