Canı isterse sizi baştan çıkartır, isterse başka bir aleme yolcu eder. Kısacası, "biraz tuz, biraz biber" demekle yetinmez. Nitekim, yazılı tarihin ilk kadın seri katili de, Pelin Batu’nun canlandırdığı şekilde bakire kanı doldurulmuş küvetten değil, mutfaktan çıkmıştır.
Roma İmparatoru Claudius’un dördüncü karısı Genç Agrippina, kafaya koymuştu bir kere. Kocasının ölümünden
sonra tahta geçmesi planlanan Brittanicus’un önünü kesecek ve her ne pahasına olursa olsun, önceki evliliğinden oğlu Nero’yu imparator yapacaktı. Ama, her şeyin bir sırası var. Önce imparatoru öldürtmek gerekiyordu.
Genç Agrippina büyük bir olasılıkla, ne kendisinden yüzlerce yıl önce yaşamış Sümerlerin zehirler hakkında yazdıklarından, ne de Mısırlıların, şeftali çekirdeği ve yılan zehiri deneyimlerinden haberdardı. Zaten, neyi bildiğin değil, kimi tanıdığın önemlidir ve Agrippina, bayan Locusta’yı iyi tanıyordu, Locusta da Claudius’u. Üstelik, önüne mantarlı bir yemek geldiğinde dayanamayıp yediğini bilecek kadar.
Herhalde, "Locusta, Claudius’un yemeğine zehirli bir mantar kattı" diye düşüneceksiniz. Mesele o kadar basit değil. Çünkü bir kere, Claudius’un çeşnicileri vardı. Önüne konan her türlü yiyecek ve içeceği önce onlara tattırırdı. Bir başka engel, kusma adetiydi. Sofrada daha uzun oturabilmek, yiyip içtiklerinden daha fazla tat alabilmek için, doydukça gırtlağını bir kuş tüyüyle gıdıklar, kusar, midesinde yer açar, tekrar yiyip içmeye başlardı. Hal böyle olunca, Claudius’u zehirlemek hiç de kolay değildi.
ZEHİRLİ TÜYLEREfsaneye göre, Locusta sadece becerikli değil, kurnazdı da. Ölümcül mantar Amanita phalloides’i imparatorun yemeğine katarak itibarını zedelemedi. Suyunu, kusmakta kullandığı tüylere sürdü. Bir ziyafet boyunca, defalarca etliden sütlüye ne varsa yiyen, ardından zehirli tüyleri gırtlağına sokup kusan imparator, sabaha karşı fenalaştı. "Bu nasıl iş" dedi kendi kendine "Çeşniciler sağlam, ben de yedikçe kustum. İyisi mi, bağırsaklarımda ne varsa onları da çıkartayım." Fikir iyiydi de, Claudius, milattan sonra 54. yılın Ekim ayının 13. günü, güneşin battığını göremedi. Doktor Ksenofon, lavman suyuna biraz Citrullus colocynthis meyvesi katmıştı, yani Ebucehil karpuzu. Böylece doktor alttan, bayan Locusta üstten, imparatoru öbür dünyaya yolcu ettiler. Genç Agrippina muradına erdi, henüz 16 yaşındaki oğlu Nero imparator oldu.
Şimdi Locusta, tahtın gerçek várisi, Claudius’un oğlu Brittanicus’u ortadan kaldırmalıydı. Nitekim, kaldırdı da. Ancak farklı bir yöntemle. O yıllarda şarap, sıcak suyla seyreltilerek içilirdi. 11 Şubat 55 günü bir ziyafet sofrasında dağıtılan içki Brittanicus’un ağzını yaktı. "Şuna biraz soğuk su ekleyiverin" dedi. Hemen arkasında, elinde sürahiyle dört gözle bu fırsatı bekleyen Locusta olmasaydı eğer, ertesi gün, 14. yaşını kutlayacaktı.
ZÜRAFA TECAVÜZÜ
Geçen yıllar içinde Locusta’nın müşterileri arttı. İşi çoğalıp da, her isteği yerine getiremeyince, bir okul açıp, başka katiller yetiştirdi. Mahkumları deney insanı olarak kullandı, böylelikle daha hızlı ve daha etkili zehirleme yöntemleri geliştirdi ve bütün bunlar tam 13 yıl, iktidardan düşen imparator Nero, kendi boğazını kesinceye dek sürdü. Eğer yazılanlar doğruysa, yeni imparator Galba’nın kiralık katil Locusta’ya layık gördüğü ceza, pek yaratıcıydı doğrusu. Bir zürafa tarafından tecavüz edilerek idam.
Toksikoloji kitapları, Locusta’yı, "Tarihin bilinen ilk kadın seri katili" diyerek onurlandırır. Bu, daha önce kadın seri katiller olmadığı anlamına gelmez elbette. Örneğin, Locusta’dan en az 2 bin yıl kadar önce, Babil’in Gula adlı bir tanrıçası vardır ki, tanrıçalığını insanları yaşatma ve öldürme bilgisine borçludur. Ancak her nedense ne Locusta, ne de Gula, günümüzde pek tanınmıyor. Varsa yoksa, edebiyat dergisi Karakalem’in Ağustos sayısına konu olan ve derginin kapağında, Pelin Batu’nun kan dolu bir banyo küvetinde canlandırdığı Elizabeth Bathory. Bana kalsa Elizabeth’i, ilk kadın seri katil olarak değil, 1479 yılının 13 Ekim günü, Macar topraklarındaki Ekmek Tarlası’nda, Fatih Sultan Mehmed’in 30 bin (yanlış okumadınız, otuz bin) askerini katleden ve aynı gece Türklerin cesetlerinin üzerinde sarhoş olup şarkı söyleyen, Erdel (Transilvanya) Voyvodası Stephen Bathory soyundan bir kanlı kontes olarak hatırlamak daha doğru olur.
Biraz kurbağa kemiği, birkaç kuduz böceğiBirçoğunu değil yemek, adını bile okumak istemeyeceğiniz yüzlerce maddenin, cinsel gücü artıran birer afrodizyak olduğu söylenir. Bunların en ünlüsü, Meloidae familyasından 15-22 milimetre boyunda, 5-8 milimetre enindeki zümrüt yeşili İspanyol Sineği’dir. (Lytta vesicatoria, kuduz böceği). Bu kanatlı böcek, % 5 oranında kantaridin içerir. Kantaridin, dokuları tahriş eden bir maddedir. Yutulduğunda, idrarla atılır, bu nedenle idrar yolunun iç çeperini tahriş eder ve tıp dilinde priapizm denen bir duruma yol açar, yani erkek cinsel organının fiziksel ya da duygusal bir uyarı olmadığı halde, saatlerce sürebilecek sertleşmesine. Bundan tam 2 bin yıl önce, Augustus Sezar’ın karısı Livia’nın, rezil etmek istediklerinin yemeklerine, kurutulmuş birkaç böceğin tozunu serpiştirdiği anlatılır.
MONVOISIN’İN SERVETİ
22 Şubat 1680’de, cadı olduğu iddiasıyla Paris’in ortalık yerinde yakılarak idam edilen Bayan Catherine Monvoisin, geride bıraktığı büyük ün ve serveti, aynı böceklere borçludur. Monvoisin’in, birkaç kurbağa bacağı kemiği, 2-3 fare dişi ve 3-5 İspanyol Sineği’ni yarasa kanı içinde, suyu tamamen buharlaşıncaya dek kaynatarak elde ettiği toza, büyük paralar ödeyen markizler, kontesler arasında, 72 yıl tahtta kalan Kral 14. Louis’nin birkaç metresi de vardı. Monvoisin’den neredeyse yüz yıl sonra, erotik edebiyatın en önemli yazarlarından Marquis de Sade’ın, İspanyol Sineği tozuna anason karıştırarak imal ettiği pastilleri genç kadınlara yedirdiği kayıtlıdır.
1970’lerin başında, Tenis Eskrim Dağcılık Kulübü’ndeki bir davette, ünlü bir gazetecinin genç yaştaki kızı aniden rahatsızlanmış, önce Teşvikiye Sağlık Yurdu’na, ardından Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ne kaldırılmış, ancak kurtarılamamıştı. Genç kızın kesin ölüm nedeni uzunca tartışılmış, içeceğine kantaridin katılmış olabileceği bile gündeme gelmişti. Adli Tıp Kurumu Kimya Şubesinin o tarihteki teknik olanakları, bu iddianın doğru olup olmadığını kanıtlamaktan uzaktı. Kuduz böceği, Sağlık Bakanlığı’mızın 1 Ekim 1985 tarih ve 5777 sayılı daimi genelgesi gereği, aktar, baharatçı ve benzeri dükkanlarda satılması tehlikeli olan maddeler arasında yer alır. Fas yemeklerini yapmakta kullandığımız ve afrodizyak etkisi olduğuna inanılan bitki - baharat karışımı, Ras el Hanout, bundan 10-15 yıl öncesine kadar kuduz böceği tozu da içerirdi. Kantaridin’in etkili dozu ile zararlı, hatta öldürücü dozu arasındaki fark pek küçük olduğundan, 1990’larda böceğin ve tozunun, birçok ülkede olduğu gibi Fas aktarlarında da satışı tamamen
yasaklandı
İnternette sahte afrodizyaklar satılıyor
Doğal ürünler, ilaçlar kadar sıkı denetlenmezler, ayrıca tüketici, onların yan etkileri olmadığını düşünür, bu nedenle kullanmaktan çekinmez. 5 - 6 yıldır internet ticaretinin gözbebeği afrodiziyak etkili doğal ürünler. Örneğin doğal Viagra diyerek pazarlananlar. Kısa bir süre önce Hollanda Halk Sağlığı ve Çevre Enstitüsü, internet üzerinden "doğal afrodiziyak" olarak pazarlanan Libidfit, Satibo ve Viamax adlı ürünleri satın alıp, analizledi. Birçoğunun aslında doğal olmadığını, % 90’a varan oranlarda, reçeteyle satılan ve erektil (sertleşme) disfonksiyonun tedavisinde kullanılan sildenafil (Viagra) ve vardenafil (Levitra) ya da tadalafil (Cialis) gibi müstahzar ilaçların, laboratuvarlarda sentezlenen türevlerini içerdiğini saptadı. Çünkü bu türevlerin laboratuvarda sentezi, bitki kökenli afrodizyak eldesinden çok daha ucuz.
Hollandalılara göre, internetten satın alınan bu ürünlerin ambalajlarının üzerinde, yüzyıllardır bu amaçla kullanılan doğal bitkilerin adları yazılı, ancak içindeki diğer türevlerden söz edilmiyor. Bu durum, halk sağlığı açısından önemli bir risk oluşturuyor. Çünkü, PDE5 adlı bir enzimin çalışmasını engelleyerek cGMP düzeylerini arttıran, bunun sonucunda damarları genişleten bu türevlerin yan etkileri olabiliyor, ayrıca bazı ilaçlarla birlikte kullanıldığında, kalp için ciddi bir tehlike oluşturuyorlar.
Her şey zehirdir, su bile önemli olan dozu!Birini öldürmek için zehir kullanan çok sayıda erkek olduğu halde, her nedense zehir dendiğinde akla hep kadınlar gelir. 1912 ile 1929 arasında, Budapeşte yakınlarındaki bir kasabada, ebe Julius Fazekas ve arkadaşı, Susanna Olah’tan temin ettikleri arsenikle, koca, sevgili, akraba, çocuk demeden 300 kadar kişiyi öldüren kadınlar nasıl unutulur? 1980’lerin sonlarında dört Avusturyalı hemşirenin, biri hastanın başını sabitler, diğeri burnunu sıkar, kalan ikisi boğazından aşağıya litrelerce suyu boşaltarak, bazı kaynaklara göre 49, bazılarına göre 200 yaşlı hastayı öldürmelerine ne demeli? (Unutmayın, her şey zehirdir, su bile. Önemli olan dozdur)
Ancak bazı kadınların, haksız yere bu genellemeden nasibi aldıklarını da belirtmek gerek. Örneğin, bundan 500 yıl kadar önce yaşamış Papa 6. Aleksander’in kızı Lucretia Borgia, bu önyargının kurbanı olabilir. Sofrasından zehirlenmeden kalkanların pek az olduğu söylenir ama, gerçek katilin kardeşi, belki de babası olduğunu ileri sürenler çoktur.
Fransa kralı 2. Henri’nin karısı Catherine de Medici’nin, hazırladığı özel karışımlarla çok sayıda kişiyi zehirlediği, bu arada gözlemlerini not ettiği iddia edilse de, modern tarihçilerin bir bölümü bunu kabullenmiyor. Bundan 450 yıl kadar önce, kraliçe ömrünün bir bölümünü, Fransa’nın Loire vadisindeki Bois Şatosu’nda geçirmişti. 1850’lerde halkın ziyaretine açılan şatoyu ziyaret edenler "Sırlar Odası"na mutlaka uğrar, duvar boyunca, yan yana ve üst üste dizili onlarca kapaklı küçük dolabı ilgiyle izler. Merakın nedeni, kraliçenin cinayetlerinde kullandığı zehirleri bu dolaplarda sakladığı rivayetidir. Aslında kraliçenin, dolaplarda zehirlerini değil, eşe dosta göstermek üzere mücevher ve benzeri kıymetli eşyalarını muhafaza ettiği biliniyor.
Sultan Bayezid’i öldüren elmas tozu mu?
Kraliçe Catherine de Medici’nin, bazı kurbanlarının yemeğine elmas tozu kattığı söylenir. Maxwell Hutchkinson, 1988’de yayınladığı "Zehirleyiciler İçin El Kitabı"nda, elmas tozunu, "bilinen en korkunç zehir" diye tanımlar. Bağırsak çeperine saplanan taneciklerin, zamanla daha derinlere doğru ilerleyerek iç organları yırtacağını, 2 - 6 ay içinde öldüreceğini ve ölüm nedeninin anlaşılamayacağını kaydeder.
İkibin yıldır elmas tozu, kimi zaman her derde deva sihirli bir ilaç, kimi zaman zehir olarak gündeme gelmiştir. 1998’de, Redlands, Kaliforniya’daki bir toplantıda, elmasın, bu amaçlara yönelik tarihçesini anlatan Dr. Stanley D. Korfmacher, sıraladığı örnekler arasına, Yavuz Sultan Selim’in babası 2. Sultan Bayezid’i elmas tozuyla öldürdüğünü de katmıştı.
Modern toksikoloji kitaplarında elmas tozuna yer verilmiyor. Yaptığım kaynak taramasında, elmas tozunu yutmaya bağlı bir ölüm olgusuna da rastlamadım. Ancak, kimyacı Peder Schultz’un 2005’teki hayvan deneylerinden haberim var. Mamalarına 5 kırat elmas tozu karıştırdığı köpek ve kediler şimdi ne oldular bilmem ama, deneylerden bir yıl sonra mutlu ve mesut bir şekilde yaşamlarını sürdürmekteydiler.