9 ay önce anne oldum ben. Sizlere annelik ile ilgili yazı yazmak için ikinci bir hamilelik dönemi geçirdim yani. Artık hazırım. Bugüne kadar moda yazarı olarak bildiğiniz ya da bilmediğiniz kadının annelik sayıklamalarını okuyacaksınız bundan böyle. İşte başlıyorum.
Hamile kaldığım ilk günden beri normal doğum yapmayı istedim. Öteki türlüsünü “doğurmak” saymadım içten içe. Sezaryenin kesiğinden korktum. Karnıyarık olmayacağım diye tutturdum. Ama Ajda’nın şarkısında benim gibilere dediği gibi “Hayatta her şey senin istediğin gibi olmuyor, bu yüzden nice aşklar mutlu sonla bitmiyor”... Tam 42 hafta bekledim. Koca göbeğimle Ağustos sıcağında yanıp kavrulmama rağmen inat ettim. 41. haftanın sonunda gün aşırı doktora gidip yarım saat bebeğimin kalp atışlarını dinledim. Sancılanmak için bildiğim bütün duaları defalarca ettim. Her gün 40 kere “Ben hazırım, senin gelmeni bekliyorum oğlum” dedim. 42. haftanın sonunda doktorum Murat Çarak, anatomin müsait değil bebeğin kafası kanala girmiyor, girmeyecek dedi ve sezaryen için gün verdi.
Epidural sezaryenle doğum yaptım. Oğlumla ana rahmine düştükten 9 ay 20 gün sonra tanıştım. Ben Rüzgar’ı kucağıma verdikleri anı ilk buluşmadan saymıyorum bilesiniz. Bence biz ağzını açıp memeye saldırdığı anda buluştuk. Birbirimize ilk merhabayı o zaman dedik. Benim Allah’ın varlığına bir kez daha inandığım andır o an. Daha iki saniye önce karnımdan çıkan bebeğimin nasıl bir mekanizmayla emmeyi, memeyi, sütü, yutkunmayı bildiğine şaşırıp kalmamdır. Emzirmek konusunda pes etmemeye ant içtiğim zamandır. 9 aydır emiyor Rüzgar. Yakında bırakmayı düşünüyorum ama düşünmesi bile kötü. Çünkü emzirmek yoga, meditasyon, çakra açma, enerji yenileme gibi işlerin nirvanasıdır bence. Benim için 30 yıl taşıdığım, ergenlikte şişirdiğim memelerimin anlam, şekil, şemal, ehemmiyet değiştirmesidir emzirmek.
Anne olana kadar seksle ilişkilendirdiğin memelerinin birden bir canlıya hayat veren kutsala dönüşmesidir. İneklerle empati kurmaktır. Her türlü bayat inek esprisine tahammül etmeye çalışmaktır. 6 ay boyunca su bile içmeden yalnızca senin göğüslerinden akan sıvı ile doymasına her gün tekrar tekrar şaşırmaktır. Sütün artısın diye 40 takla atmaktır. Nefret etsen bile süt yapıyor diye dereotu, tahin helvası, ceviz, üzüm yemek, günde altı litre su içip damacana gibi dolaşmaktır. Bana göre hamilelikte aldığın kiloların jet hızıyla gitmesidir emzirmek. Hatta eksiye düşmektir. Profiterol, fırın sütlaç ve dondurmayı üst üste yeme özgürlüğüdür. Çalışan bir anne için emzirmek biberonu delicesine kıskanırken, muhtaç olduğun için kulu kölesi olmaktır. Emzirmek ne kadar içtiğini görebilmek için yavrunun ağzının içine kameralı bir tartı takmayı istemektir. Cubic centimeter (cc), mililitre gibi hacim birimlerinin sorgu malzemesi olduğunu öğrenmektir. Çünkü işten evi her aradığında sorduğun soru fikstir: “Sağdığım sütün kaç cc’sini içti?” Alttan üstten fark etmez, emdikten sonra her çıkardığı gazla sana oh dedirten bir seanstır emzirmek. Uykularının gecede belki sekiz, belki seksen kez bölünmesidir. Bazen yirmi dakikada bir, iyi günündeysen iki saatte bir uyanıp meme istemesidir. İnsanın kadeh kadeh içkiler olmadan da sarhoş olabileceğinin idrakıdır bu durum. Emzirmek süt sağma pompası denilen aletin çocuğundan sonra en yakının olmasıdır. Çocuğunu ne kadar seviyorsan o iğrenç sesli aletten o kadar nefret edersin? Ama eğer benim gibi işe hiç ara vermeyen bir anneysen o işi de eğlenceli hale getirmeyi bilirsin. Ne mi yapıyorum? Bir kere utanmam sıkılmam yok. Arkadaşlarımla dedikodu yaparken bile süt sağıyorum. Memeleri halka açtım, rahat takılıyorum. Kaçırdığım (her zaman kaçırıyorum aslında) dizileri internet üzerinden izliyorum. Behlül Bihter’i tekrar öperken de süt sağıyorum, Ezel Ali Abisi’ne aslında kim olduğunu açıklarken de. Kısacası emziriyorum ve Rüzgar’ın çıkardığı her yutkunma sesinden sonra şükrediyorum. Diğer taraftan yaz geldi zorlanıyorum. İkitelli-Nişantaşı neyse de Bodrum-İstanbul hattında gidip gelirken emzirmeye devam edemeyeceğimi biliyorum. Bir yaşından sonra çocuk da anne de emzirme bağımlısı olur diyorlar, tırsıyorum. Bu aralar konudan uzaklaşmayı deniyorum. Bakalım becerebilecek miyim?
OTO KOLTUĞU OLMADAN ASLA
Trafikte ön koltukta oturan çocuk görünce çıldırıyorum. Hele ki şoför mahalinde babası olacak adamın bacak arasında oturuyorsa, gerçekten durdurup o babaya kafa atmak istiyorum. Bir insan kendi canını nasıl böyle tehlikeye atar, aklım almıyor. Neyse ki yasa 1 Haziran’dan sonra bu saçmalığa son verecek. Artık 135 cm’den kısa ve 36 kg’ın altındaki çocuklar trafikte ECE R44 güvenlik standardına uygun oto koltukları ile seyahat edecekler, başka yolu yok. Geçen ay “Çocuklarımızı Hayata Bağlayalım”’ projesi ile uzun yıllar Türkiye’deki trafik kazalarında yüksek çocuk ölüm oranlarına dikkat çekmeye yönelik çalışmalar yapan Maxi-Cosi oto koltukları Türkiye distribütörü Grup Baby, Denetleme Şubesi’nde görevli 350 polis memurunu eğitti. Bundan böyle trafikte çocuğunuzu oto koltuğuna oturtmazsanız ya da koltuğu yanlış bağlarsanız cezası 62 TL. Ama olası bir kaza halinde ödeyeceğiniz cezanın parasal olarak karşılığı olmadığını, yüreğinize büyük bir ateş düşeceğini unutmayın. Çünkü oran çok ciddi. Çocuk oto güvenlik koltuğu kullanımının zorunlu olduğu Avrupa Birliği ülkelerinde trafik kazalarında çocuk ölüm oranı yüzde üçlerde. Ne yazık ki ülkemizde yüzde 46 civarında.