Vaiz John Boltz, o akşam, kızarmış tavuk ve patates, lahana salatası ve elmalı kek istedi. Gerçi 74 yaşındaki biri için biraz ağır bir yemek sayılırdı ama olsun.
22 yılını geçirdiği cezaevindeki son yemeğiydi. Üvey oğlunun boğazına 11 kez bıçak saplamış vaiz, 1 Haziran 2006 gecesi öngörülenden bir saat fazla yaşadı. Yaşlılığından olsa gerek, doktorun damarını bulması uzun sürdü. Earl Washington da, tıpkı vaiz gibi ölümü bekleyenlerden biriydi. Ancak o, son yemeğini yemedi. Kimsenin ırzına geçip öldürmediği, biraz geç de olsa anlaşıldı. Serbest kaldığı bir yana, altı ayrı cezaevinde geçirdiği 17 yılın karşılığında kendisine 2.25 milyon dolar ödendi. Dünyanın 53 ülkesinde halen 20 bine yakın kişi iğneyle, elektrikle, asılarak, başı kesilerek, kurşunlanarak veya taşlanarak idamı bekliyor. Acaba aralarında kaçı suçsuz ve suçsuz olanların kaçı Washington kadar şanslı?
4 Haziran 1982 günü, 3 çocuk annesi 19 yaşındaki Rebecca Lynn Williams, 9 bin nüfuslu Culpeper, Virginia’daki apartmanının kapısı önünde çırılçıplak, kanlar içinde, ırzına geçilmiş ve 38 yerinden bıçaklanmış olarak bulundu. Genç kadın aynı gün 14.05’te, saldırganın tek kişi ve zenci olduğunu söyledikten sonra öldü.
Culpeper polisi, olay yerinde çok sayıda parmak ve ayakkabı izi buldu. Üzerinde saç kılları olan bir erkek gömleğine ve yer yer ıslak lekeleri olan bir battaniyeye el koydu. Parmak izleri, veritabanındaki izlerle karşılaştırıldı, benzerlerine rastlanmadı. Saç kılları hiçbir zaman incelenmedi. Virginia Adli Bilimler Laboratuvarı, battaniye üzerindeki lekelerin sperm olduğunu belirledi. O tarihte henüz DNA analizleri yapılamıyor, vücut sıvılarındaki bazı enzim ve proteinlerin polimorfik özellikleri elektroforez tekniği ile inceleniyordu. Spermde bu özellikler belirlendi. Otopside alınan vajinal sürüntüde ise, sperme özgü hücreler olan spermatozoitler görüldü ama, kan ile bulaşık olması, ayrıca mağdura ait hücreleri de içermesi nedeniyle enzim ve proteinlerin incelenmesi hiç yapılamadı.
Ülkemizde de, DNA analizleri başlamadan önce, gerek olay yerlerinde ele geçen biyolojik delillerde, gerekse babalık davalarının çözümünde Virginia Adli Bilimler Laboratuvarı’nda uygulanan yöntemler kullanılmış, hatta İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü’nün başvurusu üzerine, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi bir ilamında, bu amaçla hangi genetik özelliklerin araştırılacağını tek tek sıralamış, ayrıca babalığa hükmedebilmek için, uyumun en az yüzde 99.73 olması gerektiğini de bildirmişti. Artık enzim ve proteinlerin incelenmesi tümüyle terk edilmiş, bunların yerini DNA analizleri almıştır.
HER SUÇU ÜSTLENEN NAZİK ZENCİ
Cinayetin üzerinden 11 ay geçti. 21 Mayıs 1983 günü, Culpeper’e 20 km uzaklıktaki yaşlı bayan Helen Weeks’in evine bir zenci girdi ve yatak odasındaki dolaptan tabancasını çaldı. 2 gün sonra gazeteler, şüphelilerden birinin, özel dedektif Curtis Reese Wilmore ve komiser Lee Hart’a (yıllar sonra sonra Culpeper Şerifi oldu) verdiği ifadesinde, sadece silahı çaldığını kabullenmekle yetinmeyip, son bir yılda Fauquier’de gerçekleşen 3 ayrı ırza geçme suçunu, ayrıca Rebecca Williams cinayetini de üstlendiğini yazdılar. Virginia Eyaleti, yaşlı kadının evine girenin bulunduğuna, ırza geçen seri suçlunun yakalandığına ve genç anneyi çocuklarının gözü önünde hunharca öldüren canavarın ele geçtiğine sevindi.
Yaşlı kadının sadece silahı çalınmış, kendisine saldıran olmamıştı. İfadeyi alan polisler, henüz bu ayrıntıyı bilmiyorlardı. "Helen Weeks’e tecavüz ettin mi" diye sordular. "Evet efendim" diye cevap verdi. Daha sonra mevsimlik tarım işçisi Earl Washington, birçok soruya, boynunu büküp gülümseyerek ve gayet nazik bir şekilde "Evet efendim" diye cevap verdi. İşte hayatını karartan da, bu nezaketi oldu.
Ne garip ki, Fauquier’deki üç ırza geçme olayı ile ilgili olarak verdiği adresler, kadınların eşkali, suçun işleniş biçimine ilişkin ayrıntılar gerçeklerle örtüşmedi. Üstelik ne mağdurlar, ne de görgü tanıkları kendisini teşhis edebildi. Bu nedenle, savcı John Bennett’in iddianamesinde, Fauquier’deki ırza geçmeler yer almadı, kabullendiği diğer suçlardan, silah hırsızlığı ve 11 ay önceki Williams cinayetinden sorumlu tutuldu.
18 Ocak 1984 günü Earl Washington, yargıç David F. Berry ile 12 kişilik jürinin önüne çıktı. Ertesi gün suçlu olduğuna, bir sonrakinde de idam cezasına çarptırılmasına karar verildi. Culpeper’de, 30 yıl aradan sonra ilk idam kararıydı bu. Üst mahkemeye yapılan itirazlar kabul edilmeyip, ceza onaylanınca, yargıç Berry, idamın 8 Eylül 1985’te infazına karar verdi. Earl Washington, "Ölüm Evi" olarak bilinen, daha sonraki yıllarda yıkılan Richmond eyalet cezaevine nakledildi.
İKRARDAN BAŞKA TEK DELİL YOK
Bayan Williams’ın apartmanındaki parmak izlerinin hiçbiri, Earl Washington’un izlerini tutmadı. Kanlı ayakkabı izi, çok daha küçük ayaklı birine aitti. Olay yerindeki gömleğin üzerindeki saç telleri hiç incelenmedi. Battaniye üzerindeki sperm lekesinin serolojik özellikleri onunkilerle örtüşmedi. Vajinal yayma zaten incelenemedi. Tanıklar, uzun boylu, geniş omuzlu, adaleli, beyaz, kısa kollu fanila giymiş bir zencinin koşarak apartmandan çıktığını görmüşlerdi. Washington, orta boylu, zayıf birisiydi.
İfadesinde, 2-3 bıçak darbesi vurduğunu söylemişti, halbuki otopsi raporunda 38 bıçak yarası kayıtlıydı. Mağduru, kısa boylu, zayıf, zenci bir kadın diye tarif etmişti, halbuki Bayan Williams, kendisinden en az 20 santim daha uzun, şişman, üstelik beyaz tenliydi. Avukat John Scott Jr., bunların hiçbirini savunmasında kullanmadı. Jürinin de bunlardan haberi olmadı.
Jürinin bilmediği başka şeyler de vardı. Gerçi psikiyatr Dr. Arthur Centor’un tanıklığı sayesinde, ortalama insan zekasının altında bir IQ değerine (100 yerine 69) sahip olduğu, ancak bunun yargılamayı engellemeyeceğini öğrenmişlerdi. Ama 22 yaşına rağmen okuma-yazması olmayan, yavaş konuşan, kimi zaman kullanacağı sözcükleri bulamayan bu kişinin, bir otorite tarafından kendisine yöneltilen her kapalı uçlu soruyu, "Evet efendim" diye yanıtladığı, jüriye hiç söylenmedi.
Hizmet içi eğitimlerde, kesinlikle yapılmaması öğretildiği halde, polislerin "Şu yoldan geçip, şu eve mi girdin?", "Bıçağı burada mı sapladın?" "Bu gömlek senin mi?" şeklinde sorular yönelttiğini, onun bunlara hep "Evet efendim" dediğini, ifadesinin dört kez alındığını, bunlardan ilk üçüne ait hiçbir kayıt bulunmadığını, polisin üç kez aynı adrese götürdüğünü, bunların sonuncusunda memurların yardımıyla apartmanı gösterdiğini, bir anlamda suçun işleniş yer ve biçiminin kendisine "öğretildiğini" bilemediler.
Dava boyunca, Washington’u cinayet zanlısı yapan tek delil, kendi ikrarı olarak kaldı.
AYNI HÜCREDE BİR BAŞKA İDAMLIK
Earl Washington, 1985 bahar ve yazını, "Ölüm Evi"ndeki hücresini bir diğer idam mahkumu Joseph Giarratano ile paylaşarak geçirdi. Washington’un cahilliğine karşılık Giarratano, alkolik ve madde bağımlısı bir suçlu olarak girdiği cezaevinde hukuk, din ve felsefe okuyarak kendisini çok geliştirmiş biriydi. Hücre arkadaşının durumunu, idam mahkumlarına gönüllü olarak psikolojik destek veren Maria Deans’e anlattı. Maria da, idam cezasına karşı olan ve ücretsiz hizmet veren New York’taki bir avukatlık bürosuna. 7 Eylül günü gardiyan, Washington’a son akşam yemeğinde ne istediğini soramadı. New Yorklu avukatlar, başlattıkları hukuk savaşı sayesinde, infaza 9 gün kala, idamı durdurabilmişlerdi. Masumiyeti kanıtlanıncaya kadar, daha çok uzun yıllar cezaevinde kalacaktı.
Fakir ve zenci işçinin, hayatını borçlu olduğu hücre arkadaşı Giarratano, 4 saat süren jürisiz bir yargılama sonunda, aynı evi paylaştığı 44 yaşındaki anne ile 15 yaşındaki kızını boğmak ve bıçaklamaktan idama mahkum edilmişti. Kadınların sağ elini kullanan biri tarafından bıçaklanması, buna karşılık Giarratano’nun solak olması, yerdeki kanlı ayak izlerinin ona ait olmaması, uyuşturucu etkisi yüzünden olayın hiçbir ayrıntısını hatırlayamaması nedeniyle, 1991’de idam cezası, ömür boyu hapse çevrildi. Bir zamanlar ziyarete gelen hukuk öğrencileri ile idam cezasını tartışan, avukat tutamayanların dilekçelerini yazan, isteyene Zen Budizmi öğreten Giarratano’nun, cezaevi düzenini bozduğundan, artık bunları yapmasına izin verilmiyor. 27 yıldır demir parmaklıklar arkasındaki 118475 sayılı mahkum, halen Red Onion’un yüksek güvenlikli kanadında, ışığı 24 saat yanan bir hücrede tek başına kalıyor ve haftada iki kez elleri ve ayakları zincirlenmiş şekilde duş yapmak için hücresinden çıkartılıyor. Zincirlerinin görülmesini istemediğinden, ziyaretçileri de reddediyor.
ÖMÜR BOYU HAPSE ÇEVRİLEN İDAM
Aradan 8 yıl geçti. Nihayet 1993’te, battaniye üzerindeki sperm lekesinin bir kere de DNA analizi ile incelenmesine karar verildi. Böylelikle, spermin Washington’a ait olmadığı yeniden kanıtlandı. Savcılığın, suç sırasında failin yalnız olmayabileceği ya da mağdurun o sabah kocası dışında başka birisiyle cinsel ilişkiye girmiş olabileceğini iddia etmesi üzerine, Vali L. Douglas Wilder, idam cezasını ömür boyu hapse çevirmekle yetindi. Üst mahkemelere yapılan itirazların sonuç vermesi için 6 yıl geçmesi gerekecekti. Earl Washington, 2 Ekim 2000’de, tutuklanmasından 17 yıl ve 9 ay sonra özgürlüğüne kavuştu. Mahkumiyet sonrası DNA analizine olanak tanınmasaydı, çoktan ölmüş olacaktı.
MASUMİYET PROJELERİ
Son 15 yılda, DNA analizleri ile Amerikan cezaevlerinden çıkartılanların sayısı 180’e yaklaşıyor. Bunların 19’u idam mahkumuydu. 45’i, yargılandıkları eyalette idam cezası olmadığından ömür boyu hapse mahkum edilmişti. Bu kişiler, masumiyetleri kanıtlanmadan önce, toplam 1500 yıla yakın bir süreyi cezaevinde, üstelik büyük bölümünü tek başına bir hücrede geçirdiler. Gerçek katiller ise, ellerini kollarını sallayarak dolaştı ve belki de yeni suçlar işlediler. Yapılan DNA analizleri, sadece masum olanların yeniden özgürleşmesini sağlamadı, DNA bankasında profili bulunan onlarca gerçek suçlunun belirlenmesine, böylelikle yeni suçların önlenmesine de yaradı.
Amerika’da artık pek çok eyalet, mahkumiyet sonrası DNA testlerinin yapılmasını sağlayan, hatta zorlayan yasalara sahip olmanın yanı sıra, incelemelerin ücretini de devlet bütçesinden ödetiyor. İdam kararı, sadece görgü tanıklığı ya da ikrara dayalı olarak alınmışsa, olay yerinde biyolojik delil bulunması, ancak imha nedeniyle DNA analizinin yapılamaması halinde, idamı, müebbet hapse çeviriyor. Bu gelişmelerin mimarı, Earl Washington’a gönüllü avukatlık yapan ve 1992’de "Masumiyet Projesi"ni başlatan New Yorklu 2 hukukçu. Günümüzde, 40 kadar Amerikan üniversitesinin hukuk fakültesinde masumiyet projeleri yürüyor. Uzun süreli mahkumiyetine ya da idamına karar verilen ve masum olduklarında ısrar eden kişilerin avukatlığını
-her türlü hukuk yolunun tüketilmiş olması ve DNA analizi yapılmamış biyolojik delillerin var olması koşuluyla- ücretsiz olarak üstleniyorlar. Her ay 200-300 mahkum bu ekiplere başvuruyor. Ancak eyaletlerin yarı kadarında, ne mahkumiyet sonrası DNA analizini mümkün, ne de biyolojik delillerin korunmasını zorunlu kılan yasalar bulunduğundan, büyük bölümüne yardımcı olunamıyor.
1996 yılında, "Masumiyet Projesi"nin önderleri Peter J. Neufeld ve Barry C. Scheck ile Türkiye’de bu çerçevede neler yapılabileceğini tartışmıştık. Daha sonra İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü’nden bazı öğretim üyeleri ve öğrencilerim ile birlikte, hálá özel olarak yürüttüğümüz benzeri çalışmalara başladık. Ülkemizde yaşanan sorunlar, Amerika’dakinden farksız. Buna, önceki yıllarda biyolojik delillerin toplanmasındaki eksiklik eklenince, masumiyetin kanıtlanması daha da güçleşiyor. Buna rağmen başarılı sonuçlar aldığımızı, gururla söyleyebilirim.
İKRARA YÖNLENDİREN POLİS
5 Mayıs 2006 günü, Charlottesville’deki 8 beyaz ve bir siyah vatandaştan oluşan federal jüri, 24 yıl önce Earl Washington’un ifadesini alan ve 1994’te eceliyle ölen polis memuru Curtis Reese Wilmore’un, bilerek ya da bilmeyerek sorduğu kapalı uçlu sorular yüzünden şüpheliyi işlemediği bir suçu kabullenmeye yönlendirdiğine kanaat getirdi ve 2.25 milyon dolar tazminat ödenmesine karar verdi. Kenneth Adams ve üç arkadaşına ödenen 36 milyon dolar kadar yüksek olmasa da, hiç yoktan iyidir! (1978’de genç bir kızı kaçırmak, ırzına geçmek, onu ve nişanlısını öldürmekten yargılanan 4 genç adamdan ikisi idama, biri denetimli serbestlik olmaksızın ömür boyu hapse, diğeri 75 yıla mahkum edilmişti. Kararın dayanağı sadece bir görgü tanığıydı. 18 yıl sonra DNA analizleriyle suçsuz oldukları kanıtlandığı gibi, DNA veritabanı sayesinde gerçek suçlular da bulundu.)